Halim Şafak, "iki dünya arasındaki zaman / şiir", Bireylikler Dergisi, Ocak-Şubat 2014
Mustafa Erdem Özler’’in ilk kitabı Kelebekli Zaman’ın ilk şiiri okuru bir anda Hilmi Yavuz ve etkisini çağıran bir düzeye götürüyor. (Can,2001 ) Sonra ki birkaç şiir de benzer duygularla okunmalarına izin verirken ileride bu dediğimiz belirsizleşiyor.
Hilmi Yavuz’un arka kapaktaki değerlendirmesiyle özellikle hayat vurgusuyla aynı şiiri kendinden uzak tutmaya çalıştığını da düşünebiliriz. Kaldı ki Hilmi Yavuz’un ruhsallığı ve arkaizmi karşısında Mustafa Erdem Özler’in şiirinin orda durmasının mümkün olmadığını da kestirmek mümkündür. Yer yer tarihsellik duygusu hatta Osmanlı üstünden gelen arkaizm şiirlerine uğrasa da benzer bağlamlardan kalkındıklarını da söylemek zordur.
Sözünü ettiğim etki gelenek olarak da anlanabilir. Hilmi Yavuz ve şiiriyle karşılaşmanın da o etkinin içinde olduğu söylenebilir. Kabul etmek gerekir ki o yıllar da Hilmi Yavuz özellikle şiir üstünden -ben dâhil- epeyi okuru etkilemiştir.
Gelenek dediğim şey etkisini ruhsallıktan önce biçim olarak göstermiştir. İzleksel ve ruhsal etkileşimi daha sonra çağırmıştır. Başta sözünü ettiğim düzey tam da budur. O yıllarda geçmişle ilişki kurma yolunun dönemin politik ve ideolojik biçimlenmesine bağlı olarak sokaktan çok ev ve evin bahçesi olması da o biçimsel ve izleksel etkileşimi bizim için şiirde tutmuştur. Mustafa Erdem Özler’in şiiri bunların hepsini geçmiş Hilmi Yavuz’un da altını çizmek zorunda kaldığı hayat ayrılık olmuştur.
Ama şiirin başında zaman vardı. Zaman her ikisi için ortak bir bağlam ve izlek olarak anlanmaya uygun duruyor. Her ikisinin zaman ve düşüncesinden çıkardıkları sonucun aynı olduğunu söylemek zor. Hilmi Yavuz için zaman mistik olanı çağırırken Mustafa Erdem Özler’de hayata ve onun eleştirisine dönüşür. Bu noktada zaman her ikisi için yakınlık olduğu kadar uzaklıktır. Tarihi Ayı Öfkesi’ne gelindiğinde bu dediğim öfkeli bir uygarlık eleştirisi olmakta zorluk çekmez. Şairin merkezde/şehirde oluşu aynı zamanda taşranın biraz olsun geride tuttuğu uygarlıkla karşı karşıya gelmesi ve onunla birlikte yaşamak zorunda kalmasıdır. Eleştirel olan tabii çoğu zaman eleştiriyiı geçip öfkeye dönüşmenin yollarını arar bulur. Böylelikle eleştiri baştaki özelliklerinden kurtulup öfke olur.
Aslına bakılırsa eleştiri dediğimiz şey şiirde hiçbir zaman bildik haliyle yer almaz/olmaz. Bu da şiiri yandaşı eleştiriden ayıran ayrı tutan özelliktir. Kaldı ki eleştiri dediğimiz şeyin şiiri kesmeyeceği de söylenmelidir. Öyleyse öfkeyi çağırmak gereklidir. Ama ondan sonra da önce de ironiyi çağırmalıyız.
Öfkeyi de yine dünyaya ondan önce uygarlığa saldırı biçimi olarak kabul edebiliriz. Hatta öfke burda kendini hayvani olanla ilişkilendirilmeye açık tutar. İnsanın vahşi yanları, vahşi yanlarımız, ilkelliğimiz ve o ilkelliğin duyguları öfkenin kendisi olur diyebiliriz. Öfke ilkel olduğu kadar insanidir, insani duygudur. Şair öfkelenmeyi sever arkasından koştuğu/koşturduğu şiir de!
