Celâl Üster, "Şeytana pabucunu ters giydirir", Cumhuriyet Kitap Eki, 30 Ekim 2014
Ne yalan söyleyeyim, ABD’li gazeteci, yergi ve mizah yazarı Ambrose Bierce’i (1842-1914?) 1990’da Carlos Fuentes’in 1990’da Nihal Yeğinobalı çevirisiyle Afa Yayınları’ndan çıkan Koca Gringo adlı romanıyla tanımıştım.
Aura'nın, Artemio Cruz'un Ölümü'nün, Terra Nostra'nın yanında Koca Gringo, Fuentes'in “ikincil” yapıtlarındandı belki; ama beni tanıştırdığı Ambrose Bierce, gezegenimizde yaşamış “birincil” adamlardan biriydi.
Fuentes, ilk kez 1985'te yayımlanan El Gringo Viejo'da, Bierce'in sonu gizemli yaşamına kendince bir öykü biçmişti.
Belki birçokları, Luis Puenzo’nun 1989'daki beyazperde uyarlamasından anımsayacaktır romanı. Koca Gringo'yu, yani Ambrose Bierce’i, "Kilimanjaro'nun Karları"nın, "Roma Tatili"nin, Moby Dick'in unutulmaz oyuncusu Gregory Peck oynamıştı.
Gregory Peck, yılların ustalığından gelen ayırtılı oyunuyla "Meksika'daki yabancı"yı çok iyi canlandırmıştı. "Meksika'daki yabancı" diyorum, çünkü "yabancı" kavramı Ambrose Bierce'i en iyi tanımlayan nitelemelerden biri bence.
Latin Amerikalılar, özellikle de Meksikalılar, ana dili İngilizce olan tüm yabancılara "gringo" derler. Bierce ise, yaşamı boyunca, toplumun egemen değer yargılarına, sıradan yaşam biçimlerine, sanat ve edebiyattaki vasatlığa "gringo" kalmayı seçmişti.
1842'de ABD'nin Ohio bölgesinin Meigs kentinde doğan Bierce’in, yıllar sonra, "doğum"u, "Tüm felâketlerin ilki ve en beteri” diye tanımlayacağı şeytanın bile aklına gelmezdi herhalde!
Liseyi bitirmeden bir gazetede matbaacı çırağı olarak çalışmaya başladığına bakılırsa, kendi kendini yetiştirenler takımından. Ama bildik kitap kurtlarından değil: İç Savaş'ta çarpışmış, binbaşılık rütbesi bile almış.
Edebiyat alanındaki yetkinliğiyle, bir bakıma, bizim Ataç'ımızı akla getiriyor: 1860’larda sanatta bir yeniden doğuş dönemi yaşayan San Francisco'da dergilere yazdığı yazılarla, Batı Kıyısında edebiyat alanında son sözü söyleyen kişi durumuna gelmiş, önemli dergileri yönetmiş.
Bu arada, serüvenciliği hiç elden bırakmamış: Bir ara Dakota'da altın aramaya kalkışmış, ama bu serüven başarısızlıkla sonuçlanmış.
Kimi okurlar hemen anımsayacak: “In the Midst of the Life” adlı öykü kitabı “Yaşamın Orta Yerinde”; “Fantastic Fables”da topladığı öyküleri de “Karanlığın Kahkahası” adıyla çevrilmişti. Bierce'i, Fuentes'in “Koca Gringo”sunun ardından, bu kitaplardaki acı bir alay içeren, ölüm ve korku izlekleri çevresinde dolanan öyküleriyle de tanımıştık.
Bierce, sözünü ettiğim öykülerinin yayımlandığı 1890'ların ortalarında Washington kentine taşınmış, buradaki dergi ve gazetelerde yazmayı sürdürmüş. Gerçek bir zekâ ve mizah ürünü olan bu yazılarında, amatör şairlere, ikiyüzlü din adamlarına, soysuz politikacılara, vurgunculara, her türlü sahtekârlığa keskin eleştiriler yöneltmiş.
Bana kalırsa, Bierce, Sinoplu Diogenes ile Sokrates'in öğrencilerinden Atinalı filozof Antisthenes'in soyundan iniyor; onların atalık ettikleri Kiniklerin sonuncularından!
Neden derseniz, İÖ 4. yüzyıldan bu yana tüm Kinikler gibi, içinde yaşadığı uygarlığın temel değerlerine karşı çıkmış, yerleşik kuralları pek tanımamış, dahası hiçe saymış. Şeytanın Sözlüğü de onun bu tutumunun bir ürünü.
Şeytanın Sözlüğü, 19 yüzyılda pek sık rastlandığı gibi, bir gazetede tefrika edildikten sonra ortaya çıkmış bir kitap. 1906'da The Cynic's Word Book (Kiniğin Sözlüğü) adı altında kitaplaştırılmış. Kitap, 1911'de, yazarının yeğlediği Şeytanın Sözlüğü adıyla yeniden yayımlanmış.
