ISBN13 978-975-342-752-4
13x19,5 cm, 128 s.
Yazar Hakkında
Okuma Parçası
Eleştiriler Görüşler
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et
 

Yeliz Kızılarslan, “Geçmişin rüya yanıkları”, Notos Edebiyat Dergisi, Ağustos-Eylül 2010

Belçikalı etnolog Chantal Deltenre ikinci romanı Bebek Töreni’nde, İkinci Dünya Savaşı sonrası Fransa’ya göç etmiş Japon bir ailenin, köklerinin peşine düşen kızı Keiko’nun trajik hikâyesini şiirsel bir dille anlatıyor. Asimilasyon, kültürel bölünme, kadınlık ritüelleri, modernite ve delilik üstüne sıkı bir feminist psikanalitik alt metne sahip olan Bebek Töreni, gerçek bir Fransız olarak yetiştirilmesine rağmen rüyalarına hâkim olan bilinçdışının çağrısına uyarak Fransız sevgilisi Pierre ile iki yıllığına Tokyo’ya giden Keiko’nun gizemli içsel yolculuğuna ayna tutuyor.

Rüyalarını yakan geçmişini aramak için çıktığı gönüllü yolculukta, kapkaranlık gölgesiyle baş başa kalan genç kızı yutan ise Kristeva’nın ‘Kara Güneş’ olarak adlandırdığı melankolinin ta kendisi olur. Efsanevi Anka kuşunun her daim küllerinden yeniden doğması misali, yetişkinlik yolunda annesiyle hesaplaşırken kendi ‘kor’unu arıyor Keiko roman boyunca. Ve savaşın yıllar sonrasında, modern Tokyo’nun ışıltılı kalabalığında, çocuk belleğinin hayaletlerini kovmak için geleneksel Japon rahiplerinin gerçekleştirdiği bir bebek törenine ihtiyaç duyuyor.

Ancak, kendi kendine gerçekleştirdiği mistik bir cin çıkarma töreninde, hem rahip hem de simgesel olarak kendisinin yerine geçmesi gereken bebek olarak yer aldığında, ‘ruhu kurtarılması gerekenden’ kurbana dönüşüyor. Keiko’nun takıntılı, uysal ve bastırılmış kişiliğinde, atom bombalarıyla kuşaklar boyunca ruhsal, kültürel ve fiziksel olarak sakatlanan Japon halkının saklı acılarını dillendiren Deltenre, Batı-Doğu ve kadınlık-erkeklik gibi kallavi sorunsalların izini sürüyor. Paris, Doğu Dilleri Enstitüsü’nde edebiyat profesörü olan babasının, kusursuz Japonca konuşan öğrencilerinden biri olan sevgilisi Pierre’in aşkı dahi, Tokyo’da kendi içindeki ‘öteki’yi ortaya çıkarmak isteyen Keiko’yu tutulduğu oedipal fırtınadan kurtaramıyor.

Zira onun, asimile edilerek bastırılan ‘gerçek benliğinin’ içinden fışkıran volkanik lavları kora dönüştürecek olan, hem Fransız hem Japon bir usta olan ölümcül gölgenin ta kendisidir. Som yabancı ve mutlak öteki olmanın bilincine, Fransa’daki ilkokul çağlarında küçük bir kızken varan Keiko, bu bilincini volkanik taş koleksiyonu yaparak sembolleştirir. Tokya’ya adım atar atmaz şiddeti, tenini yakacak kadar artan rüyalar görmeye başlayan Keiko, Japoncada beyaz Batılı erkek anlamında kullanılan gaijin kelimesiyle çağırdığı Pierre’den ise gitgide uzaklaşır.

Rüyalarının etkisiyle birlikte yaşadıkları evin salonuna farklı bir gözle bakmaya başlayan Keiko için zaman ve mekân algısı değişir. Onun gözünde kutsal bir tapınağa dönüşen salonda, Pierre’le birlikte misafir ağırladıkları bir gece, geride bıraktığı Japon kültürünün kadınlık efsanelerinden biri olan –geyşalığın simgesi– geleneksel kimonoları ve onun sunduğu rolü büyük bir huzurla giyer. Sevgilisinin büyük tepkisini çeken Keiko, Pierre’le aralarındaki mesafeyi artıran bu olaydan sonra aynalara daha fazla bakmaya başlar, böylelikle de yavaş yavaş ve sinsice delirir.

Ruh ikizi olarak gördüğü ve birlikte uyuduğu Pierre’den keskin bir biçimde kopan Keiko, aynada annesinin suretini görmeye başlar. Usta yazar Deltenre’nin, simgesel gerçekçi anlatımıyla Keiko’nun gerçeklik evrenini, okurlar da, halüsinasyon olarak değil tekinsiz ve gotik bir gerçeklik olarak algılarlar. Bir manga karakteri güzelliğindeki Keiko’nun, peşine düştüğü karanlık rüyalarıyla karışan bilincinden yansıyan gerçeklik rüyasal bir anlatıya dönüştürür metni.

Yazar, Melanie Klein’in, çocuğun bebeklik evresinde var olan bağımlılık ve nesnesel ilişki süreçlerini, anneyle çocuğun kurduğu ilişki düzleminde ele alıyor. Ancak, Kristeva’nın, ‘ben’in anneden kopuş sürecinde ortaya çıkan melankoli aşamasından çıkmak için önerdiği oedipal kaybın yerine simgesel bir başka nesne koyarak, mesafe alınması ve yas tutma önerisini ise yazık ki Keiko için gerçekleştiremiyor. Çünkü ilk kez geldiği Tokyo’da bastırılan belleğinin hücumuna uğrayan Keiko için büyüleyici bir uzama dönüşen bu kentin geçmişi, onun çocuk belleğinin izleri olan rüya yanıklarının da kaynağı olan bir politik geçmişin kesif ağırlığını da üzerinde taşır.

Ergenlik çağının son döneminde, asimile edilen ruhunun tuzaklarına annesinden uzakta yakalanan ve onun kendisine öğretmediği Japonluğuyla aynalar, rüyalar ve melankolik ruhun yakıcı azabını simgeleyen volkanik taşlar aracılığıyla ‘tekinsiz’in içinde karşılaşan Keiko, bir Şinto tapınağında, 7-8 yaşlarındaki küçük bir kızın bebeğini törensel bir biçimde ateşe atışını izler. Ayin sonrası rahip, kızı kutsar ve ergenlik ayini sona erer. Bu, anneden ayrılma ve ana rahminden çıkma törenini tek başına gerçekleştiren Keiko, delirerek, alev alan volkanik taşlarla yangın çıkarır.

Dehşetli İkinci Dünya Savaşı sonrasında, hızla modernleşen ve örtük bir dini milliyetçiliği, Şinto tapınakları ile kimonoların üzerine nakşedilen ejderha figürlerinden yansıtan Japonya’nın, anne figürü ve kadınlık üzerinden üretilen ulus devlet politikasında; gerçek benliğini kaybettiğine inanan Keiko için çok sevdiği taş bahçesinde huşuyla yanan volkanik alevlerden kurtuluş yoktur.

 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2024. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X