Ali Bulunmaz, "Efendin kim senin?", Cumhuriyet Kitap Eki, Mayıs 2014
Günümüzün en gıldırgıcık sorunlarından biri tercih etme üzerinden yürüyor. Kendimizce hep “en iyiye” veya “ideale” doğru gitmeyi hedefliyoruz. Bunun yarattığı akıllara zarar gerilim bir yana acaba gerçekten biz mi seçiyoruz? Bindiğimiz alamet bizi bir tür kıyamete götüredursun bu konular üzerine kafa yoran Renata Salecl gibileri buz gibi tokatlar atıp Seçme İkilemi minvalinde kitaplar yazıyor da ayaklarımızın biraz olsun yere basmasını sağlıyor.
Sen seç(me)
Sloven yazar Salecl, kişinin “kendi yaşamının hâkimi olduğu” aldatmacasıyla seçmeye zorlandıkları arasındaki ince bağlantıyı ortaya koyup kapitalizmin, pazarın ve algı yönetiminin ördüğü ağı kurcalıyor. Salecl’ın tezi, tüketim toplumunda yalnızca ürünler arasında seçim yapmaya değil, yaşamımızın bütününde seçime iteklenişimiz üzerine kurulu. Reklamlardan tutun da görüp işittiğimiz her şey bize “sen seç” derken kenardan asıl zehri veriyor: “Ama bizim istediklerimizden birini.” Panik ataklar ve onu yatıştırmakla görevli uzmanların (psikiyatrlar, yaşam koçları ve danışmanların) her geçen gün daha da öne çıkmasına şaşmamalı, değil mi? Bilinçaltındaki veya üstündeki endişe daha çok tüketmeye, bu tüketim de katlanan kaygıya yol açıyor; Salecl’ın da dediği gibi bu kısırdöngü hayatımızın rotasını çiziyor. “Doğru” hayatı bulmaya çabalarken eldeki doğrulardan da oluyoruz: “Kişisel gelişim” uğruna toplumsal değişimi başlatmak için gerekli bakış açısının şirazesi kayıyor. “Kendi yaşamımızın efendisi” olduğumuza yönelik algı, aslında bizi sınırlı ve benzer şeyler seçmeye sürükleyen bir yeme dönüşüyor.
“Kişinin kendi hayatını seçmesi”, bazı somut noktalara dayanıyor, örneğin ev, mobilya, sevgili… Bunlar da hep “kişiliği yansıtan göstergeler” olarak kabul ediliyor. Sanecl’a göre seçimlerimizdeki her kalem, tıpkı ev dekorasyonu ve renk uyumu gibi hayatımızı “düzene koyan” birer edime dönüşüyor. “İdeal olana” ulaşma amacı seçme ikilemini, seçme ikilemi de yeni yasak ve kısıtlamaları, nihayet hepsi zıvanadan çıkan bir kaygıyı besliyor.
Yalnız bu kaygının öbür tarafı, bir başkası için seçmekle; bir başkası gibi olmakla ilgili. “Karşındaki gibi cazibe ve şöhret dolu hayata ulaşabilirsin” mesajı, kişide “Bende niye yok?” gerilimini tetikliyor. Bunun bir ileri aşaması “benim bedenim, benim sorumluluğum”; aslında o noktadan sonra her şey bir başkasına benzemeye, “onun gibi olmaya” vardığı için herhangi bir özgünlükten söz etmenin anlamı da kalmıyor. “Kendin yap”, “kendini yönet” ve “kendin seç” de hayli güzel süslenmiş bir algı ve pazarlama taktiği biçiminde karşımıza dikiliyor. Söz konusu akıntıya kapılanlar için bir “çıkış yolu” var elbette: “Mış gibi yapmak.”
Yönetilen insan
Salecl, şu noktada anlaşmamız gerektiğinin altını çiziyor: Mutluluk ve hayatı bir hal yoluna sokmak için kişiye “kendisinin tek efendisi olduğu” söylenmesine rağmen, bu pompalama insana büyük bir yük bindiriyor. Yazar, Lacan’nın yardımıyla geç kapitalizmde “kendimizi efendi olarak düşünmeye başladığımızı, böylece kendimizden sorumlu olduğumuzu sandığımızı” hatırlatıyor. Zaten bunun nasıl büyük bir yanılgı olduğu da bizi ezen kaygıdan belli. Kişisel gelişimcilerin bireyi ittiği “gidilmeyen yoldan gitme” kalıbını herkes zorladığında o kaygı biraz daha coşuyor. Devreye giren yumuşatma mekanizması ise bir başka “seçenekle” geliyor: “Daha az geçilmiş yola gir.”
Sanecl, seçme ikilemi ve bundan doğan kaygının yanında, başarısızlığın ve seçimle isteneni elde edememenin yarattığı utanç duygusundan da bahsediyor: “Yaptığımız seçimlerden utanç duyduğumuzda, bakışımızı toplum genelinden kaçırıp kendimize odaklanırız (...) yaşadığımız doyum ve keyfin sınırlarını kendi büyük başarısızlığımız sayarız.”
Her şeyin bizim elimizde olduğunu söyleyen baskın ideoloji, bir taraftan hayatı sadeleştirmeye girişir bir taraftan da bunaltıcı tüketim seçimlerine karşı yeni tüketim seçenekleri sunar. Dolayısıyla seçim, kişinin rasyonelliğiyle değil, yaratılan, yönetilen eğilimlerle ve kişinin psikolojik yapısıyla ilgili hale gelir.
Yazarın kitap boyunca vurgulamaya çalıştığı şey, seçimlerimizin hayatımızda hiç beklemediğimiz zamanlarda gerçekleştiği. Baskın ideoloji, hayatımızın akışının öngörülebilir olduğunu söylerken geleceği öngörme becerisi veya ihtimalini sıfırlar; “kendi hayatının efendisisin” balonu patlar. Sanecl’a göre bir çıkış yolu var: Bize sunulanların ne olduğunu anlamaya çalışırsak seçim zorbalığının da üstesinden gelmek için bir adım atabiliriz.