Celil Civan, “Edebiyatın bir yararı var mıdır?”, Mostar, Ocak 2011
Akademik dünyanın edebiyat eserlerine bakışı üç eğilim gösterir: Yapısalcılık metni hayatla ve yazarla ilgisi olmayan bir bütünlük olarak görürken yapıbozumcu yaklaşım esere bir ötekilik atfeder: Metin, ona ne kadar yaklaşırsak yaklaşalım öteki olmaya devam eder, başka bir deyişle bir anlaşılmazlık içerir. Bu iki bakış açısının aksine Marksist edebiyat teorisi esere ideolojik yaklaşır. Eldeki metin ya bir ideolojiyi saklamak ve yeniden üretmekle suçlanır veya mevcut ideolojiye açtığı gedikler sayesinde baş tacı edilir.
Rita Felski bu üç yaklaşımı inkâr etmeden edebiyatın okur tarafından alımlanmasına farklı bir yaklaşım gösterir. Aslında Felski’nin perspektifi yeni sayılmaz. Akademisyenlerin belki amatörce ve naif bulacağı tutum, edebiyatın teoriye indirgenemeyen yönüyle ilgilenir ve şu soruyu sorar: Edebiyat metinleriyle ilişkimiz nasıldır?
Sıradan okur, akademik eleştirinin aksine çoğu kez bir esere kişisel, dahası duygusal bir yakınlık gösterir: Onu okurken kendini tanıma fırsatı yakalar, bazen insanlığa ve dünyaya dair yeni şeyler öğrenir, satırlar arasında yolculuk ederken büyülenir, kimi zaman da şoka uğrar. Rita Feslki bu dört yaklaşımı “tanıma, büyülenme, bilgi ve şok” başlıkları altında inceler. Yazara göre profesyonel yaklaşımlar ne derse desin biz bir romanla, hikâyeyle veya şiirle teorinin örtbas ettiği bir kişisel temas kurarız.
Felski, herhangi bir okurun sezgisel olarak anlayıvereceği bu bakış açısına teorik bir arka alan sunma gayreti gösterirken ne akademik dünyadaki eğilimleri yok sayıyor ne de büsbütün eseri kavrayacak bir bütünlük kurmak istiyor. Aksine Felski edebi eserin o ele avuca gelmez niteliğini öne çıkarırken okurla metin arasındaki ilişkiyi anlamaya çalışıyor.
Felski kitabın giriş kısmında çabasını yeni bir pozitif estetik taslağı olarak sunar. Ona göre eleştirmenler metinlere fazlasıyla kuşkuyla yaklaşırlar. Yapıbozumun farklılık vurgusu, marksist teorinin ideoloji bulma gayreti, metnin varlığını yok saymakla kalmaz, indirgemeci bir tutumu da işaret eder. Dahası söz konusu eleştiriler ilk çıktıklarında radikal görülseler de bugün için kendi başlarına bir gelenek haline gelmişlerdir:
“Kuşkuculuk rutinleşmiş, savunmacı, hatta şüphe giderici bir hal aldığında, kalıplaşmış kuşkularımızdan kuşku duymaya başlamanın, teşhis koymaya yetkinliğimizin güvenilirliğini sorgulamanın ve kendi ilgilerimizin gücüyle kesin bir biçimde yüzleşmenin vakti gelmiştir.”
Felski burada akademik eleştirinin ne kadar aykırı gözükse de artık rutinleştiğini vurgulamaktır. Bunun yanında benzer teorik bakış açıları, her ne kadar edebiyat metinlerine eğilseler de onun varlığını birkaç genelgeçer niteliğe indirgemekle kalır. Oysa eleştirmenin ideolojiyi yeniden ürettiğini öne sürdüğü bir metin aynı zamanda ideoloji eleştirisi içerebileceği gibi kapalı ve anlaşılmaz kabul edilen bir eser, okur için aydınlık da olabilir.
Felski’nin öne sürdüğü kavramlar, bizim sıradan okumalarımızı aydınlatacak yararlar içerir. Bir romanda kendini tanımak, farklı dünyalar hakkında bilgi edinmek, anlatılan hikâye ne kadar kurmaca olursa olsun onun gerçekliğinden büyülenmek, ezbere kabul ettiğimiz değerlerimizin yıkılmasıyla şoka uğramak gündelik okuma sürecinde karşılaştığımız şeylerdir. Bunları çoğu zaman ifade edemesek de okumaya devam etmemiz bir bakıma bu kavramlar sayesinde gerçekleşir.
Söz konusu dört kavramın birbirinden ayrı olmadığını söyleyen yazar, bu dört duygu durumunun çoğu kez birarada işlediğini özellikle vurgular. Ayrıca okuma ediminin bu kavramlarla sınırlı kalmadığını, okurun metne yönelik yaklaşımında başka başka duygusal temasların da olabilirliğini söyler.
Akademik eleştirinin naif edebiyat öğretmenlerine bıraktığı duygusal yaklaşım, aslında neden kitaplardan –dahası sanat eserlerinden– vazgeçemediğimizi de ifade eder. Akademik eleştirinin elbette metni anlamada yararı çoktur ama biz “naif” okurlar çoğu kez kendimizi, başkalarını tanımak, uzmanlar ne derse desin bir şeyler öğrenmek, sıkıcı günlük hayatımızın dışındaki hayatlarla büyülenmek ve benliğimizi oluşturan değerleri sorgulamamıza yol açan şoklar geçirmek için kitap okuruz. Felski’nin edebiyat kadar sinema içinde geçerli olduğunu söylediği kavramlar, edebiyatın boş bir uğraş olmadığını da ima eder. Yazarın irdelediği kavramlar edebiyatın yararına vurgu yaparken bizim dünyayla kurduğumuz ilişkiye de atıf yapar.