Yankı Enki, "Bu karanlık bize ait", Taraf Kitap Eki, Ekim 2012
Bundan yıllar önce Rasyonalite ve Gotik Roman başlıklı bir makale için üniversite kütüphanesinde rafları karıştırırken karşıma Strangers, Gods and Monsters başlıklı bir kitap çıkmıştı. Yazarı Richard Kearney’i henüz tanımıyordum, ancak kitabın ismi yeterince ilgi çekiciydi. İçindeki bölümlerin başlıklarında geçen kavramlar da kitabın ismi kadar davetkârdı: Hayaletler, Melankoli, Terör, Kötülük, Günah Keçileri, Kurban Etme… Sayfaları çevirdiğimde de şeytan figürlerinden Apocalypse Now filminden çeşitli sahnelere, Edvard Munch’un Çığlık’ından Dürer’in Melankoli’sine kadar sanat eserlerinden örneklerin yer aldığını görmüştüm. Kitap disiplinlerarası bir bakış açısıyla yazılmış, sosyoloji, psikanaliz ve felsefenin iç içe geçtiği, popüler kültürden örneklerle dolu bir kültür çalışması eseriydi.
Orta yol çağrısı
Heyecan verici bir isme sahip bu kitabı birkaç yıl sonra Metis Yayınları’nın yayına hazırlanan eserleri arasında gördüğümde heyecanım daha da artmıştı, çünkü kitabın hâlâ okumadığım bölümleri vardı. Artık güzel bir çeviriyle kitabın geri kalanını okuma şansım da olacaktı. Aradan biraz daha zaman geçti ve en sonunda Richard Kearney’nin bende iz bırakan kitabı Yabancılar, Tanrılar ve Canavarlar: Ötekiliği Yorumlamak ismiyle yayımlandı. Beklenen güzel çeviriyi Barış Özkul yaptı.
Bu kez kitabı elime aldığımda daha önce hiç yapmadığım bir şey yaptım ve kitabın en başındaki yazar biyografisinden bir satırın altını çizdim. İrlandalı yazarın yaptığı birçok şeyin yanında şöyle bir cümle de yer alıyordu: “Kuzey İrlanda barış antlaşmasının hazırlanmasına katkıda bulundu.” Böyle bir katkı, böyle bir kitabın yazarı için önemliydi. Ne de olsa günümüzün filozofları ya da entelektüelleri eylemlerinden ziyade metinleriyle ön planda oluyor. Hele de böyle farklı disiplinlerin sınırlarını aşıp bir alandan ötekine sıçrayan ve hatta yapılması gerekenin de bu olduğunu iddia eden 21. yüzyıl entelektüelleri, geçmişin temel metinleri ve eylem anlayışlarında takılıp kalan muhafazakârlar tarafından anlaşılır olmamakla, kuramlardan kopyala-yapıştır yapmakla, aşırı eklektik olmakla veya tabiri caizse boş işlerle uğraşmakla suçlanıyor. Richard Kearney’nin de böyle bir içerikle, hatta tam da ötekilik üzerine yazdığı bir kitapla bunlara benzer bir eleştiriyle karşılaşması mümkünken, onun bu kadar hayatın içinden, pratikte insan yaşamına dokunan bir katkısından bahsediliyor olması işte bu yüzden çok önemli. Ötekilik üzerine derdini anlatırken bilimkurgu filmlerinden, Dracula’dan, Dr. Jekyll ve Mr. Hyde’dan ya da Hamlet’ten bahseden bir yazarın; hakiki canavarlarla olan derdini, mitlerdeki, edebiyattaki ve sanattaki canavarlarla birlikte aktaran bir entelektüelin aslında elle tutulur şeylerden bahsettiği ve insanlık için önemli meselelere işaret ettiği buradan belli oluyor. Bu kitap tam da bunun hakkında; kutupları ortadan kaldırmanın, sınırları ve kalıpları ihlal eden düşüncelerin savunulmasının, ötekiyi kucaklamanın, korkuyla yüzleşmenin... Ötekiliği yorumlama imkânlarımızın çokbilmişlik yapmayan, alçakgönüllü bir manifestosu. Kearney’nin deyimiyle bir “orta yol” çağrısı: “Kutuplar arasındaki uzamı keşfe çıkmalı, en yüksek olan ile en alçak olan arasında kalan eşikleri mesken tutmalıyız. Orta yola odaklanmalıyız.”
