| ISBN13 978-975-342-840-8 | 13x19,5 cm, 208 s. |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et | | Çağın Havası, s. 13-17. "Bırakın sanat eserleri doğal anlatımlarını kullansın,büyük çoğunluk anlayacak; bu yöntem bütün kılavuzlardan,konferanslardan ve söylevlerden daha etkili olacaktır."F. SCHMIDT-DEGENER,"Musées", Les cahiers de la république des lettres,des sciences et des arts, XIII."Vaktiyle aristokratların kalesi olan bir yer [müze] gitgidesokaktaki insanın buluşma noktası haline geldi..""Le musée en tant que centre culturelle, son rôle dans ledéveloppement de la collectivité",UNESCOSanat dinini de şeriatçıları ve yenilikçileri vardır, ama bunlar kültürel selamet sorununu hidayet veya kerem diliyle ifade etmekte uzlaşırlar. Pierre Francastel şöyle yazıyor: "Genel olarak şu saptamayı yapmamız gerek; müzik kulağı yok denen kişiler olduğu genel kabul gördüğü halde, herkes kendisinin biçimleri kendiliğinden doğru gördüğünü düşünür. Oysa böyle değildir, biçimleri ve renkleri göremeyen zeki insanların çokluğu şaşırtıcıdır; kültürü kıt kişilerin ise gözü sağlamdır."(1) Selamet sofusunun sesi değil mi bu? "Kalbin kendine özgü bir düzeni vardır; aklın ise esası ve serimlemesi itibariyle bambaşka bir düzeni." Kimilerine seçilmişliğin gösterge ve niteliklerini atfederken, eğitimsizlerin ve çocukların o ilahi saflıklarını övmeye vardıran da aynı mantıktır: "Bilgelik, bizi çocukluğa götürür: Nisi efficiamini sicut parvuli." "Akla başvurmadan inanmış saf insanlar görmek sizi şaşırtmasın."(2) Estetik deneyimin mistik temsili de aynı şekilde kimilerini, adına "göz" dedikleri şu sanat basiretini seçkinci bir tavırla sadece birkaç seçilmişe uygun görmeye, başka nitelikleriyse cömert bir tavırla "akıldan yoksun kimselere" atfetmeye yöneltebiliyor. Buradan şu sonuca varılabilir: Gelenekçiler ile modernistler arasındaki karşıtlık, gerçekte değil görünüşte olan bir karşıtlıktır. Gelenekçiler, sanat dininin mekân ve araçlarından, müminlerin inayete ereceği hal dışında bir şey beklememektedir. Mahrumiyet ve perhiz, vuslata erdiren çile için cesaret verir: "Müzelerin kapısını kalabalıkların çalması iyi bir şey olsa da, kapıdan giren ziyaretçinin sanat eseriyle derinlikli bir karşılaşma yaşaması için şu biricik öğeyi bulması gerekir: sessizliği."(3) Her şey istidat ve kabiliyete bağlıyken –öğrenilemeyecek bir şeyin akılcı bir eğitimi de olamayacağına göre– sadece kimilerinde bulunan kuvvelerin fiile geçmesine yardımcı olacak koşulları yaratmaktan başka ne yapılabilir ki? Ziyaretçilerin kültürel ve toplumsal niteliklerine eğilmek, şu öngörülemeyecek biçimde dağıtılmış yeteneklerin yarattığı farklılıklardan başka farklılıklarla birbirlerinden ayrılabileceklerini varsaymak demek değil midir? "Ziyaretçileri toplumsal sınıflarına, milliyetlerine göre ayırmak yeterince karmaşık bir iş olmakla birlikte, görünüşe bakılırsa bunun ne bir önemi ne de yararı vardır. Kimi müzeler bu sorunun bir geçerliliği olmadığı, hatta yakışık almadığı kanısındadır. (...) Pek çok müze, bu doğrultuda henüz bir girişimlerinin ya da deneyimlerinin bulunmadığını kabul etmekte, ayrıca böyle bir şeyin olanaksız olduğunu belirtmektedir." (4) Erwin Panofsky anlatıyor: "Aziz Bernard 'Mihrapta altının ne işi var?' diye hiddetlenince, Suger kendisi idarenin başındayken alınmış o muhteşem kıyafetlerin ve kutsal kâselerin kiliseye getirilmesini ister (...). Dünyevi olanı Tanrı'nın evinden uzak tutmak Suger' nin anlayışına çok uzaktı; olabildiğince büyük bir kalabalığa kapılarını açmak istiyordu, ama keşmekeşin de önüne geçilebilmeliydi ve elbette daha büyük bir kiliseye ihtiyacı vardı. Meraklı kitleyi kutsal eşyalardan uzak tutmayı haksızlık addediyordu: Kutsal emanetleri mümkün mertebe 'asilce' sergilemek arzusundayken, tek endişesi, itiş kakış ve curcunanın önlenebilmesiydi."