Abidin Parıltı, "Hayat berbat, gel bu eli saymayalım*", Radikal Kitap Eki, 21 Aralık 2007
Hayat berbat, ölüme yazgılı, sefil ve çaresiz. Güneş başkalarının üzerinde parlarken onlara haram ve duraksız ecel terleri döken antikahramanlar... Leo Malet, bilinen polisiye klişelerinin dışındadır ve budur. Öteki ve acımasız hayatları anlatır. Onların uzağında ve mesafeli durarak değil tam da onların içinden ve onların öfkesini kuşanarak. Genel olarak bilinen toplumsal değerleri ve ahlak anlayışlarını bir tarafa bırakarak en dipte olanın peşine düşer. Suçun en acımasız biçimini anlatırken bile antikahramanlarına şefkatle yaklaşır ve onlarla empati kurmamızı sağlar.
Malet, okuyucuyu oyalayan bir düş dünyanın kurucusu değildir. Aksine düşmüş dünyaların kurucusudur. Onun Ecel Terleri kitabına aldığı John Webster'e ait alıntı bu anlamda önemlidir. "İnsan bir kuyuya düştüğünde, itenin ne önemi vardır ki. Onu en çabuk şekilde dibe götüren, kendi ağırlığıdır." Özellikle Hayat Berbat, kuyuya düşen ve düştükten sonra olabildiğince hızlı bir şekilde en dibe vuran insanların makûs talihlerini anlatır.
Andre Gide'le yapılan bir söyleşide, İsviçre'de neden büyük romanın olmadığı sorulur. Gide, çünkü orada cinayet yok, der. Bu cevap, genelde sanatın özelde ise edebiyatın neyin üzerine temellerini kurduğunu ve yükseldiğinin de işaretidir. Cinayetin, kötülüğün ve haksızlığın olduğu yerde edebiyat çoğunlukla bütün görkemiyle ortaya çıkar. Salt iyiliğin işlendiği, her hareketin iyilikle karşılık bulduğu bir edebiyat düşünülebilir mi? Sanki düşünülemez gibi! Nasıl ki mutlu aşkın yazılı tarihi yoksa salt iyiliğin de sanırım yazılı bir tarihi yoktur. Yaratıcı olan kötülük kavramıdır.
Leo Malet, Kara Üçleme'de genel olarak kötülüğü ve o kavramın üzerinde yükseldiği hayatları anlatır. Özellikle Hayat Berbat, temellerini bunun üzerine kurmuştur. Bu dünyadan hiçbir beklentisi olmayan, ümitsiz ve bir o kadar da öfkeli antikahraman Jean'ın liderlik ettiği çete, bir fabrikanın grevdeki işçilerine destek olmak için soygun yapar. Ancak soygun planladıkları gibi işlemez ve birkaç kişiyi vururlar. Jean buna üzülmez bile. Olmuştur bir kere. O kadar. Bu soygunda vurulanlardan biri ölümüne sevdiği ve başkasıyla evlenen Gloria'nın babasıdır. İşte bunun için sevinir. Bu soygunla birlikte çete giderek adi birer soyguncuya dönüşür. Kendini topluma kabul ettirme gereği duymazlar. Çünkü zaten ümitsizdirler ve onları zaten yasaların ve toplumsal kuralların dışında bırakmış bu topluma karşı öfkeli ve acımasızdırlar. Her şeyi sukünetle ve biraz daha alkol tüketerek karşılarlar.
Hayat Berbat, Jean'ın ağzından ve Jean temel alınarak anlatılır. Jean bize sokakları ve acımasızlıkları sakin ama öfkesi her kelimesinden sızan şiirsel bir vahşilikle anlatır. Yaranmaya çalışmaz aksine yaralamaya çalışır. Ümitsizlikleri, kuyuya atılmışlıkları onları hırçınlaştırır. Mutlu değillerdir. "Sen mutlusun' dedim ıslık gibi. 'Bizim işlerde mutlu insanlara yer yoktur..." Bu anlamda Sartre'nin Baudlaire için söylediğini aslında Jean için de söyleyebiliriz. "Kendini mahkûm etmeyen insan kendini sonuna kadar sevemez de" Jean kendini mahkûm etmesine rağmen kendini hiçbir zaman tam olarak sevmez. Bu onun için düşünülecek bir şey değildir. Denilebilir ki Jean bir yerden sonra kötülük olsun diye kötülük yapar. İyilik olarak görülenin tam tersidir bu. Toplum tarafından istenmeyeni ister ve yapar. Bunun için ise acı duymaz. Vicdan azabı çekmez. Sadece gülümser. Burada kötülük konusunda çok önemli bir eser vermiş olan Georges Bataille'yi anmak yerinde olacaktır. Bataille kötülük kavramının tanımını yaparken der ki: "Kötülük, aslında bir tür meydan okuma olan ölümün cazibesini yansıttığı sürece-erotizmin bütün biçimlerinde olduğu gibi-, olsa olsa gizli bir yenilginin nesnesi sayılabilir. Bu Kötülük, muzaffer edayla taşınan Kötülük'tür." Bu durum Jean öznesi üzerinde de geçerliliğini aynen korur.
