Murat Uyurkulak, “Mazlumu çıldırtan iflah olmaz”, Taraf Kitap Eki, Temmuz 2011
Adına Türkiye Cumhuriyeti dediğimiz, emrine riayet edip baba-ata-veli bellediğimiz, ama şu 80 küsur yıllık ömründe şuursuz veletler misali nice beller kırıp ocaklar söndüren, kendinden saymadığını nice acılara gark eden devlet iki dakika rahat dursa, hiç olmazsa yüzde elli nispetinde dürüst ve ‘efendi’ olsa, insan edebiyatla iştigale belki daha çok şevk duyacak. Ama işte, oylarımızı göz göre göre gasp ediyorlar, vekillerimizi fütursuzca esir tutuyorlar, hiç utanmadan, zerre arlanmadan... Bir tek ağızlarında Erol Taş kahkahası, avuçlarında kemirilmiş kuzu budu, dudak kenarlarında salya ve yağ eksik!
Kitap eklerinin sırtı, aktüel siyaset yazıları için umumiyetle fazla narin addediliyor sanırım, en azından ben öyle müşahade ediyorum. Narin kitapseverler olduğu muhakkaktır, siyaseti edebiyata kıyasla fazla kaba bulan, insan ruhunun derinliklerine, var oluş sancılarının detaylarına inilmesini yeğleyen okurlar vardır, ki haklılar. O yüzden mümkün mertebe kitapla rabıtayı kaybetmeden devam etmeye çalışacağım… Söz konusu edeceğim kitap sırta dev bir kaya misali yüklense, içe kor düşürse, şimdinin şedit haksızlıklarına tanıklıkla birleşip yakıcı bir öfkeye vesile olsa bile…
Öfke tek bir insana mahsus olduğunda pek sorun yok, onun içinde acılaşıp kelimelere veya mısralara sığınabilirsiniz, kalifiye bir meczup ya da nice durgun dimağları dürtükleyip kışkırtan bir öncü olabilirsiniz. Öfke milyonlarca mazlumda tezahürünü bulduğunda ve kıyıcı bir süreklilik kazandığında ise titremeye başlayabilirsiniz. Evinizden çıkıp ferah yürüyüşler yapamayacağınız, köşebaşındaki bakkala bile korkmadan gidemeyeceğimiz günler yakın demektir. Bir yerlerde yazmıştım, tekrarlamanın vaktidir: “Mazlumu çıldırtan kapısında acıyı bulur, çıldıran mazlumun gazabı korkunç olur.”
2005 senesiydi. Tutuklu Hükümlü Aileleri Hukuk Dayanışma Dernekleri Federasyonu’nun Gemlik'te düzenleyeceği Barış Mitingi’ne giderken İnegöl'den döndürülen konvoydaki Kürtler, Bilecik'in Bozüyük ilçesinde linç edilmek istendi, onları taşıyan otobüsler yakılmaya çalışıldı. Diyarbakır’da ise televizyondan bu görüntüleri izleyen bazı gençler sokaklarda kimlik kontrolü yaptı, Bozüyüklü aradı. Bulamadılar, bulsalar ne yaparlardı, yapacakları nasıl bir toplu çılgınlığı tetiklerdi, düşünmek dahi istemem...
Bir sene sonra, Mart ayında o gençlerden iki bini, Muş’un Şenyayla bölgesinde öldürülen 14 gerilladan 4’ünün cenazesi Diyarbakır’a getirilince sokaklara döküldü ve üç gün boyu koca bir şehirde hayat durdu. Güvenlik güçlerinin açtığı ateş sonucu 10’u (hemen hepsi çocuk yaştaydı) hayatını kaybetti. Üçüncü günün gecesinde Diyarbakır’a indim, havaalanından taksiye bindim ve geniş caddelerde yanan barikatlardan tüten dumanların arasından geçerek eve vardım. Gerçeküstü bir film sahnesiydi adeta. Savaş ne menem bir şeydir, işte o zaman bildim. İki-üç gün sonra bir arkadaş tanık olduğu bir olayı anlattı: Diyarbakır’da bir Galeria var, hali vakti nispeten yerindelerin girip çıktığı bir yer, o yüzden etrafında her daim selpakçı, boyacı çocuklar dolaşır. Olayların doruk noktasında Galeria’yı tahliye etmişler. Çalışanlar, müşteriler, onlarca insan binanın yanında, bir an önce evlerine gitmek için vasıta bekliyormuş. Ama ne otobüs, ne minibüs ne de taksiler çalışıyormuş. Öyle tedirgin bekleşirlerken, selpakçı çocuklardan biri onlara doğru keyifle gülerek bağırmış: “Korkisız değil?” (‘Diyarbakırca’yı bilmeyenler olabilir, tercüme edelim: “Korkuyorsunuz değil mi?”)
Bir hikâye olarak anlatıldığında tebessüm ettirebilen o sorunun nasıl vahim bir arkaplana yaslandığını, otuz yıldır savaşla büyüyen bir kuşağın ne gibi bir şiddet furyasını tecrübe edip acılaştığını, mazlumun seksen küsur senelik inkâr ve imha ısrarı karşısında nasıl bir çılgınlığın eşiğine gelebileceğini anlamak isterseniz, Metis’ten çıkan Bildiğin Gibi Değil’i okuyunuz. “90’larda Güneydoğu’da Çocuk Olmak” alt başlığıyla yayınlanan bu paha biçilmez sözlü tarih çalışması, Rojin Canan Akın ve Funda Danışman tarafından gerçekleştirilmiş, önsözünü Yıldırım Türker yazmış. Hatta bu kitabın yanına bir de Mehmedin Kitabı’nı (Nadire Mater, Metis) ilave edip, Kürt halkının sözünü, iradesini, başı dik yaşama gayretini hiçe sayarak hepimizi adım adım felakete sürükleyen ‘beter muktedirlere’ yollayınız. Unutmayınız ki bu ülkede Kürtler için adalet yoksa, hiçbirimize rahat yok. Ve biliniz ki bu memleket günün birinde bölünürse, müsebbibi o muktedirler olacaktır...