| ISBN13 978-975-342-825-5 | 13x19,5 cm, 240 s. |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et | | Cüneyt Kavalalı, ''Kırgın bir adamın öyküsü'', Sabah Kitap Eki, 16 Aralık 2011 Eğer kitapları bir renkle tanımlamamız istense Yukarıda Ses Yok’a ''gri-mavi'' derdim. Tıpkı kitabın kahramanı Helmer’ın çiftliğindeki odalarını yeni baştan boyadığı renk gibi ya da tıpkı çiftlik evinin bulunduğu Kuzey Hollanda’daki coğrafyaya hakim olan genel renk gibi... Gri-mavi her şeyden çok yalnızlığı ve tecrit edilmeyi çağrıştırıyor. Romanın konusu da zaten coğrafi nedenlerle tecrit edilmiş gibi duran bir kırsal arazide yaşayan, yalnız bir adamın hikayesini anlatıyor. Aslında tam yalnız sayılmaz. Ne de olsa çatı katına yerleştirdiği ve son gününün gelmesini beklediği yatalak bir babası var Helmer’ın. Ama o baba sağlıklı da olsa bir şey fark etmezdi çünkü Helmer, doğuştan yalnız ruhlardan… Üstelik kaderin o tuhaf espri anlayışıyla Helmer, çoğumuzun aksine doğuştan yalnız olmamakla kutsanmıştır. Kendisine tıpatıp benzeyen bir ikiz kardeşi daha vardır Helmer’ın; Henk... Ta ki Henk, henüz 18 yaşında bir araba kazasında ölene dek... İlk romanı olan Yukarıda Ses Yok ile en prestijli edebiyat ödüllerinden Uluslararası IMPAC Dublin Edebiyat Ödülü’nü kazanan ilk Hollandalı yazar olan Bakker, tıpkı kahramanı Helmer gibi bir çiftçi ailesinin çocuğu olarak dünyaya gelmiş ve yine aynı onun gibi Amsterdam Üniversitesi’nde Hollanda dili ve edebiyatı okumuş. IMPAC sonrası tüm dünyada tanınır hale gelen Bakker’in peşi sıra iki romanı daha yayınlanmış. Yukarıda Ses Yok ise 40’tan fazla ülkede yayınlanmış. Peki Bakker’in bu ani başarısının sırrı ne? İlk bakışta son derece yavaş ilerliyor görünen ve neredeyse bir çiftlik evinin günlük işleri haricinde hiçbir şey anlatmayan Yukarıda Ses Yok, o yavaşlığın ardına saklı olan psikolojik derinliğiyle okuyucusunu yakalıyor ve tuhaf bir biçimde içine çekiyor. Kendinizi o ıssız kırsalda, neredeyse bomboş çiftlik evinde hissediyorsunuz siz de. Hepsi birbirinin aynı geçen günlerde tek yapabildiğiniz ise her gün biraz daha fazla geçmişi düşünmek ve onunla hesaplaşmak oluyor. Bakker bu duyguyu kuvvetlendirmek için diyaloglarını da ustaca kullanıyor. Hemen hepsi aynı gündelik yaşamımızda olduğu gibi bir yere varmayan, neredeyse banal şeylerden bahseden diyaloglar bunlar...Yani kahramanlar diğer kitaplardan alışık olduğumuz gibi son derece ‘edebi’ cümleler kurmuyorlar. Bakker aynı anda hem kurduğu dünya hem de diyalog yapısıyla, ‘gri’ ve sıradan bir hayatın tam kalbine dokunmayı başarıyor. Sade, kısa cümleleri ve kurduğu minimal dünyayla hayatın sıradanlığını ve bu sıradanlığın ardında saklı olanları en doğal biçimiyle okuyucusuna aktarmayı başarıyor. Tam burada çevirmen Türkay Yalnız’ın ustalığını da teslim etmek lazım! Yukarıda Ses Yok, aile çiftliğinde yatalak babasıyla birlikte yaşayan 55 yaşındaki Helmer’ın hayatından bir kesit sunuyor bize. Helmer, 18 yaşında ikiz kardeşi Henk’i kaybettiğinden beri bir yarısı yokmuş gibi yaşamaktadır. Henk’le olan ilişkisi ise ilginçtir aslında. Çünkü çok daha canlı ve girişken bir karakter olan Henk, daha çocukluklarından itibaren Helmer’ı hep gölgede bırakmıştır. Zaten şimdi artık bir yatalak olan, bir zamanların güç ve otorite simgesi babaları da ‘asıl’ oğlu ve çiftliğin kendisinden sonra idarecisi olarak Henk’i seçmiştir. Helmer çok