Tabii bu metinlerin 11 Eylül sonrası metinleri olduklarını da unutmamalıyız. Canavarlarla barışmamızı öğütlüyor Kearney, ama bunu kuramlar eşliğinde söylemenin çok kolay olduğunu biliyoruz. Yine de şunu belirtecek kadar duyarlı yaklaşıyor bu yüzleşme meselesine: “Canavarca eylemler canavarca fanteziler kadar önemlidir. İkisinden de sorumluyuz.” Çözüm önerirken eyleme dönük bir bakışla yaklaşabiliyor konuya, çünkü sorunu sözde değil özde görüyor. Öyle olmasa böyle bir kitap yazılır mıydı zaten?
İçimizdeki canavarlar
Kearney’nin eserinin en önemli ve çağdaşlarından farklı yanı da, modernlik eleştirisi olduğu kadar postmodernlik eleştirisi de sunması. Yazarın aynı orta yol perspektifi burada da devam ediyor. Sonuçta bu kitap iddiası gayet açık olan, beslendiği kuramları baştan belirlemiş olan bir eser. Kearney’nin yapısının temelinde sınırları ihlal eden, eşikte duran, müphem olan kavramlar ya da anlatılarda yer alan kahramanlar var. Özellikle Derrida’dan, Kristeva’dan, Freud’dan, Heidegger’den aktardığı kavramlarla olgunlaşan bir yapı bu.
Bu yapıya göre modern insan canavarlar yaratır, çünkü canavar onun içindedir. Canavarın içinde olduğunu kabul etmedikçe bu korkuyu dışarıdaki bir figüre, hatta bir ülkeye, millete, ırka, dine bile yansıtabilir. Söz konusu bir bilimkurguysa bir uzaylı olarak görürüz onu. Gotik bir romansa bizden uzaklarda kadim bir şatoda yaşayan bir ölü, bir vampirdir bu yabancı. İçindeki hayvan, yani içindeki o derin yarıktan çıkan yabancı bir kurtadam olur. Gündelik hayattaki dehşeti ise bir gün televizyonu açtığımızda uzaklarda bir yerlerde iki dev kuleye giren uçaklarda görürüz. Ya da yakında bir yerlerde oluyordur her şey, ama televizyon ekranı bizi her şeye uzak olarak konumlandırır. Dehşet yanı başımızdadır hâlbuki. Ölüm yakamıza yapışmıştır. Hayvan içimizdedir. Yabancı, sabah baktığımız aynadadır.
Öteki yüceltilmemeli
İşte bu yaklaşımının yanında ötekiliği yorumlarken bir yandan postmodernlik günahını çıkarmak da istiyor Kearney. Ötekiyi kucaklamak demek onu yüceltmek olmamalı ona göre. Çünkü burada öteki dediğimiz o dünya aslında “ben”den bağımsız bir küme değil. Öteki, madalyonun diğer yüzü, bir şeylerin altı, bir şeylerin ardı, bir şeylerin arkası… Benden ötekiye giden yolla ilgileniyor Kearney, daha doğrusu gidemeyen, gidilemeyen, bir türlü çıkılamayan o yoldan bahsediyor. O yüzden “ben”e karşı ötekinin saflarında durmak değil mesele. “Tapınılacak yeni bir şey” ya da “ötekinin fetişleştirilmesi” kaçınılması gereken bir şey bu bağlamda. “Her iki uç da yabancıların hem içimizde hem de ötemizde olduğu gerçeğini gözardı eder,” diyor, böylece modernliğe daha fazla yer ayırarak yaptığı eleştiriyi aynı biçimde postmodernliğe de yöneltmiş oluyor.
Uzun lafın kısası, yabancılar, canavarlar ve tanrılar hep vardı ve var olmaya devam edecekler. Bizim yapabileceğimiz birçok şey var ama önce bir adım atmak, hem de karanlığa doğru, korkutucu olduğunu bildiğimiz bir adım atmak gerekiyor. Bu kitabın gösterdiği üzere, o adımı atmamak daha dehşetli sonuçlara yol açıyor çünkü. Prospero’nun Caliban’a söylediklerini aktarıyor Kearney: “Bu karanlık şey bana ait, kabul ediyorum.” İşte bunu söylemekle işe başlamak gerekiyor.