Nedir Şeytanın Sözlüğü? En basit tanımıyla, bir sözlük. Ama bu kitabı, ilk yayımlanışından yüz yılı aşan bir süre sonra bile çekici kılan, bir "karşı-sözlük" olması. Özellikle de, İngiltere'de 18. yüzyıl toplumsal yaşamı ve edebiyatının en önde gelen yazarlarından Samuel Johnson'ın İngiliz Dili Sözlüğü düşünüldüğünde. Johnson, sözlük yazarını, "suya sabuna dokunmadan köle gibi çalışan, zararsız biri" diye tanımlamıştı. Bierce ise "zararsız" tanımına hiç uymayan, suya da sabuna da fena halde dokunan, dahası yerleşik bakış açısıyla "zararlı" diye tanımlanabilecek bir sözlük yazarı.
Bierce, Şeytanın Sözlüğü'nü hazırlarken en çok, "bilgin dostu Bay Şeytan'dan yararlandığını” söyler. Buradaki "şeytanlık", Bierce'in Amerikan toplumunun "aşk", "evlilik", "hukuk", "din", "politika", "milliyetçilik" gibi en “aziz” kurumlarına açıktan açığa meydan okumasındadır.
Belli ki, Bierce'i şeytan dürtmüş. Ama o, şeytana pabucunu ters giydirenlerden olduğundan, "Şeytan azapta gerek!" demiş ve toplumun alışılmış, kalıplaşmış kavramlarına şeytan gibi tanımlar getirmiş, zekâsıyla, alaycılığıyla, kural tanımazlığıyla. Şeytanın Sözlüğü'ndeki şeytansı tanımların toplamı, ödünsüz bir uzlaşmazın gizli, dolaylı bir otoportresi belki de.
Bana sorarsanız, sözlüğünde yer vermediği "Ölüm" maddesini yaşamının son eylemine saklamış Bierce. 1913'te, yetmiş bir yaşındayken, Amerikan yaşama biçiminden bunaldığı için, almış başını Meksika'ya gitmiş, Pancho Villa önderliğinde bir devrim süreci yaşayan Meksika'ya.
Yeğenine yazdığı mektup, onun ölüme bakışının izdüşümü:
“Elveda! Meksika'da bir taş duvarın önünde kurşuna dizildiğimi duyarsan, bil ki, bunu bu hayata veda etmenin çok hoş bir yolu olarak görüyorum. Böylesi, yaşlılığı da, hastalığı da, kiler merdivenlerinden yuvarlanmayı da alt edecektir. Meksika'da bir Gringo olmak! Ah, ötenazi bu işte!"
1914'te Ojinaga'da, Pancho Villa'nın askerleriyle devlet birlikleri arasındaki bir çarpışmada vurulduğu sanılıyor. Ama Bierce'e ne olduğunu, doksan yıldan fazla bir zamandır hiç kimse tam olarak açıklayamadı.
Ardında, büyülü gerçekçiliğin atası sayılan öykü kitaplarını, bir de Şeytanın Sözlüğü adındaki bu kült kitabı bıraktı, ortadan kayboldu.
“Ambrose Bierce'e ne oldu?” diye soracaklara verilecek tek bir yanıt var belki de: Şeytan aldı götürdü...
Mürekkebi Kurumadan:
Şeytan tuzakları
Bierce’in sözlüğünde, "Çocukluk", "İnsan hayatında bebekliğin bönlüğüyle gençliğin budalalığı arasında kalan dönem"dir.
"Din", "Umut ve Korku’nun, Cehalet'e Meçhul’ün doğasını açıklayan kızı"dır.
"İman", "Hiçbir bilgisi olmadan konuşan birinin eşi benzeri olmayan olaylar hakkında söylediklerine hiçbir kanıt olmaksızın duyulan inanç”tır.
"Kilise", "Rahibin Tanrı’ya, kadınların da rahibe tapındığı bir yer"dir.
"Kira", "Kan emici vampirler tarafından emeğin erdemli evlatlarına dayatılan bir zulüm"dür.
"Tarih", "Çoğu budala olan askerlerin ve çoğu düzenbaz olan liderlerin yol açtığı, çoğu önemsiz olan hadiselerin çoğu yanlış olan anlatımı"dır.
"Yıl" ise, "Üç yüz altmış beş hayal kırıklığından oluşan süre"dir.
Bu alıntıları, Şeytanın Sözlüğü'nün, kısa bir süre önce Metis’ten çıkan Özde Duygu Gürkan çevirisinden aldım. Bundan sekiz yıl kadar önce Cemal Atila çevirisiyle Omega’dan da çıkmıştı kitap.
O günlerde, Radikal Kitap’ta yazdığım Yeryüzü Kitaplığı’nda, burada yinelemeyeceğim kimi eleştiriler yöneltmiştim Atila’nın çevirisine. Özde Duygu Gürkan’ın çevirisinin ise daha özenli, daha incelikli olduğunu söylemeliyim.
Şeytanın Sözlüğü, çevirinin şeytan tuzaklarıyla dolu bir kitap. Çevrilmesi gerçekten zor.
Bierce, sözcüklere, kavramlara kendine özgü açıklamalar, tanımlamalar getirirken, İngiliz dilindeki sözcüklerin, adların, fiillerin taşıdıkları çift anlamlardan, dönemin toplum yaşamına yaptıkları göndermelerden yararlanıyor.
Çevirmenin, Bierce'in “şeytan tuzakları”na düşmesi işten değil. O yüzden, bu denli zorlu bir uğraşı göze aldıkları için iki çevirmeni de kutlamak gerek.
Yine de, dediğim gibi, Gürkan’ın çevirisi bu sıra dışı sözlükteki "şeytanlıklar"ı daha iyi Türkçeleştiriyor.