ISBN13 978-975-342-813-2
13x19,5 cm, 312 s.
Yazar Hakkında
İçindekiler
Okuma Parçası
Eleştiriler Görüşler
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et
 

Handan Aysever, “Yasak Köylerin Yasak Çocukları”, Remzi Kitap Gazetesi, Eylül 2011

Sıcak ve nemden sırılsıklam bir akşamüstü. Simurg Kitabevinde’yim. Piyasaya yeni çıktığını tahmin ettiğim bir tomar kitabın üzerine uzanmış tombul kedi haylaz bakışlarla içeriye girip çıkan kitapseverleri izliyor. Verdiğim kitap siparişlerini beklemekteyim bir süredir. Akşam Aya İrini’de izleyeceğim Renee Fleeming konserini hayal ederek bakınıyorum etrafıma aylak aylak. Kitapçının kedisinden farksız.

Az ilerideki yığının üzerinde duran kitap çekiyor dikkatimi. Anneannemin evinin yüklüğünü hatırlatıyor kitabın kapağındaki fotoğraf. Nakışla işlenmiş patiska bezleri, basmalar ve satenlerle kaplanmış sıra sıra yorgan ve yastıkların hafızamdaki kaydı bu görüntü. Belki de anneannemin çok taze vefat haberinin üzerimdeki etkisi. O küçük kasabada, kocaman avlusu olan anneanne evinde geçirilen okul tatillerinde kuzenlerin hep birlikte öğlen uykusuna yatırıldığı çocukluk anılarını getiriyor gözümün önüne o rengarenk yorgan ve yastıklar. “Şşşstt uyuyun bakiiim,” diyen anneanneye inat gırla kikirdeşme, itişme, tepişme...

Hemen orada okuyorum Yıldırım Türker’in sunuşunu ve kitabın önsözünü. Sonra boğazımda bir yumru çıkıyorum Simurg’dan, kitabın parasını ödeyerek, siparişlerimi unutmuş halde.

Yüzüme aniden çarpan gerçek, midemi bulandırıyor.

Yanan köyler, günlerce taranan ve bombalanan evler, babalarının neden öldürüldüğünü anlayamayan çocuklar, kaybolan ağabeyler, oyun oynarken paramparça olan dostlar, zorla Türkçe konuşturmaya çalışan öğretmenler, onuncu yıl marşı eşliğinde insanın tahayyülünü sınayan işkenceler. Ölümün, acının, korkunun, şiddetin ve savaşın “yüzlerinin rengini değiştirdiği” çocuklar!

Gidiyorum, geliyorum, okur¬ken karşılaştığım şiddete dayanamıyorum. Ama “bitireceğim bu kitabı diyorum,” kendi kendime. Benim okumaya bile dayanamadığım bu olayları ve anlatamadıkları binlercesini, bu insanlar bilfiil yaşadılar veya tanıklık ettiler; Amed, Avrehan, Aznavure, Avsiya, Aşi, Nuvin, Firdevs, Gıre Colya, Stilite, Xezek, Bezvan, Wanteban, Şeyhan, Memiran, Gever, Liyan, Gijal, Manis, Piran.

“1975-80 yılları arasında doğmuş, 90’lı yıllarda çocuk olup yaşanan savaşı tüm çıplaklığıyla belleğine kaydetmek zorunda kalan ve her şeye rağmen yaşamını orada sürdüren kuşağın hikayesi” diyor Rojin Canan Akın ve Funda Danışman kitabın önsözünde. Kitabın hazırlanma amacını Kürt illeri olarak bilinen coğrafyada yaşanan acıları, “öteki” olarak bilinenlerin gerçeğini anlatmak olarak özetliyor kendileri de o coğrafyanın bir parçası olan iki genç araştırmacı.

Kitapta bu köyler, konuşan gençlerin gizliliğinin sağlanması amacıyla rumuz olarak kullanılmış. Çukurca, Yüksekova, Şemdinli, Çizre, Silopi, Erciş, Nusaybin gibi vebalı(!) bir coğrafyanın çocukları onlar. Yasak köylerin yasak çocukları, haritadan silinmiş köylerin hayaletleri!

“Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da boşaltılan yerleşim birimleri nedeniyle göç eden yurttaşlarımızın sorunlarının araştırılarak alınması gereken tedbirlerin tespit edilmesi amacıyla kurulan meclis araştırması komisyonu raporu”na göre (14 Ocak 1998 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunulmuştur), 1980–1994 tarihleri arasında 820 köy ve 2.345 küçük yerleşim biriminden toplam olarak 378.335 kişi zorunlu olarak göç ettirilmiş ve köyleri imha edilmiş.

Bir evi farklı cephelerinden gösteren siyah beyaz soluk bir fotoğraf eşlik ediyor tüm röportajlara. 2009 yılında Şırnak’ta Funda Danışman tarafından çekilmiş. Kurşunlarla delik deşik edilmiş, benzer durumdaki çok sayıda yaralı evden biri. Hepsinin ortak yazgısını dillendirmekte bu ev. Kitapta en çok tekrarlanan gerçek “yağmur gibi yağan kurşunlar”. Duvarlardan geçip vuruyor sevdikleri insanları. Öylece korumasız haldeyken yanı başlarına düşen havan toplarıyla paramparça oluyorlar. Annelerinin babalarının serseri kurşunlara hedef olmasınlar diye üzerlerine attıkları eşyaların altında nefessiz kalıyorlar. Duvarlar çok zayıf, kendilerin korumak için içeriden yeni duvarlar örüyorlar, ama devlet ana “teröristler için sığınak mı yapıyorsun” diye yargılıyor. Neden diye soruyor çocuklar, ama cevap bulamıyorlar. Ben Tanrı’nın hangi ülkesinin çocuğuyum?

Bir gecede büyüyüveriyorlar, kimi zaman Kürtçe konuştukları için yedikleri bir tokatla, kimi zaman üzerilerine yapılan idrarla, kimi zaman sevdiklerinin ölü bedenlerine bile ulaşmalarına izin verilmediği o kahreden anlarda.

Bizim neslin 80 darbesiyle silinen politik belleğinde açılan yaralar kanıyor şimdilerde. Devlet aygıtı ne acı ki şiddetin dilini kullanmış, “ama” demek suça ortak etmek bir anlamda. Oysa devlet “ana”ydı hani?

Bu satırları okurken, yönetmen Semir Aslanyürek’in bir süre önce anlattıkları dönüyor beynimde. Darbe sonrası cezaevinde “konuşmassan oğluna tecavüz edeceğiz” dediklerinde, boğazına sarılır Aslanyürek oğlunun. Kendi elleriyle oğlunu öldürerek yaşanacak cehenneme engel olmaya çalışır. Zor alırlar oğlunu elinden, sonra da “deli bu adam” diye uzaklaştırırlar oğlunu oradan.

Oysa “layık görüldüğü zulüm karşısında lal olan” dokuz yaşındaki kız çocuğu Hazal’ın onun kadar bile şansı yok.

Eğer zalimliğin, şiddetin bir tavanı varsa bu o mudur? Bu satırlar okunduktan sonra hayat nasıl tekrar aynısı olabilir?

Yıldırım Türker soruyor “Hazal’dan sonra nasıl yaşayabiliriz?” diye. “Hazal’ı sağaltacak bir dünyanın harcı nasıl atılır? Duyduğumuz derin tiksinti ve utançla, insan kalarak nasıl baş edebiliriz?” Peki tüm bu yaşanmışlıkların ardından barış mümkün olabilir mi?

“Bunlar affedilecek suçlar değildir… ama barış başka affetmek başkadır” diyor Cizre doğumlu Gijal. Lice doğumlu Seyhan ise “Asla affetmem. Ama barış olsun istiyorum. Barıştan tek beklentim ise ben yaşadım, başkalarının yaşamasını istemiyorum” diyor. Şiddetin tüm gerçekliğiyle geçmişlerini ve geleceklerini yok ettiği bu genç insanlar barışı umut etmek istiyorlar. Çocuklarının gelecekleri için.

Ve eğer “onlar” umut edebiliyorsa barışı, her şey mümkün.

 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2024. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X