Abidin Parıltı, “Ben José Antonio Maria Vaz”, Radikal Kitap Eki, 30 Eylül 2005
Henning Mankell İsveçli bir yazar. Kitapları, dünyanın belli başlı ülkelerinde çok ilgi gördü. Türkiye'de de hatırı sayılır bir okuyucu kitlesi edindi. Mankell 1948'de doğdu. Annesi, aileyi terk etmiş olduğu için babası tarafından büyütüldü. On yedi yaşında Stockholm'e giderek Riks Tiyatrosu'nda yönetmen yardımcısı olarak çalışmaya başladı. 1968'de yönetmenliğe ve yazarlığa adım attı. İlk romanı Kaybolan Esir Kampı 1979'da yayımlandı. 1985'te Maputo'da bir tiyatro topluluğu kurmak üzere aldığı davet sonucu gittiği Mozambik ikinci vatanı hâline geldi. 1990-98 yılları arasında yazdığı, kahramanı Komiser Wallander olan polisiye romanlarla dünya çapında ün kazandı.
Ancak Mankell'in 1995 yılında yazdığı ve konusu Afrika'da geçen romanı Rüzgârlara Söyleyen'de polisiyeye hiç bulaşmamış. Daha çok Marquez'in Yüzyıllık Yalnızlığı'nı ve Fuantes'i, ayrıca Gunter Grass'ın Teneke Trampet'ini sürekli hatırda tutacak biçimde masalsı ve büyülü bir dille yazmıştır. Mankell burada Afrika'da adı verilmeyen bir ülkede, ki bu ülkenin kendisinin yılın altı ayını geçirdiği Mozambik olduğu hemen anlaşılır, sokak çocuklarının iç acıtan hikâyesini anlatır. Roman genellikle José Antonio Maria Vaz'ın ağzından anlatılır.
'Unutmayın diye...'
Vaz, hikâyesini Muson Rüzgârları'na anlatır. Kimsenin onu dinlemediğini bilmektedir. Ancak Nelio'nun çarpıcı hikâyesini belleğinde saklamak, başkalarına anlatmak ve unutulmamasını sağlamak istemektedir. Olayı anlatmaya başladığında üzerinden bir yıl geçmiştir. Nelio'da bir anlamda yükünü hafifletmek, herkesin onun olağanüstü ve hüzünlü hikâyesini bilmesini sağlamak için Vaz'la paylaşmıştır hikâyesini. Bir yönüyle Nelio'nun hikâyesi bütün bir ülkenin makus tarihi ve talihidir de aslında. Bu yüzden romanın bir yerinde Vaz'a şöyle der: "Unutulmaktan korktuğum için değil, sizler kim olduğunuzu unutmayasanız diye" anlatır hikâyesini. Nelio henüz on yaşındadır ve sokakların bilgeliğini özümsemiştir. Haydutlar onun köyünü yakmıştır. Köyden sadece o kurtulabilmiştir. Belki de romanın en çarpıcı sayfaları köyün boşaltılma zamanlarıdır. On üç yaşındaki bir haydut hiç tereddüt etmeden bir köylünün kafasını baltayla keser, Nelio'nun henüz bebek olan kız kardeşi havanda tokmakla ölene kadar dövülür. İşte o zaman da dünya ölüyor gerçekten.
Haydutların komutanı Nelio'dan karşısındaki çocuğu öldürmesini istediğinde Nelio, haydutların komutanını vurur ve kaçar. Nelio'nun yolculuğu ve hikâyesi de burada başlar. Bize olağanüstü gelebilecek kişilerle tanışır, yaşar. Şimdi hikâyesinin yaşadığı ama kendisinin öldüğü bu şehre gelir. Bilge bir yapısı vardır. Sokak çocukları arasında hiç dayak yemeyen sadece Nelio'dur ve şehirde bir efsane olur. Sonra bir kadın onun büyüsel yönünün olduğunu anlatır ve efsane büyür. Nelio'nun çetesi oldukça ilginçtir.
