Barış Çatal, "Büyük harfli ‘Tarih’ yazımının sorunları", Agos Kitap/Kirk, 24 Mayıs 2014
Bazı kitaplar daha baştan çeker sizi… Bunlar çoğunlukla konu ve kapak bileşenini iyi yakalamış, metaforlara dair göndermeler yapan kitaplardır. Metis Yayınları’ndan yayımlanan ‘Tarih Nasıl Yazılır?’ da böyle bir kitap işte… Tarih metodolojisinin ve tarihyazımının ‘sıkıcı’ dünyasına girerken önce kitabın kapağına takılıyorsunuz. Kapakta ‘The Incredible Shrinking Man’ (1957) filminin setinden bir sahne yer alıyor. Set işçileri büyük bir makas ve kalem taşıyorlar. Böylece aslında tarih dediğimiz olgunun nasıl müdahalelere açık olduğunun mesajını alıyoruz.
Foucault’dan Raymond Aron’a
Yazar Paul Veyne, kitabını 1971’de kaleme almış. Kitabından hem Michel Foucault ile bir hayli ortak çalışma yaptığını hem de Raymond Aron’dan (özellikle de Aron’un ‘Felsefe Tarihine Giriş’inden) etkilendiğini öğreniyoruz. Belki de yazının sonunda söyleyeceğimizi burada zikredelim: Veyne’nin kitabı, tarihyazımına dair en bilinen ve Edward Hallett Carr’ın 1961’de yayımlanan kitabı olan ‘Tarih Nedir’ine, 1971’de Fransa tarihyazım geleneğinden en önemli katkılardan biri gibi görünüyor.
Bu kitap tarihyazımına dair deyim yerindeyse aforizmalarla yüklü… Bu ‘aforizmalar’la Veyne hem okuyucuya tarihyazımının ipuçları hakkında bir şeyler söylüyor hem de tarihçinin zihninin nasıl işlediğiyle ilişkili ‘tüyo’ları okuyucuyla paylaşıyor. Örneğin tarihçinin kaleme aldığı metne ve konusuna ilişkin şöyle diyor Veyne: “Tarihçi, sanki başka bir gezegenden geliyormuş gibi, bir uygarlığı ya da dönemi her şeyiyle betimlemez, onun tam bir envanterini çıkarmaz; okurun, her zaman gerçek sayılanlardan yola çıkarak, o uygarlığı kafasında canlandırabilmesi için gerekli olanı söyler sadece.”
Peki, o halde tarihçi çalışmalarıyla ne ortaya koyuyor? Veyne’nin bununla ilişkili yanıtı ise şöyle: “Tarihçi hiçbir zaman bizim dünya görüşümüzü altüst edecek gümbürtülü bir ifşaat getirmez; geçmişin sıradanlığı, birbirine eklenerek sonunda hiç beklenmedik bir tablo ortaya çıkaran önemsiz, özel durumlardan oluşur.”
Veyne kitabı boyunca tarihyazımına dönük yerleşik kalıpları sarsmaya çalışıyor. Ancak bunu yaparken hamasetten uzak bir şekilde kanıtlarını sunuyor ve bu kanıtları sunarken anlatıyı da zenginleştiriyor. Bununla bağlantılı katkılarından biri bugün Türkiye tarihçiliğinde de tartışılan “tarihin yöntemi” meselesidir. Sözü Veyne’e verelim: “Tarihin yöntemi yoktur, çünkü tarihin hiçbir beklentisi yoktur; gerçek şeylerin anlatılması onun için yeterlidir. Tarih yalnızca gerçeğin, hakikatin peşindedir, bu yönüyle kesinlik peşindeki bilimden ayrılır. Hiçbir norm dayatmaz, hiçbir kuralı temel almaz, onun için kabul edilemez olan hiçbir şey yoktur. Tarih dediğimiz yazı türünün en özgün niteliği budur.”
Veyne’nin yürüttüğü bir başka tartışma tarihin bilim olma, kendisini bir bilim olarak ispatlama/ispatlamaya çalışma meselesidir. Veyne bu konuya dair görüşlerini şu şekilde ifade ediyor: “Tarihin bilgi eşiğine de anlaşılırlık altsınırına da tahammülü yoktur; olmuş olan hiçbir şey olmuş olduğu andan itibaren tarihin dışında tutulamaz. O halde tarih bir bilim değildir; böyle olmakla titizliğinden bir şey kaybetmez, ama bu titizlik eleştiri alanındadır.”
Tarihçiliğin en büyük marifeti
Veyne konuyu ele alırken kendi fikirlerini de okurla samimi bir şekilde paylaşmaktan geri durmuyor. Tarihçiliğin nasıl olabileceğine dair temennisini okurlarıyla şu cümlelerle paylaşıyor: “Tarih’çiliğin en büyük marifeti ne olurdu, biliyor musunuz? Büyük harfli Tarih fikrinin sıkıntılarını ve tarihse nesnelliğin sınırlarını gün ışığına çıkarmak. Daha da basiti, en başta büyük harfli Tarih fikrini ortaya atmamak ve ay-altı âlemin muhtemelin krallığı olduğunu baştan kabul etmek olurdu.”
Okur, bütün bunları ve daha fazlasını gayet eğlenceli bir dille yazılmış kitapta bulabilecek. Yazar, alana dair temel meseleleri basit, ama önemli soruların peşinden giderek kitabını kurgulamış. Bu arada tarihyazımı üzerine bu hacimli ve ayrıntılı kitabın, gayet güzel bir çeviriyle ve editoryal olarak emek harcandığı belli olan bir şekilde okuyucuya ulaşmasına katkıda bulunanların da hakkını vermek gerekiyor.