Erol Hızarcı, "Kedilere dair", Dünya Kitap, 4 Mart 2005
Dışarıdan gelen hayvanın çıkıp geldigi yer bir yansıtma mekanı olarak görülür. İnsana özgü durumların (ya da ilişkilerin) temsil edilmesi, aktarılması, sahneye konulması için uygun bir mekan. Bu açıdan hayvan ile, ister mit, ister masal olsun, anlatı arasında temel ve çok eski bir ilişki vardır. Kedilere Dair, sadece bir anlatı. Masalsılığı ise kedilerden, eskilerden...
Descartes’a göre hayvan bir otomattır, insanın ikizi olduğu düşünülebilir; insan sayılmasını engelleyecek hiçbir eksiği yoktur, ne hareketten, ne duyulardan, ne arzulardan yoksundur; elbette tanrısal bir esasa dayanan akıl dışında.
Georges Bataille ise Dinler Kuramı adlı eserinin ilk bölümünde, “Hayvanı da bir şey olarak görebildiğim için (hayvanı yediğimde –başka bir hayvan gibi değil de kendime özgü biçimde yediğimde-, tutsak ettiğimde ya da bilim nesnesi durumuna getirdiğimde) onun saçmalığı taşların ya da havanın saçmalığından aşağı kalmaz (daha doğrusu bunlara pek uzak değildir); ancak hayvan, her zaman şeylere atfettiğimiz alt düzey gerçekliğe indirgenmez ve bu asla tam anlamıyla olmaz. Hayvanlara özgü bu karanlıklarda hoş, gizli ve acı veren bir duygu içimizde samimi bir ışığın sürekli yanmasını sağlar gibidir...” derken, hayvanın kendisi için ne ifade ettiğini betimler.
Batı düşüncesi, yani hayvanlar (ister buradaki isterse başka yerlerdeki hayvanlar) konusunda bize ait olan düşünüş ekseni bu iki kutup arasında bulunur; birisi hayvanın diğerleri gibi doğal bir öğe olarak, istenilen biçimde kurcalanabilen, kullanılıp parçalanabilen bir şey olarak gördüğü soğuk, soyut bir kutuptur; diğeri daha duygusal bir kutuptur ve buradaki hayvan öteki insan olarak; dünyaya, şeffaf, görünmeyen şeylere aracı, bir rehber olarak, doğrudan doğruya başka insan olarak hissedilir.
Her kütürde genel biçimiyle tartışılan (ve her kültürün kendine göre yanıtladığı) sorulardan biri “duyusal” kutbun “soğuk” kutba dönüştürülmesi sorunudur...
Kedilere Dair’in anlatıcısı bu sorunla yaşıyor ve bu soruyla yazıyor. Okura sorulmayan, sessizce sunulan bir soru bu. Okur durup durup kendine soruyor. Kendini soruyor aslında. Yazar bunun farkında olmalı ki, anlatıcı bu konuda susuyor. Dillendirilmesi istenen, dillendirilmesi beklenen bir suskunluk bu. Okur da sessiz kalamıyor. Doris Lessing’in yarattığı da bu ses. Kedilere Dair bir vesile sadece. Her dönüp okumada, her durup düşünmede, okurun sesi ona kendini anlatıyor. Okumayı, sormayı, düşünmeyi bilene tabii.
Bilmek, kendini bilmek isteyene
Bizi çevreleyen doğa ve evimizde işleyen doğa yasaları. Dışarıdan gelen kediler ve içimizden geçenler. Sessizliğin karşısında düşünce. Biri dillendikçe, öteki susmaya meyilli. Bizi düşündüren kedilerin sessizliği ise, onları konuşturan ne?
Kedilere Dair, bunu anlatmak istediğini açık etmekten özenle kaçınarak kutsal alanını okura bırakıyor. Kedilerle başbaşa bırakarak. Düşünen, gözleyen bir anlatıcı ve kedi sessizliğinde bir yazar.
Evi çekip çekiştirir, yaşantılarını derleyip toparlayarak yaşamını sürdürürken, seyehatlere bile kedilerle çıkan bir kadın, kedilerle çevrelenmişliğini kendini geri çekerek anlatırken, evrensel bir çerçeveye kuyruk bağlayıp uçurmayı deniyor.
Okurun rüzgarı nereden eserse...
