Çuval kuramı, Ursula K. Le Guin, s. 24-25
İnsanların evrim geçirip insana dönüştüğü ılımlı ve tropik bölgelerde, türün temel gıdası bitkilerdi. Paleolitik, Neolitik ve tarihöncesi çağlarda, o bölgelerdeki insanlar yüzde 65 ila 80 oranında toplayıcılık yaparak besleniyorlardı; yalnızca kutup iklimlerinde et başlıca gıda maddesiydi. Mamut avcıları bütün ihtişamlarıyla mağara duvarlarını ve zihni işgal etseler de, aslında o çağlarda hayatımızı ve tombulluğumuzu tohum, kök, yaprak, filiz, kabuklu yemiş, böğürtlen, meyva ve tahıl, böcek ve deniz kabukları toplayarak sürdürüyor, protein oranını yükseltmek için de ağ veya tuzak kullanarak korkunç dişleri olmayan küçük hayvanlar yakalıyorduk. Üstelik, tarımın icadından sonra başkalarının tarlalarında kölelik eden köylülerle ya da uygarlığın icadından itibaren ücret karşılığında çalışan işçilerle kıyaslanmayacak ölçüde az emek harcıyorduk bunun için. Tarihöncesinin ortalama insanı, haftada on beş saat kadar çalışarak gül gibi geçinip gidiyordu.
İnsan haftada on beş saat çalışarak hayatını kazanabiliyorsa, başka şeyler için pek fazla zamanı kalıyor demektir. Belki de hayatlarını renklendirecek çocukları, el işçiliği, aşçılık, şarkı söylemek gibi yetenekleri ya da kafa yoracak pek enteresan düşünceleri olmayan huzursuz tipler, bu zaman bolluğu yüzünden mamut avlamaya karar vermiş olabilirler. Sonra da, becerikli avcılar sırtlarında bir ton et, bol bol fildişi ve bir hikâye taşıyarak yorgun argın geri dönüyorlardı. Hayatı değiştiren şey et değildi burada. Hikâyeydi.
Yabani yulaf tohumuna ellerimin bütün gücüyle asılıp kabuğundan kopardım, sonra bir tane daha, bir tane daha, bir tane daha topladım, sonra pirelerin ısırdığı yerlerimi kaşıdım, Ool komik bir şey anlattı, derken dereye gidip su içtik, biraz da kertenkeleleri seyrettik, sonra biraz daha yulaf görmeyeyim mi... diye devam eden bir macerayı gerçekten sürükleyici bir hikâye haline getirmek hiç kolay değil.
Kahramanlarsa güçlüdür. Siz neye uğradığınızı anlamadan, bir de bakarsınız ki yabani yulaf çayırındaki insanlar ve çocukları, yapıcıların el becerileri, düşünenlerin düşünceleri ve şarkıcıların şarkıları o örgüye eklenmiş, hepsi kahramanın öyküsünde göreve koşulmuş. Ama hikâye onların değil kahramanın hikâyesi.
Virginia Woolf'un sözlüğünde kahramanlık maddesinin karşılığı "gıda zehirlenmesi"dir. Kahraman'ın karşılığı ise "şişe". Ben de şimdi şişeyi kahraman olarak öneriyorum; kap manasında, içinde başka bir şey taşıyan nesne manasında şişeyi.
Eğer içine doldurulacak bir kabınız yoksa, yulaf gibi uysal ve beyinsiz bir yiyecek bile elinizden kaçıp gider. Elizabeth Fisher'ın dediği gibi "İlk kültürel gereç, büyük ihtimalle doldurulacak bir nesneydi. Pek çok kuramcı, en erken kültürel buluşların toplanan ürünlerin içine doldurulduğu bir kap ve bir de file gibi bir taşıma gereci olması gerektiğini belirtiyor."
Olmasa da olur bir gereç olan silahtan çok çok önce, gerekli bıçak ve baltadan çok önce, vazgeçilmez kesici, öğütücü, kazıcı gereçlerle aynı sıralarda, enerjiyi eve taşıyan gereci yaptık. Bana mantıklı geliyor. Fisher'ın insanın evriminde Çuval Kuramı dediği kuramın yandaşıyım ben.