Öfkeli bir şiir gibi
Malet, Güneş Bize Haram'da on altı yaşındaki Andre adındaki bir yetim çocuğun serserilik yüzünden ıslahevine tıkılması ve ısıtmayan güneşin sıcaklığını kenar köşe dilberi Gina'da bulmasının hikâyesini anlatılır. Malet yine sokağa yaslanır ve sokağın es geçilen, steril olmaktan uzak, çaresizlikleri içinde tükenmiş insanlarını anlatır. Daha doğumundan itibaren toplumdışı ilan edilen hayatlardan söz eder. Serseri, dipten beslenen, sokağın diline hâkim, sokaktan geçip giden değil, orada olan ve orada kalan gayri meşru hayatları keskin ve öfkeli bir şiir olarak anlatır Malet. Andre ıslahevine atıldıktan sonraki zamanlarda çaresizce çırpınır ve serserilikle başladığı kariyerine hırsızlığı, cinayet işlemeyi ve kundakçılık yapmayı da ekler.
Ecel Terleri'nde ise yine kuyuya düşen ve kendi ağırlığıyla hızla dibe vurmaya yüz tutan bir anti-kahramanın hikâyesi anlatılır. Küçük çapta sahte mücevher işi yaparak kazasız belasız geçinen Paul Blondel'in kaderi sokak kızı Jeanne ile karşılaşmasıyla değişir. Tatlı birkaç ayın ardından sevgilisini elinde tutabilmek için daha büyük işlere girişmesi gerekecektir. Sınır bir kez aşıldığında ise artık durmak imkânsızdır. Küçük sahtekârdan bir numaralı halk düşmanına evrilir Paul. Ve Malet'in diğer karakterleri gibi bir kez başlandı mı bir daha durdurulamaz. Kendini olayların akışına bırakır ve bunun için vicdani bir merhaleden geçmez.
Genel olarak bakıldığında Malet bütün edebiyatın ve okurun ezberini bozacak bir şekilde davranır. Bu anlamda akla hemen Jean Jenet ve Boris Vian gelir. Kötülük kavramını muzaffer bir edayla işleyen ve olmazsa dünya edebiyatının muhakkak eksik kalacağı yazarların yanında yer alır Leo Malet. Jean Genet, Açık Düşman adlı kitabında "Kötülüğü o şekilde yaşayacaksınız ki iyiliği simgeleyen toplumsal güçler sizi ele geçirmesin"der. Malet'in karakterleri de adeta bu güzergâhta yokuş aşağı giderler. Hayat Berbat'taki Jean hayatının sonuna kadar iktidara ve toplumun saygın değerlerine karşı bir mücadele biçimi olarak kötülüğü, kötü olmayı seçer. Onların iyiliklerle dolu dünyasında, bir ihanetçi, bir alçak olmayı yeğler. ihaneti sever; ihanette, kendisine ait olan 'en iyiyi' ve 'en kötüyü' bulur. Ancak buna rağmen Jean bir nihilist olduğunu ve bu dünyada nasıl davranması gerektiğini bilmediğini söyler. Bu anlamda Jean sürekli bir çelişki içinde yaşasa da kuyunun dibine doğru inişe geçtiğinde çırpınmaz, bedenini usulca olan bitene bırakır.
Kara, kapkara dünyanın kapıları
Diğer yandan Malet'in karakterleri genel olarak aşka karşı zaafı olan ve onun için çırpınan kişiler olabilmektedirler. Jean'ın hayatındaki tek masum kişi ölesiye âşık olduğu Gloria'dır. Onunla cinselliğe dayanmayan, daha çok ruhani ve rüyalarda buluşulan bir aşk yaşar. Ancak diğer yandan da bütün kadınları birer fahişe olarak görmekten de çekinmez. Cinselliğini silahıyla örtmüştür ve onu bir penis olarak düşünür. Ona bakıp gülümseyen ama alay ettiğini düşündüğü bir fahişeyi usulca belinden çıkardığı (önünden mi desek) silahla vurmaktan geri kalmaz. Güneş Bize Haram ve Ecel Terleri'ndeki karakterler de aynı minvalde aşk için her şeye yeltenirler.
Malet bu şahane üçlemesinde bir polisiyeden öte kara, kapkara bir dünyanın kapılarını okuyucusuna açar. Onun dehşetle açılmış gözleriyle anlatılana tutsak eder. Bu adına polisiye denilmiş Kara Üçleme'de katili takip eden polisler olsa da sadece onların salaklıklarını görürüz. Dedektif yok. Cinayet mahalindeki araştırmalara tanık olmak yok. DNA, kıl tüy örnekleri yok. Bilinen polisiye klişeleri yok. Peki ne var? Güzel kadınların geçtiği, parfümlü bir seyirci topluluğu önünde gösteriye çıkan soyguncular var. Katiller, hırsızlar, düşmüşler, kenar mahalleye bile ait olamamış insanlar, toplumdışı olanlar, gece insanlarının vahşi ama buruk hikâyeleri var. "Sen biz, kardeşiz bebek. Hepimiz ailemizin yüzkarasıyız.", "iyi bir cani olmak için, uzun zaman boyunca namuslu bir vatandaş olmuş olmak lazım". Hayat berbat.
Malet, dilini bu dünyaların insanlarına uyarlamıştır. (Haldun Bayrı'nın çok iyi çevirisini unutmamak lazım.) Steril bir dille anlatmaz hikâyeyi. Her kelimenin altından dizginlenemez bir öfke ve bu öfkenin yarattığı dünya hemen ilk cümlelerden itibaren dikkati çeker. Argoyu kullanır ama bu sokağın şiirine denk gelecek bir kullanım biçimidir. Bu anlamda üstüne üstlük okuyucuya bir dilsel şöleni de bütün cömertliğiyle armağan eder. Daha ne olsun? Hayat berbat olsa da onu güzelleştiren kelimelerdir.
* Ahmet Güntan tarafından sözleri yazılmış ve Müslüm Gürses tarafından söylenmiş şarkı.