Özellikle Kediler, s. 14-18
Düşünüyorum da, evde her zaman kediler vardı. En yakın veteriner yüz kilometre ötede, Salisbury'deydi. Hatırladığım kadarıyla kedilerin, hele dişi kedilerin "doktora götürülmesi" söz konusu değildi. Dişi kedi demek kedi yavrusu demekti; sık aralıklarla doğan bir sürü kedi yavrusu. Birisi bu istenmeyen yavruları ortadan kaldırmak zorundaydı. Mutfakta çalışan Afrikalılar mı acaba? Evde bulala yena sözlerinin ne kadar da sık duyulduğunu hatırlıyorum. (Öldür onu!) Evin ve çiftliğin yaralı, hasta hayvanları ve kuşları: Bulala yena!
Evde bir tüfek bir de tabanca vardı ve onları annem kullanırdı.
Mesela yılanların icabına çoğu zaman o bakardı. Etrafımızda hep yılanlar olmuştu. Kulağa feci bir şeymiş gibi geliyor bu, galiba öyleydi de; ama yılanlar birlikte yaşadığımız yaratıklardı. Yaşamımı bir eziyete dönüştüren, koskocaman, çeşit çeşit ve sayılamayacak kadar çok örümceklerden korktuğum kadar korkmuyordum onlardan. Kobralar, siyah mambalar, şişen engerekler ve gece engerekleri vardı. Bir de boomslang denilen çok kötü bir tür. Bu yılan bir dala, bir veranda direğine, yerden yüksek bir şeye dolanma âdetindeydi ve onu rahatsız edenin yüzüne tükürürdü. Çoğu zaman göz hizasında bir yerlerde durur, tükürdüğünü kör ederdi. Ama yılanlarla geçirdiğim yirmi yıl boyunca yaşanan tek kötü olay, bir boomslang'in erkek kardeşimin gözlerine tükürmesiydi. Yerli ilaçları kullanan bir Afrikalı, kardeşimi kör olmaktan kurtarmıştı.
Ama tehlike uyarıları eksik olmazdı. Mutfakta yılan var; yahut verandada; ya da yemek odasında; sanki her yerdeydiler. Bir defasında yün çilesi sanıp, bir gece engereğini tutuyordum az kalsın. Ama önce onun benden korkup tıslaması ikimizi birden kurtardı: Ben kaçtım; o uzaklaşıp kurtuldu. Bir başka sefer küçük gözleri kâğıt dolu yazı masasının içine yılan girdi. Yılanı vurabilmek için ürkütüp yerinden çıkartmak, annemle hizmetçilerin saatlerini aldı. Bir başka sefer de bir mamba yılanı, kiler barakasındaki buğday ambarının altına girmişti. Annem otuz santimetreden onu vurabilmek için yanlamasına yere uzanmak zorunda kalmıştı.
Odun yığınının içindeki bir yılan telaşa neden oldu; yılanı iki kütüğün arasında sürünürken gördüm dediğim için, çok sevdiğimiz bir kedinin ölümüne sebep oldum. Meğerse kedinin kuyruğunu görmüşüm. Annem kımıldayan grimtrak şeye ateş etti; kedi ciyaklayarak dışarı uğradı. Tamamen uçmuş yan tarafı kıpkırmızı cılk etti. Çığlık atarak odun yongalarının arasında kendini yerden yere vuruyor, kırılmış narin kaburgalarının arasından kanayan küçük kalbi görünüyordu. Kedi, annem bir yandan hıçkırıp bir yandan onu okşarken öldü. Bu arada kobranın birkaç metre ötedeki yüksek bir kütüğe dolanmış olduğu anlaşıldı.
Bir keresinde de haykırışlarla uyarılar birbirine karıştı; amber çiçeği çalılarıyla dikenlikler arasındaki taşlık patikada bir kedi, oradan oraya sıçrayan ince ve koyu renk bir yılanla dövüşüyordu.Yılan enli diken çitin içine süzülüp orada durdu ve parlak gözleriyle kendisine yaklaşamayan kediye bakmaya başladı. Kedi bütün öğleden sonra orada kaldı, yılanın saklandığı çitin etrafında dolaştı, miyavladı, yılana hırladı ve tısladı. Karanlık basınca yılan sinsice ve yaralanmaksızın uzaklaştı.