Mustafa Erdem Özler’in şiirlerinde iki zaman/dünya var. (İki zaman diyorum çünkü geleceği de bugünün içinde sayıyorum.) Şiirin bu dünyanın birbirine geçmesini, birbirine bağlanmasını kimi zamanda birbirinin uzağına düşmesini sağladığını yazabilirim. Dünyalardan biri çocukluksa ötekisi şimdiki zamandır. Daha doğrusu yaşamakta olduğumuz, yaşamayı sürdürdüğümüz ve daha da yaşayacak olduğumuz zamandır. İkisinin böyle yakınlıklar içinde olması insan hayatı için iyidir.
Zaman olarak bugün karşı çıkmanın nedeni olurken çocukluk dediğimiz mutlu zaman ise bugünde yaşamayı kolaylaştırmak için geçmişi çağırır. Bugün neresidir sorusu bu bağlamda şehirdir/İstanbul’dur diye yanıtlanabilir. Bugün İstanbul olunca geçmiş eski bir kasabadır/Muğladır. Sorunlu bir şehir algısıyla konuşmayı denersek kasabadır. Kasabanın oluşturduğu şehir algısı İstanbul karşısında geri çekilmek zorunda kalır. Kaldı ki kasabayı baştan çocukluğumuz kabul ettiğimizden dönme arzumuz da pek olmayacağı için geçmişte bırakabiliriz/bırakırız. Biz böyle arzu etsek de yaşadığımız sürece geçmiş bizimledir.
O geçmişin kelebekli bir zaman olması kuşkusuz kışkırtıcıdır. Ne var ki kelebek gibi mutlu zamanın ömrü de kısadır. Bu da dönülmezliği çağıran başka bir durumdur. Özler Kelebekli Zaman’da bu dönülmezliğin/ dönülemezliğin içinden konuşur yazar. Erdem Devesi (metis,2009) ve arkasından gelen Tarihi Ayı Öfkesi (metis,2013) dönemeyenin şehir haliyle ilgilidir ve öfkelidir. Organik olanın peşine düşülürken şehir bir çarpışma yeri olmuştur.
Ama tek bir şeye bir şey olmamıştır: o da çocukluktur. İster mutlu isterse başka bir zaman olarak kabul edilsin hatta şehre varınca geride kasaba gibi kalan şehirler de taşra kabul edilsin o çocukluğa bir şey olmuyor. Kaldı ki ilk kitabın anne baba ve kardeşe ithaf edildiğini düşünürsek yolculuğun baştan taşra dediği çocukluğu içerdiği ve oraya yönlendiği bellidir. Bu yüzden geçmiş en çok Kelebekli Zaman’dır.
Öte yandan şehirle birlikte bugünle açıklanması mümkün bir yabancılaşma eğiliminin ya da gidip gelmesinin söz konusu olduğunu belirtmeliyim. Bu çocukluğun ya da taşranın artık bir şey yapamadığı, yapamayacak hale geldiği bir zaman ve sonucudur. Bunun Mustafa Erdem Özler’in şiirinde şiddetli, yıkıcı, saldırgan, sert bir şeyleri usul sesle kimi zaman canhavliyle çağırdığını söylemeliyim Sakinlik mi metanet mi ne derseniz deyin tanımlamakta zorluk çekeceğimiz bir durum varsa o da ironiyle ancak açıklanabilir. Belki bu sakinliği ve öfkeyi sözcükleri, söz, harfleri istediği eğip bükmesine, onlarla oynamasına, değiştirmesine, çoğaltmasına, tekrar etmesine ve onların sesine borçluyuz da denebilir.
Şiir iki zamanın bugüne yönelmiş öfkesidir. Mustafa Erdem Özler bu iki zaman üstünden geçmişini şiirinde tutarken bir yandan şehirle zamanı uygarlık eleştirisine ama daha çok öfkesine dönüştürür. Öfke dediğimiz şey tamamıyla düzensizdir. Öfke düzen dediğimiz şehre saldırır. Böylelikle şiir zamanın egemenliği karşısında öfkeyi insan duygularının en başına geçirerek direnir.
Umarım okur Mustafa Erdem Özler’in üç şiir kitabıyla bunlar ve benzer düzeyler üstünden ilişki kurmaya çalışır. Şiir daha özelde Mustafa Erdem Özler’in şiirleri ancak ve böylelikle bireyin şehri sallayan öfkesi haline gelir.
"sesin gömüldüğü şiiri muhakkak ziyaret edin"