Şener Şükrü Yiğitler, "Habis yaratıklar külliyatı", Radikal Kitap Eki, 22 Mart 2013
“Bana ejderhaların var olmadıklarını söyledin. Sonra da onların mağarasına götürdün” diye eski bir deyiş var Batı geleneğinde. Richard Kearney biraz farklı bir tutumla daha en baştan bize yabancılar, tanrılar ve canavarların var olduğunu söylüyor, ancak bunları göstermek için bizi “vahşi şeylerin olduğu yere” götürme zahmetine girmiyor. Kilise duvarlarından sinemanın kült filmlerine, yüksek edebiyattan popüler kültüre kadar habis yaratıklar külliyatı dökümünü önümüze koyuyor. Kearney, Yabancılar, Tanrılar ve Canavarlar’da bizleri yabancılar, tanrılar ve canavarlara karşı daha misafirperver olmaya davet ediyor.
Günah keçisinin soykütüğüne gidildiğinde “öteki” figürünün tanımlanması konusunda çelişkili yorumlar olduğu görülür. Günah keçisi, kurban etme hukukuna uygun seçilmelidir ve elbette hem kutsal hem profan hukuk bize onu yabancılar arasında aramamızı emreder. “Öteki”nin kimlik inşası “Ben”in konumuna göre yapılır. Julia Kristeva’nın “sanat, din ve psikanaliz”e içkin gördüğü yabancı sorununa Kearney, felsefi bir yanıt bulma arayışındadır. Batılı filozofun sanat ve dinin kültürel bilinçdışına ittiği yabancı, karanlık tarafa geçtikten sonra onu tarif edebilmek kurucu mite dönmekle mümkündür ancak. Burada, ilk olarak “babasını hadım eden ve kendi çocuklarını yemeye çalışan canavar Saturnus” çıkar karşımıza. Mitten popüler kültüre uzanan bir Yakup merdiveninde liste oldukça kalabalıktır: Sfenks, Minotaurus, Leviathan, Aziz George’un Ejderhası, Grendel, Moby Dick, Vampir, Frankenstein ve Alien.
Tarifsiz bir kutsal emir
Bütün canavarların en kutsalı olan tanrı imgesi de kurban ayinleriyle doyurulmayı bekleyen yüce bir varlığa işaret eder. Ancak burada bir soru sorar Kearney: “İbrahim’e İshak’ı öldürmesini emreden ses ile bunu yasaklayan sesi nasıl ayırt edeceğiz?”
Mutlu bir topluma ulaşılması için ödenmesi gereken bedel yabancının dışlanmasıdır. Girard gibi çağdaş yorumcuların, Dionysosçu ayinlerdeki kurban etme ritüelinin Yahudi-Hıristiyan gelenek tarafından insandan hayvana dönüştürüldüğü savını Kearney, Kenaniler, Yahudi olmayanlar, Yahudiler, heretikler, cadılar, Hıristiyan olmayanlar ve yeni kıtaların keşfinden sonra “ahlaksız” yabaniler gibi insan figürlerine uygulanan toplu infaz hareketleriyle çürütür. “Himmler, Yahudileri katletme emrinin ‘tarifsiz bir kutsal emri’ andırdığını iddia etmiştir.”
Yukarıda sıralanan öteki figürlerinin her biri birer “tekinsizlik” kaynağıdır. Heidegger ve Freud’un tanımlamaları da toplumun endişelerine aşağı yukarı tekabül eder. Buna göre tekinsiz, kişisel, toplumsal veya daha bütüncül bir güvenlik duygusunu istila eden, kendimizi evimizde hissetmemizi engelleyen şeydir. Neyse ki, yabancıların olduğu her yerde “Ben”i koruyan ve meşrulaştıran bir tanrı figürünün inayeti söz konusudur. Ulusal çıkarlar tehlikeye girdiği anda refleksif bir düşmanların doğması tesadüf değildir: “Kristall-nacht ve Auschwitz, göstermelik Sovyet duruşmaları ve gulaglar, Mao’nun kültür devrimi ve Tiananmen Meydanı, McCarthy’nin kara listeleri ve Reagan’ın Yıldız Savaşları (Stratejik Savunma Girişimi), Küba’ya uygulalan ambargo (…) İkiz Kuleler ve Afganistan’da patlayan bombalar” tarihin altın sayfalarına geçecek, “öteki” olana karşı tanrısal cevazla verilmiş mücadelelerdir.
Yabancı düşmanlığının Türkiye gibi ülkelerdeki tezahürlerinin anlaşılması için okunması gereken, Platon’dan Heidegger’e, Shakespeare’den Joyce’a uzanan Kearney’in bu bol referanslı eserini Türkçeye kazandıran Barış Özkul da özenli çevirisiyle takdiri hak ediyor.