Öte yanda, çiftliğin çevresini kendilerine yurt edinmiş, kümesteki hayvanlara dadanan vahşi kediler ve yırtıcı kuşlara yem olmaktan kurtulamayan yavruları; ve tabii, akıbetleri kedi yavrularından farksız kuş yavruları. Beri yanda bahçedeki besinlerden sebeplenen, bahçede beslenen, eve sızmayı becerebilen, eve alınan, evde beslenen, evde doğup büyüyen kediler, bazen anneleri bazen de evin sahibesi tarafından ölümlerine göz yumulan yavruları.
Kediler kabullenmeyi öğretiyor öncelikle, ölümleriyle bile. Onlar karanlığa açılan kapılarımız. Ev yaşantısını bile bizimle paylaşan bu merkeze en yakın hayvanlar, bize kendi doğaları üzerinden unuttuğumuz doğayı belletip yadsınamaz kişiliklerini kabullendiriyorlar önce. Hayata dair sorular ve sorunların sonu gelmese de, bilmek kabullenmekle başlıyor. Kedilerin bilgeliğini kabullenmeye dek uzanan bir serüven bu.
Hayvanlara ilişkin tasavvurların alanında, ava dayalı, yani yetiştiricilikle uğraşan kültürler ile diğer kültürler arasındaki ideolojik devamlılıklar vardır... Avcıların, hayvanı, mitlerinde insana yakın görebilmeleri, bu yakınlığın hayvan yetiştirenlerin evcil hayvanlara tanıdıkları yakınlığa çok benzemesi şaşırtıcıdır... Ancak vahşi hayvan da simgesel sahneden pek o kadar dışlanmış değildir ve av da, rit niteliğinin yalnızca bir kısmından yoksundur. Hatta kimi kez av, rit içinde kaybettiğini mit içinde yeniden kazanır.
İnsanla hayvan arasındaki ilişki eğretilemeye dayalıdır. Bu ilişkiyi keşfetmek için Levi-Strauss’un formülüne göre dış benzerlikten iç benzerliğe geçmek gerekir... Ve ona göre geriye “çok sayıda olasılığı barındıran kavramsal bir araç” kalır. Hayvan, hayvan olarak geriye çekilir; bir düşünme biçimi, sunduğu birçok birleşme olasılığı sayesinde itibar kazanan, kavramsal bir araca dönüşür.
Kedilere Dair, hayata, insana dair bir kitap. Ardışık anlatılarda bir sürü kedi ve hepsi de edebiyatta eşine az rastlanır sahici karakterler: Eğretileme bilgisi sessizce deviniyor. Anlatıcının geri çekilmişliği, kedilerin kedi olarak geriye çekilmişliğiyle koşut. Usta yazar, karşılıklı iki sessizlik arasına kurulan hamakta okuru usul usul sallıyor. Okur ara ara gözünü açıp kendi kendine bir soru soruyor, sonra yine düşe dalıyor. Kitap bitip uyandığında, gördüğü kedi düşlerinden geriye ne kalırsa artık...
Uyanan kendisi, geriye kalan kedisi; ve başbaşalar.
Bu kitabın poromosyon olmayan bir armağanı var: sizden başka hiç kimsenin göremeyeceği bir kedi gölgesi; bazen kaçıp gidecek, bazen gelip kendini sevdirecek.
İlk anlatıyla karanlığa açılan kitap, doğadan eve, çiftlikten kente çekilirken, bu ikilikte sürekli gidip gelmeler, hastalanıp iyileşmeler, doğum ve ölümlerle, kedileri gözleyerek kendisi üstüne düşünerek, hissettirmeden aydınlığa yol alıyor, okura kedi merdiveninin basamaklarını tıpış tıpış tırmandırıyor; ve her basamakta aynı silinti başka bir renkte ışıldayıp sönüyor:
“Sorabileceğimiz zekice sorular ile kendimize verebileceğimiz makul yanıtlar arasındaki orantısızlıkla birlikte yaşamayı öğrenmeliyiz.” Arnoldo Momigliano.
Kedilere Dair, bunu öğrenmenin sancısını, acısını alarak anlatıyor.
* İtalik yazılar, Philippe Borgeaud’un “Karşılaşma ve Karşılaştırma” adlı eserinin “Simgesel İşletici Olarak Hayvan” adlı bölümünden alınmıştır. Çeviren: Mehmet Emin Özcan, Dost Kitapevi Yayınları.