ISBN13 978-975-342-246-8
13x19,5 cm, 216 s.
Yazar Hakkında
İçindekiler
Okuma Parçası
Eleştiriler Görüşler
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et
 

Türkçe Basıma Önsöz, s. 9-12

Kitabının yeni bir basımının yapılması, bir yazar için düşünmek ve yeni okurları ağırlamak açısından hoş bir fırsattır daima. Çeşitli tartışmalar yapılabilir, kitapla ilgili eleştiriler kaleme alınabilir; yazarın kendisi de bir şeyler eklemek ve/veya çıkarmak isteyebilir.

Kitabın temel tezini şöyle formülleştirebilirim: Sahip olduğumuz birinci ve ikinci kuşak insan hakları kesinlikle Batılıdır; Batı'da (ABD ve Fransa) bu hakları ortaya çıkaran yapının, kültürün, her şeyden önce de sürecin damgasını taşımaktadırlar.

Ancak bu hakların Batılı olması evrensel olamayacağı anlamına gelmez. Yine de, bu hakların evrensel olup olmamasının ölçütü, tanım itibariyle, Batılı = Evrensel denklemi olamaz. Bu hakların evrenselliğinin, kabul edilebilirliğinin ölçütü (üstelik bu kabulün Batı eğitimi almış olan veya bir bölgede seçkin konumunda bulunan kişilerden değil halktan gelmesi gerekir), başka kültürler ve yapılarla uyumluluğu olmalıdır daha ziyade. Bu kitap insan bedeni ve ruhunun dokunulmazlığının, kanun nezdinde eşitliğin Batılı ama aynı zamanda evrenselleştirilebilir üç fikir olduğunu, bu üç fikrin Uluslararası İnsan Hakları Belgeleri'nin önemli parçalarını oluşturduğunu öne sürmektedir.

Ayrıca, başka uygarlıklar da içlerinde evrensel normlar barındırabilir. Bu normların birer öneri olarak ortaya sürülmesi ve başkalarının, özellikle de insan haklarını bütün diğer uygarlıklardan daha fazla ihlal etmiş olan kibirli Batı'nın bu önerilere kulak vermesi gerekmektedir. Bu önerilerin küresel bir diyaloğun parçaları olması, savların ne olduğunun anlaşılması, önerilerin birer insan hakkına dönüşmeden önce olgunlaşması gerekmektedir. Yukarıdaki satırların kilit sözcüğü diyalog'dur; bugüne değin hep bir monolog söz konusuydu çünkü. Bugün bu monoloğa her yerde karşı konulmaktadır; ancak bu direniş sırasında genellikle herkes yalnızca kendisine yararlı olacak savları ortaya atmaktadır; ayrıca kişileri Batılı hakların cenderesinden kurtarıp kendilerini rahat hissetmelerini sağlayacak kültürel alternatifleri, kültürel hakları öne çıkarma konusunda da çeşitli yetersizlikler söz konusudur.

Batı-dışı uygarlıklar Batı'ya göre daha az bireyci olma eğilimindedir. Kitabımı gözden geçiren bir Norveçli, kolektif haklara ve grup haklarına yaptığım vurgu ile benim ontolojik bireyciliğimi çelişik şeyler olarak görebilir. Doğrudur, nihai olarak yalnızca bireylerin hakları vardır; geri kalan şeylerin tümü (toplumsal cinsiyetler, kuşaklar, sınıflar, ırklar, ulus-devletler, şirketler) birer yapıntıdan ibarettir (elinizdeki kitap bireylerin dışında kalan tek istisna olarak diğer canlı türlerini saymakta, hayvan ve bitki haklarına yönelmektedir.) Ancak toplum ayrı ayrı duran bireyler dizisinden farklı bir şeydir; biraz olsun matematik bilmek bile bu noktada çok işe yarayabilir.

İlk olarak, bir dizinin alt dizileri olabilir. İnsan toplumunda çeşitli birey kategorileri vardır. Daha birkaç yıl öncesine kadar son derece radikal bir fikir olan kadın ve çocuk hakları, bugün artık sıradanlaşmıştır. Bu hakları ellerinde tutanlar yine bireylerdir, ellerinde tuttukları haklar yine birer insan hakkıdır, ancak yine de bazı birey kategorilerinin haklar açısından desteklenmesi gerekmektedir.

İkinci olarak, bir dizinin içinde yapılar olabilir ve pek çok insan hakkı baskıcı yapılara yöneltilmiştir (ancak sömürücü yapılar için de aynı durum söz konusu değildir). Örneğin daha olumlu bir biçimde tanımlanmış, daha eşitlikçi ve işbirliğine açık yapılar içinde çalışma ve yaşama hakkına ne dersiniz? Ortaya böyle bir sorun koyabiliriz elbette; ancak henüz bu noktada değiliz.

Üçüncü olarak, bazı alt dizilerin kendilerine özgü yapıları olabilir; örnek olarak Norveç'te yaşayan Sami halkını verebiliriz. Samilerin talepleri, Norveçlilere genel olarak tanınan insan haklarının ötesine geçmektedir: Kendi "alt dizi" kategorileri ya da kolektiviteleri adına bir haklar paketi istemekte, bu haklar paketinin belirli bir yapı ve kültür ile tamamlanmasını dilemektedirler. Bu durum, belirli bir toprak parçası üzerinde özerklik elde etme arayışını güçlendirebilir, bir kültürün ve yapının en iyi bu şekilde gerçekleştirilip korunabileceği varsayılabilir; bu noktada, ulusların kendi kaderini tayin etme hakkına varırız. Gelecekte, örneğin "toprağa dayanmayan bir federalizm" gibi daha iyi çözümler bulabiliriz.