(5) Günümüze gelirsek, eserle bütünleşmenin biricik yolunun Çile çekme ayini ve Cîteaux tarikatı meşrebince perhiz olmadığını savunanlar ve müminlere bu kadar sarp olmayan yollar önerenler tam da böylesi bir himayeden –değerli taşlar, nadir vazolar, vitraylar, mineler ve kumaşlar satın almasıyla "çağdaş müze müdürünün kişisel çıkar gözetmeyen açgözlülüğünün öncüsü" olan Suger'nin himayesinden– dem vurabiliyorlar. Eserin tek başına, iyi yaradılışlı ruhları doğru yola çekmeye veya o yolda kalmaya ikna edecek kadar mucize içerdiği inancından esinlenmiyorlar mı bunlar da onun gibi? Hepsi de anagogicus mos(*) yolunun, maddi eserlerin ahengine ve nuruna (compactio et claritas), "maddi olanı maddi olmayana intikal ettirerek" (de materialibus ad immaterialia transferado) ilahi ilhama eriştirme kudretini atfeden bu yüceltme yönteminin savunucusu değil mi? "Nesneler plastik bir değer taşıyorsa öyle bir telkin gücü barındırırlar ki, dikkati o değerde toplamak, dikkati o değerden uzaklaştırmaktan çok daha kolaydır (...). Var olabilmek için, nesne haz almaya olanak tanımalıdır."(6) "Müze, dalgın ziyaretçisine yüce eserlerle karşılaştığında titremeyi telkin eden bir mekân olmalıdır."(7) "Turizmin asıl mıknatısı, tarih ve sanat merakıdır."(8) "Nesnelerin doğrudan izlenimini kullanarak öğretmek gibi benzersiz bir olanaktan yararlanmak dururken, az çok yüzeysel birtakım bilgileri tamamen düşünsel kavramlar aracılığıyla aktarmak isteyen bir dizi öğretim tekniği arasında insan kaybolup gidiyor. Böyle didaktik yöntemlerle ziyaretçinin ruhuna nüfuz etmek zaten asla mümkün olamaz."(9) En coşkulu tanıklar, resim eserinin çekim gücünün bugün iki katına çıkmış olduğuna kendilerini inandırmak için, uygarlığımızın görüntüye verdiği yeri kanıt gösteriyorlar. René Huyghe şöyle diyor: "Sanat, hiç günümüzdeki kadar önemli olmamıştı, üstüne bu kadar kafa yorulmamıştı; hiç bu derece yaygınlaşıp bu derece tadılmamış ve hiç bu derece irdelenip açıklanmamıştı. Sanat (ve özellikle de resim), görüntünün uygarlığımızda ele geçirdiği başat rolden yararlanmakta."(10) Görüntü kültürünün insanı, resim eserini, yani bir görüntüyü, çözecek kültürle donanmış değil mi zaten? "Müzenin doğasında var çağın dilini konuşma yeteneği; yani görüntünün dilini, herkesçe anlaşılan ve her ülkede aynı olan dili (...). Müze, geleneklerimizden biri oldu. Yakında bütün etkinliklerimizin olmazsa olmaz bir parçası, bir tamamlayıcısı olacak."(11) Hem görüntülerin gücünü görüntü tapınmasının hizmetine koşamayız mı? "Sanat koleksiyonlarımıza son derece geniş bir yeni hayran kitlesi kazandırabilecek tek şey, akıllıca hazırlanmış bir reklam kampanyasıdır."(12) Zamanı geldiği için Sanatın Krallığı'nın dünyaya hükmettiği şimdiden görülebiliyor: "Devletlerin dikkatini ısrarla ve ciddiyetle bu noktaya çekmek, artık manevi bir açlığın pençesinde kıvranan, yeni bir yeryüzü nimeti arzulayan çağdaş toplumların bu yeni ve zorunlu ihtiyaçlarına cevap vermeleri açısından şarttır."