Nascimento, konuşmayı güç bela becerir, onun yerine içinde yaşamaya mecbur bırakıldığı dünyayı tanımlamak ve yorumlamak için yumruklarını kullanır. İnce uzun, büyük ayaklı, sol elinin küçük parmağı kıvrık duran Mandioca'nın pantolon cepleri oldukça büyüktür. Çünkü, orada soğan ve domates yetiştirir. Cebine doldurduğu toprağı her gün sular. Bütün özlemi hiç hatırlamadığı ama benliğine kazınmış köyüne geri dönmektir. Pecado, üvey babasının kafasına kiremiti indirip kaçmıştır. Alfredo Bomba, çetenin en küçüğü, tek kollu olanıdır. Sadece dileneceği zaman ağlar. Diğer zamanlarda mutlu görünür. Tristeza'nın ise kafası az çalışır. Düşünceler beynine hızlı gitmemeyi öğrenmiş,umutsuz yoksulluğun üveyoğludur o.
Bir de Cosmos var. Çetenin Nelio'dan önceki lideri. Polislerin yola getirmeye çalıştıkları ancak beceremedikleri zeki çocuk. Romandaki kişiler bizim bugünkü dünyayı algıladığımız biçimdeki bir kişiliğe ve yaşantıya sahip değildir. Bu anlamda bize masalsı gelen bir dünya aslında onların içinde yaşadığı dehşet bir gerçekliktir. Bizim batıl olarak nitelendirdiğimiz onların içselleştirilmiş yaşam bilgeliğidir. Çetenin bütün elemanları daha çocuk olmadan büyümeyi öğrenmiş ve yaşamda kalmanın tek yol olduğunu algılamışlardır. Çocuk olmalarına rağmen büyümüş, ergenliğe ulaşmamış olmalarına rağmen yaşlanmış adamlardır. Çocuklukları bir günde biten bu kişilerin yükü oldukça ağırdır. Savaş, yoksulluk ve sokaklar o çocuk yüzleri birdenbire yaşlandırmıştır. Bir durgunluk çöker yüzlerine ve yorgun bilgeler olurlar. (bkz. Çevremiz, sokak araları, yol kenarları, metruk binaların içleri) bu çocuklar o toplumun dışarıya taşmış vicdanları olarak her zaman göz önündedir. Nitekim romandaki çocuklar da her zaman göz önünde ve her yerdedirler. Başkanın odasında bile.
Beyazların hükümranlığı
Vaz, Nelio'yu ağır yaralı bir hâlde kurtarır ve dama çıkarır. Nelio'nun hikâyesini dokuz gün boyunca dinler. Öte yandan Vaz'ın ve şehirdekilerin de hikâyesi akar. Vaz'ın, yüz yaşına yaklaşan ama hâlâ bir genç kız gibi olan, arabasıyla son sürat şehrin sokaklarında gezen Dona Esmeralda'nın yanında çalışmaya başlaması, Maria'ya âşık olması, Devrimci güçlerin diktatörlüğü yıkması, bunun ertesinde Dona Esmeralda'nın tiyatro kurması, ekibini hazırlaması, anlaşılması güç oyunlar çıkarması da anlatılır.
Roman hangi ülkede geçtiğini söylemez. Dile getirilen sorun ve trajedi herhangi bir sömürge ülkenin ya da iç savaşı yaşayan bir ülkenin başına gelebilecek olaylardır. Buna yaşadığımız ülkeyi de dahil edebiliriz. Romanın temelindeki bir diğer çatışma ve aslında en önemli çatışma, ki sözünü ettiğimiz bütün sorunların ana kaynağı, siyah-beyaz eşitsizliği ve beyazların hükümranlığıdır. Beyazların (Portekiz'in diktatörlük zamanında Mozambik'i sömürgesi hâline getirmesi) siyahlara egemenliği (Frelimo, Mozambik Kurtuluş Cephesi'nin, 1975'te savaşı kazanması) bittiğinde de aslında değişen çok fazla bir şey yoktur. Yoksuluk bâkidir hâlâ.
Mankell, burada kasvetli ve katı olabilecek bir hikâyeyi oldukça iyi bir dille ve bildiğimiz gerçeklerden kopararak anlatır. Kimi zaman kişilerine grotesk özellikler yükleyerek kimi zaman da olaya olağanüstü bir nitelik katarak masalsı kılar. Bütün kişileri kendi dramları içinde hem kahraman hem de kurbandır. Aslında bence Mankell, sömürge ülkelerin yazgısına Nelio'nun şahsında bir şiir yazmış Rüzgârlara Söyleyen'de. Yazıyı Nelio'nun Cosmos'a söylediği bir sözle bitirebilirim: "Ben başkan olsaydım istifa ederdim. Sokak çocukları sürüsünü yöneten birinin başkanlık yapmaya zamanı mı kalır?"