Aniden akla geliveren anılar, başı sonu olmayan hikâyeler. Tüküren yılanın tükürüğüyle gözleri şişmiş, annemin yatağında boylu boyunca yatıp acıdan miyavlayan kediye ne olmuştu? Ya da emilmemiş sütü yüzünden karnını yerde sürüyerek ağlaya ağlaya eve gelen kediye ne olmuştu? Ne olduğunu anlamak için alet barakasına gidip yavruların yattığı kutuya bakmış, onları bulamamıştık; hizmetçilerden biri kutunun etrafındaki izlere bakıp, Nyoka, demişti. Yılan.
Çocuklukta insanlar, hayvanlar ve olaylar belirir ve varlıkları kabullenilir, sonra ortadan kaybolurlar; hiçbir açıklama yapılmaz, hiçbir şey sorulmaz.
Ama şimdi kedileri, hep kedileri, onlarla ilgili yüzlerce olayı, kedilerle birlikte geçen sayısız yılları hatırladığımda, bu kedilerin ne ağır bir iş yükü anlamına geldiğini hayretle anlıyorum. Şimdi Londra'da iki kedim var; iki küçük hayvan için insanın bu kadar endişelenmesi, zahmet çekmesi ne kadar anlamsız diyorum sık sık.
Bütün bu işleri annem yapıyordu herhalde. Çiftlik işleri erkeklerin, ev işleri kadınlarındı; ev işleri şehirde yapılanlardan çok daha ağır olsa bile. İnsanın yapacağı işleri mizacı belirlediği için de bu işler onun göreviydi. Annem zeki, insancıl ve dirayetli biriydi. En önemlisi de her konuda pratikti. Dahası da var: Annem insanlığın, işlerin nasıl yürüdüğünü bilen takımındandı ve olayların gerektirdiği gibi davranırdı. Gayet sevimsiz bir rol.
Bu bakımdan babam da fena sayılmazdı; köylü çocuğuydu. Ama bir şey yapılacağı, harekete geçileceği, kesin bir karar alınacağı zaman babam olumsuz bir tavır takınır, gerekeni annem yapardı. Babam ironik ve aslında hayranlık dolu bir öfke ile, "Demek öyle! Öyle olsun bakalım!" derdi. Sonra yelkenleri suya indirir, "kontrol altında tutulduğu sürece doğaya itirazım yok," derdi.
Ancak doğayla aynı kumaştan dokunmuş, hatta onu bir görev ve sorumluluk olarak kabullenmiş olan annemin, duygusal felsefelerle kaybedecek zamanı yoktu. Annem üzüntüden ölse bile şakaya vurup "Sana göre hava hoş değil mi?" derdi; ama babama içerlerdi de tabii, çünkü kedi yavrularını boğan, yılanı vuran, hasta tavuğu öldüren veya beyaz karıncaların yuvasında kükürt yakan babam değil kendisiydi: Babam beyaz karıncaları sever, onları seyretmekten zevk alırdı.
İşte bu yüzden nasıl olup da o korkunç hafta sonu babam ve kırk kadar kediyle başbaşa bırakıldığımı bir türlü anlayabilmiş değilim.
Açıklama namına tek hatırladığım, annem için "Yufka yürekli oldu, kedi yavrusu boğmaya dayanamıyor," demeleriydi.
Bu laf tahammülsüzlükle, kızgınlıkla, kestirip atılarak ve –ben söylediğimde– acımasız, derin bir öfkeyle söyleniyordu. O zamanlar annemle çatışma halindeydim, sağ kalmak için yapılan, ölümüne bir savaş; belki de bu yüzden böyle konuşuyordum, bilmiyorum. Ama şimdi onun cesaretinin hangi nedenle kırıldığını müthiş merak ediyorum. Yoksa bir karşı çıkış mıydı bu? İçindeki hangi acılar kendilerini böylece dışavuruyordu.? Kedi yavrularını suda boğmayı reddettiği, öldürülmesi fena halde gerekli kedileri öldürmediği o yıl, aslında ne demek istiyordu? Üstelik sık sık verilen açık seçik gözdağlarından, sonunda ne olacağını pekâlâ biliyor olmasına rağmen, neden ikimizi ortada bırakarak çekip gitmişti?