(13) Bu selamet inancı doğaldır ki ahiretten haberlerle taçlanıyor. Kısacası, kültürel selametin bahtını keremin uçsuz bucaksız tesadüflerine veya daha da iyisi "istidatların" keyfine bırakmada eskiler ve modernler tam bir uyum içinde. Kendileri ve başkaları için kültürden bahsedenler, yani eğitimliler, adeta kader mantığı dışında bir kültürel selamet düşünemiyorlar, erdemleri sonradan edinilmiş olunca gözden düşüyor galiba, bu adamların kültür tasavvurlarının tek amacı çok kültürlü bir ihtiyarın şu sözüne inanmak için gerekli izni koparmak sanki: "Eğitim doğuştandır." Notlar (1) P. Francastel, "Problèmes de la Sociologie de l'Art", G. Gurvitch, Traité de Sociologie içinde, Paris: PUF, 1960, c. II, s. 279. İlham aldığımız onca kaynak arasından özellikle anlamlı bulduğumuz için alıntı yaptığımız metinlerin künyelerini vermemizin tek nedeni, alıntıların doğrulanabilmesi kaygısıdır. Yukarı (2) Pascal, Düşünceler, çeşitli sayfalarda geçiyor. [Latince deyiş ("küçük çocuklar gibi olmazsanız") İncil'den (Matta 18:3) bir alıntıdır: "Size doğrusunu söyleyeyim, yolunuzdan dönüp küçük çocuklar gibi olmazsanız, Göklerin Egemenliğine asla giremezsiniz." –ç.n.] Yukarı (3) Avant-projet de programme pour le musée du XXe siècle, teksir, s. 5; ayrıca bkz. P. Gazzola, Musées et Collections publiques de France içinde, Nisan-Haziran 1961, s. 84-5: "Sergilenen eserler, anlatımlarının içerdiği anlamı ancak böyle bir 'tarafsızlık içinde' serbestçe iletebilirler. Böylesi bir ortamın, olası telkinlerden sakınmak amacıyla titizlikle oluşturulması gerekir ki, aynı zamanda kendiliğinden yalınlaşarak nesnellik kazansın ve ziyaretçi açısından ideal psikolojik koşulları sağlasın." Ayrıca bkz. M. Nicolle "Musées", Les Cahiers de la république des lettres, des sciences et des arts, no. XIII, s. 141: "Bu genel bilgilendirmelerin, salonlarda yapılan sesli okumaların ve müzenin sessiz sedasız çalışanlarını çok rahatsız eden bir gürültüye neden olan refakatli gezilerin uygunsuzluğuna daha önce de işaret etmiştik." Yukarı
(*) Anagogie: Kutsal metinlerin ilahi anlamlarını yorumlamak. Saint-Denis Başrahibi Suger'nin anahtar kavramlarından biridir; "aşağı olandan (bu dünyadan) ruhani –yüksek, Tanrısal– olana ulaşılan yol." –ç.n. Yukarı (4) UNESCO, CUA/87, s. 4 Yukarı (4) E. Panofsky, "L'abbé Suger de Saint-Denis", Architecture gothique et pensée scholastique içinde, çeviri ve sonsöz P. Bourdieu, Paris: Minuit, 1967, s. 30; Türkçesi: Gotik Mimari ve Skolastik Felsefe, çev. Engin Akyürek, İstanbul: Kabalcı, 1995. Türkçe çeviride bu metne yer verilmemiş. –ç.n. Yukarı (6) G. Salles, Le Regard, 1939, aktaran G. Wildenstein, Supplément à la Gazette des Beaux-Arts, no. 1110-11, Temmuz – Ağustos 1965.[G. Salles, dönemin Louvre Müzesi müdürüdür. –ç.n.] Yukarı (7) A. Lhote, Les Cahiers içinde, a.g.y., s. 273 Yukarı (8) G. Douassain, Les Cahiers içinde, a.g.y., s. 368. Yukarı (9) G. Swarzenski, Les Cahiers içinde, a.g.y., s. 153. Yukarı (10) R. Huyghe, Dialogue avec le visible, Paris: Flammarion, 1955, s. 8. Yukarı (11) G. Salles, Musées et Collections publiques de France içinde, Temmuz-Eylül 1956, s. 138 ve 139. Yukarı (12) G. Pascal, Les Cahiers içinde, a.g.y., s. 117. Yukarı (13) UNESCO, CUA/87, s. 16. Yukarı |