da şikâyetçi görünmez bu durumdan, o da çok sevdiği üniversiteye gitmektedir. Derken bir gece barda çok güzel bir kız olan Riet ile tanışırlar. Henk ve Riet ilk görüşte âşık olurlar. Helmer da en az Henk kadar yakışıklıdır ama her zamanki gibi ön plana çıkan Henk olmuştur. Ancak 18 yaşlarındayken bir trajedi yaşanır ve yeni ehliyet alan Riet, Henk’le birlikte araba kullanırken bir kaza sonucu arabayı göle uçurur. Riet kurtulur, Henk ölür. Bu trajedinin aile üstünde birden çok etkisi olacaktır. Asla kurtulamayacakları bir kayıp duygusu, Helmer’ın babasının ‘emriyle’ okulu bırakıp çiftlikte çalışmaya başlaması ve Riet’in yine babaları tarafından hayatlarından kovulması. Babasının kendisini hiçbir zaman Henk kadar sevmediğini düşünen Helmer, zamanla en büyük duygusal desteği annesiyle sağlar. Ancak şimdi artık annesi de ölmüştür ve orta yaşa gelmiş olan Helmer, artık yatalak olan babasıyla son derece yalnız bir hayat yaşamaktadır. Yine de görüştüğü birkaç kişi daha vardır. En yakın komşuları ve kendisine platonik olarak âşık olan Ada ve iki küçük oğlu, çiftliğe sık sık gelen celep ve süt tankercisi genç çocuk... Helmer hiç evlenmemiştir, hiç kız arkadaşı da olmamıştır. O geçmişini düşündükçe biz de çocukken onlarla birlikte çalışan çiftlik yanaşmasıyla aralarında adı konmamış bir şeylerin yaşandığını hissederiz, sonra çiftlikten geçen genç erkeklere bakışları gibi detaylar eklenir anlatıma. Bir şey söylenmez ama sanki ima edilir. Tıpkı Helmer’ın babasına uyguladığı sessiz psikolojik ve biraz da fiziksel işkencenin doğrudan söylenmeyip, ima edildiği gibi… Helmer, babasını istediği zaman besler, istediği zaman kişisel temizliğini yapar. Ama ilgi göstermeden duramadığı gibi, yaşlı adamın çok istediği doktoru da çağırmaz. Helmer’ın içinde babasına karşı bir türlü alt edemediği bir hınç vardır. Onu hem ölüme terk etmek ister hem de sevmekten geri duramaz. Bakker, hem Helmer’ı hem de babasını daha iyi tanımamız için ilginç bir teknik uyguluyor bu arada ve ikisinin hayvanlara karşı olan farklı yaklaşımlarından bahsediyor. Helmer için hayvanlar sevilecek varlıklardır, örneğin sırf kendi zevki için aldığı eşeklerini çocukları gibi sever. Babası içinse hayvanlar ya para kazanmak için beslenmeli ya da zararlı oldukları için öldürülmelidir. Tıpkı çoğaldıkları için zararlı bulduğu kedi yavrularını düzenli bir biçimde acımasızca öldürmesi gibi. Baba kötü biri olduğu için yapmaz bunu. O sadece sert doğa koşullarında yaşamış, pragmatik bir çiftçidir. Duygularıyla değil, mantığıyla hareket eder. Tıpkı kendi oğullarına da davrandığı gibi... Öte yandan Helmer, hassas annesine çekmiştir. Dışarıdan kayıtsız görünse de duygusal biridir. Ancak edilgen yapılı Helmer, babasının baskısıyla da iyice pasifleşmiş ve hayatı boyunca kendi seçimlerini yapmayıp, hep kendisi için yapılanlara uymuştur. Ve şimdi de hayatının bu döneminde içinde saklı kalmış duygularıyla ne yapacağını bilemeyip, bocalamaktadır. Derken bir gün beklenmedik bir biçimde Riet onu arar. Ondan bir isteği vardır. Henk’in ölümünün ardından evlenen Riet’in, Henk’in adını taşıyan sorunlu bir oğlu vardır. Riet, Helmer’dan genç Henk’in bir süre onunla birlikte çiftlikte yaşamasını ve hayatı öğrenmesini ister. Genç Henk’in çiftlikte kalmaya gelmesiyle, hem Helmer’la babasının arasındaki ilişki hem de kendi geleceği bambaşka bir yöne doğru evrilecektir. |