| ISBN13 978-975-342-974-0 | 13x19,5 cm, 96 s. |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et | | Giriş bölümünden, s. 9-10 Bir yabancı olmanın ne demek olduğuna dair iki deneme var burada. Birincisi on altıncı yüzyılın şafağında küresel bir ticaret imparatorluğunun merkezi haline gelen Venedik’te geçiyor; söz konusu imparatorluğun idamesi için gerekli olan yabancıların çoğu şehrin kendisinde istenmiyordu: Almanlar, Yunanlılar, Türkler ve Yahudiler — Yahudiler en az istenenlerdi. Size düşman bir yerde bir hayat kurmaya çalışmak nasıl bir şeydi? 1960’larda Venedik’teki Yahudi gettosunu ilk kez ziyaret ettiğimde kendi kendime bu soruyu sormuştum. Adayı meydana getiren sessiz, ıssız adalar hâlâ İkinci Dünya Savaşı’ndaki tard edilmelerin ve toplu katliamların hayaletleriyle doluydu, Yahudilerin sinagogları silinip gitmiş, evleri de göçük vaziyetteydi. Ama çok eskiden, Rönesans’ın en parlak dönemlerinde, İspanya’dan sürülen Yahudiler burayı yuva haline getirmeyi başarmışlardı. Bunu yapma tarzları, yalıtılmış bir halde yaşamaya zorlanan başka sürgün ve göçmenlerin kendileri için nasıl bir cemaat yaratabildiği konusunda bir şeyler gösteriyor bize, bana kalırsa. İkinci deneme zamansal olarak bize daha yakın yabancılar ve yabancılık hakkında. Hayatının büyük bölümünü Britanya’da sürgünde veya Kıta Avrupası’nda şehirden şehire sürüklenerek geçiren, on dokuzuncu yüzyılın büyük Rus reformcusu Alexander Herzen’in hayatı etrafında gelişiyor bu yazı. Herzen’in hikâyesini bana bir gece Isaiah Berlin anlatmıştı —filozof, Herzen’in hayat koşullarına, hayatta kalma stratejilerine ve duygularına daldıkça epey uzun bir gece olmuştu. Aslında Isaiah Berlin de sürgündeki bir Rus’tu ama ikisinin kaderleri dünyalar kadar farklı gelişmiş, Berlin Britanya’daki müesses düzenin kalbinde kendisine bir yer açmışken, Herzen yaşadığı her yerde yabancı olarak kalmıştı. Herzen sıla özlemine ya da kendi kendine acıma tavrına yenik düşmek yerine, yaşadığı yerinden-olmayı anlamlandırmaya çalışmış, hatta bunu bir hayat tarzı olarak kucaklamıştır. Onu modern kılan da bu kucaklamadır. Yerinden-olma ve yer-değiştirme ekonomi ve siyasette yön verici olgular olmanın yanı sıra modern sanatın amblemleri haline de gelmişlerdir. Berlin Herzen’in hikâyesini katman katman anlatırken bu hayatın sanatlardaki yerinden-olma ile ne kadar bağlantılı olduğunu merak etmiştim; ikinci deneme işte bu bağlantıyı araştırıyor. Bu iki deneme tematik olarak birbirine bağlı olmakla birlikte farklı yollardan ilerliyorlar. Birincisi daha düz bir tarihsel anlatım iken, ikincisi daha çok bir insanın hayatı —siyasete adanmış bir hayat— ile sanat pratikleri arasında bağ kurmaya yönelik bir deney mahiyetinde. Burada yayınlanan Venedik çalışması Ten ve Taş adlı kitabımda anlatılan getto tarihinin daha uzun bir versiyonudur; Herzen anlatımı da, yine, dostum Joseph Rykwert onuruna düzenlenen bir Festschrift için yazdığım bir denemenin daha uzun bir versiyonudur. Benden bu çok kısa kitabı toparlamamı istediği için ve yayıma hazırlama sürecindeki önerileri için Lucasta Miller’a teşekkür borçluyum. Londra, 2011 |