Murat Belge, “Yastıkname”, Milliyet Kitap Eki, 30 Ağustos 2006
Bu yakınlarda Metis Yayınları'ndan birkaç bakımdan ilginç bir kitap çıktı: Japon edebiyatından bir kitap, Türkçede adı "Yastıkname" olmuş. Japonya'da İ.S. 10. yüzyılda, ilginç bir kadın edebiyatı başlar. Japonya dışındaki dünyada tanınan ilk örneği Murasaki Şikibu'nun yazdığı "Genci Monogatari"dir ("Genci'nin Hikâyesi"). Üniversiteye yeni başladığım yıllarda (yani '60'ların başı) Penguen'in "Dünya Klasikleri" arasında çıkmıştı. O zaman alıp okumuş, ama kültürel farkların büyüklüğünden ötürü fazla bir şey anlamamıştım.
Bu "Yastıkname"nin yazarı da Sei Şonagon adında, gene 900'lerin sonlarında yaşamış bir kadın. Yukarıda andığım Murasaki ile birbirlerini tanıyorlar (ve anladığım kadarıyla pek sevişmiyorlar).
Japonya'nın 'kadın edebiyatı'ndan başka 'saray edebiyatı' diye de niteleyebileceğimiz bir edebiyatı bence yeterince ilginç. Ama buna gelmeden önce, kitabı görmeyenler için, çevirisiyle ilgili birkaç şey söyleyeyim. "Hazırlayan" nitelemesiyle Tuncay Birkan'ın adını görüyoruz kitabın başında. Ama bir de "Kitap Çevirmenleri Girişimi Ortak Çevirisi" sözü var. Birkan'ın yazdığı önsözü okuyunca, bunu İngilizce, Fransızca, Almanca ve İspanyolcadan çeviren seksen küsur çevirmen olduğunu öğreniyoruz! Peki, bu seksen kişinin arasında bir tane de Japoncadan çevirecek adam yok mu? Var. Hüseyin Can Ertekin. Ayrıca, Japonca aslına bakarak redaksiyonda yardımcı olan iki kişi daha var: Ayşe Nur Tekmen ve Tsuyoşi Sugiyama. Birkan önsözünde bunun nasıl bir çalışma olduğunu uzun uzun anlatmış, benim bu ayrıntılara girmeme gerek yok.
Yalnız şunları da söylemeden edemeyeceğim: Çok sorun çıkarabilen, zor bir süreç olduğu anlaşılıyor. Yani, "her kitap böyle çevrilsin" denecek gibi değil, çünkü böyle bir şey mümkün değil. Ama bazı özel kitaplar için, muhtemelen daha az kişinin katılımıyla, belki düşünülebilir.
Militarizm ve edebiyat
Ben bir yan konuya değinmek için bu konuya bu kadar girdim. Bu da, bu 'girişim'in, bir yandan 'çevirmenin itibarı'nı korumak, bir yandan da yapılan 'çevirilerin niteliğini yükseltmek' amaçlarını güdüyor olması. Bunların her ikisi de önemli ve gerekli ve zaten birbirlerini tamamlıyorlar. Onun için özellikle bunları vurgulamak istedim. 'Kitap' diyenimiz, 'okumak-yazmak'tan dem vuranımız, bunların içinde amatör veya profesyonel olarak bulunanımız, hepimiz için gerçekleşmesi gerekli, gerçekleşmesine katkıda bulunmak da son derece önemli amaçlar bunlar.
Bu 'edebiyat'a gelelim şimdi. Üzerinde çalıştığım bir kitap nedeniyle Japonya beni yakından ilgilendiriyor. Ama bu 'edebiyat', Birkan'ın önsözde yaptığı şu tespit dolayısıyla ilgilendirmiyor: "...bugün geleneksel Japon kültürü denince akla gelebilecek olan unsurların bulunmadığı, hatta bazı Japon milliyetçilerinin oluşturmak istedikleri milliyetçi ve eril anlatıyı, militarizmin esamisi okunmadığı için sekteye uğratması yüzünden pek hayırla yâd etmedikleri bir dönem bu..."
Ben de tam Japon militarizmini çalıştığım için beni ilgilendirmiyor; öte yandan hiçbir toplam 'sadece militarist', 'toptan' şöyle veya böyle olamayacağı için, 'militarizmin esamisi okun'mayan bu edebiyat beni de ilgilendiriyor, sonuç olarak. Hem öyle büsbütün okunmayan bir esami olmadığını, bu incelikli saray edebiyatında bile karşınıza çıkan bazı değer yargılarından anlıyorsunuz.
Bu edebiyata Batılı anlamında 'roman' demek bir yana, 'anlatı' gibi daha genel bir terim kullanmak bile zor. Sonunda, zaman içinde bir çeşit ileriye gidiş var, ama, bu gidiş, bizim alışık olduğumuz kültürde 'deneme' diyebileceğimiz bir yazı türü tarafından sık sık kesintiye uğratılıyor.
Şiirin yeri
Şonagon'da, herhalde 'saray' denen ortamın evrensel ürünü olan müthiş bir öz-denetim var. Onun için, söylediklerinden çok söylemedikleri, ama hissettirdikleri ilginç ve önemli. Burada iki şey dikkatimi çekti: Japon sarayında görünüş çok önemli. Her şey bir 'spectacle' olmak durumunda. Bu zaten, görselliğin her alanda çok ağır bastığı genel Japon kültürü içinde daha kolay anlaşılabiliyor.
İkincisi ise 'şiir'in hayatta tuttuğu merkezi yer. Bu insanlar durmadan birbirine şiir yolluyor. Şiirle cevap alıyor ve bugün Batı'da 'intertextuality' dediğimiz şey orada 1000 yılında egemen değer.
Utançsız snobizmiyle, üstte kalma ama zarafetinden taviz vermeme tutkusuyla, saklamadığı hınzırlığı ve sakladığı bütün özlemleriyle, yapaylık ve sahiciliğin çok ilginç ve özgün bir karışımı olduğunu anlıyoruz, Sei Şonagon'un.