Burada kullandığımız kategori hakları, yapısal/kültürel haklar ve ulus hakları gibi terimler daha yüksek bir soyutlama düzeyinde yer alan hakları temsil etmektedir, ancak hakkın nihai sahibi bireydir. Kullanılan terimler olabilecek en iyi terimler değildir belki, hatta kabul edilebilir bile olmayabilirler. Ancak insan hakları literatüründe kullanılan "kolektif" haklar ve "grup" hakları gibi terimler, ne ile ilgili olduklarını açıkça ortaya koyamadıkları durumlarda, ortadaki durumu aydınlatmaktan ziyade gözlerden gizlerler. Kavramsal ve siyasal açıdan en basit haklar kategori haklarıdır. Olumlu yapısal haklar bütün bir toplumsal yapıyı sorgulayabilir, dolayısıyla bir dirençle karşılaşacaktır.

Ancak hakların kaynaklarının aranacağı tek yer uygarlıklar/kültürler ve yapılar değildir. Hakların aynı zamanda insani olması gerekir; bu kitabın insan ihtiyaçları üzerinde durmasının nedeni de budur.

Bir konu daha vardır ki bir felsefeci/hukukçu bunu masa başında karara bağlayamaz, böyle bir karar için ampirik bir unsurun var olması gerekir. Bu kitaptaki yaklaşım çeşitli ülkelerden insanlarla, 1970'ler boyunca, "Gelişme derken neyi kastediyoruz, gelişme olmadan hayatın sürdürülemeyeceği asgari nokta nedir?" sorusu çerçevesinde girilen diyaloglara dayandırılmıştır. Bu süreçte, hiyerarşik olmayan (Maslow karşıtı) dört ihtiyaç sınıfı saptanmıştır: hayatta kalma, esenlik, özgürlük ve kimlik. Bu yaklaşım, halihazırdaki insan haklarını ve –şimdi üzerlerinde düşünülmesi amacıyla sunulmuş birer teklif olan– pek çok yeni insan hakkı kuşağını değerlendirmek için bir görüş açısı sunmaktadır.

Muhafazakâr bir Alman gazetesinde (FAZ) yazan bir eleştirmene göre, bu tür insan hakları listeleri yalnızca birer iyi dilekten ibarettir. Halbuki dönüp 18. yüzyıla baksaydı, pek çok benzer listedeki önerilerin ABD İnsan Hakları Bildirgesi ile İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi'nde yüceltildiğini görebilirdi. Söz konusu eleştirmen, pek çok Üçüncü Dünya kentindeki koşullardan açıkça bihaber olduğu için, bilhassa da tuvalet hakkıyla alay ediyordu. Biraz tarih ve coğrafya bilgisi, kişiye çok yol katettirebilir.

FAZ'da yazısı çıkan eleştirmen, 1980'li yılların barış hareketi içindeki bazı kişilerin mühim bir savaştan kaçınabilmek için Doğu'da insan hakları konusunda pek ısrarlı olmadığını söylerken haklıdır. Ben bu gruba dahil değildim; Gandhi'nin hem doğrudan hem de yapısal şiddete karşı mücadele edilebileceği yolundaki iyimserliğini paylaşıyor, "ölmektense kırmızıya katılırım" ve "kırmızıya katılacağıma ölürüm daha iyi" formüllerinin hiçbirisini benimsemiyordum. Başka bir Alman eleştirmen ise mavi, kırmızı ve yeşil haklar gibi terimlerin güçlük yarattığını söylüyordu. Ancak çevresine baksaydı sosyal demokratların sık sık –örneğin karanfil seçerken– kırmızıyı kullandıklarını görebilirdi; Yeşiller Partisi yalnızca "yeşil" terimini değil, yeşil rengi de kullanmaktadır; mavi ise, muhafazakârların bir araya geldiği her yerde görülebilir. Bunların her biri Avrupa tarihinde bir mücadele kuşağını temsil etmektedir; renkler de buradan kaynaklanır. Çalışma odasından dışarıya küçük bir bakış atmak kişiyi hayli uzağa, hatta neredeyse gökkuşağına götürecektir!

Avustralyalı bir eleştirmen ise benim pozitivist metodolojiden Budizme giden uzun bir yolu katettiğimi düşünüyor; hatta bu tez etrafında örülmüş bir kitap yazarak beni onurlandırdı da. Ancak eleştirmenlerin yazardan çok metin üzerinde durmaları gerekir belki de. Bu eleştirmen asıl noktayı kaçırmıştı: Budizm kırk yılı aşkın bir süredir benim ilham kaynağımdır. "Pozitif varlık"ı kayırmak pahasına metafiziği hiçbir zaman dışlamadım, keza ampirik dünyanın sorunsuz olduğunu düşünmedim, ayrıca aşkınlığı dışlayarak günümüzü ve geçmişi araştırıp evrensel kanunlar bulacağımızı da iddia etmedim. Tıpkı Gandhi gibi ben de Budizmi beni insanların acılarına duyarlı kıldığı için çekici buluyorum. Bunun yansımalarını işte bu kitapta da göreceksiniz.

İnsan hakları, insanların acılarını azaltmakla ilgili bir barış projesinin parçasıdır. Ancak canlı kalabilmesi için her projenin yapıcı bir şekilde eleştirilmesi gerekir. Bu kitabın konusu tam da budur.

Ekim 1996

 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2024. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X