| ISBN13 978-975-342-077-8 | 13x19,5 cm, 384 s. |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et | | Nesrin Kasap, "Çevirmenin Sonsözü", s. 382-83 Kate Millett, Sokak Kadınları adlı kitabında bir "dolap" kavramından söz eder. Kafalarımızın içinde çözümlenememiş bir karabasan halinde duran, bastırılan ve kolayca dile getirilemeyen konuları birer dolaba benzetir Millett; "Herkesin kafasında içini açıp bakmaya korktuğu bu çeşit dolaplar vardır," der. İşte Tımarhane Yolculuğu da bu dolapların en karanlıklarından birini aralama çabasıdır bir bakıma. Kişiliği "dengede tutma" denen yetiyi yitirip genelgeçer davranış kalıplarının dışına çıkma korkusu, neredeyse her insanın zihninin bir köşesinde gizliden gizliye varlığını sürdürür. Aklın sapması, baş edilmesi en güç karabasanlardan biridir çoğumuz için. Aklın sapmasının getirebileceği sonuçları, kimi örneklerde şu ya da bu biçimde gözlemlediğimiz damgalanma, indirgenme, giderek dışlanma olgularını göğüslemek, hele yalnızlığa göğüs germek hiç de kolay değildir çünkü. Tıp biliminde zihinsel sorunların kökeni üzerine henüz açık ve kesin yanıtlara ulaşılamamış olmasının bu durumu daha korkutucu kıldığı da su götürmez. Bu belirsizliğin acısını yoğun biçimde yaşayan insanlardan biridir Millett. Yaşamının erken bir döneminde kendisine manik depresif tanısı konmuş, böylece aşırılıklarla dolu bir kişilik yapısı olan insanlar kategorisine yerleştirilip damgalanmıştır. Her şeyin kusursuz olmasını düşleyen Amerikan toplumunda aykırı bir kişilik oluşturmuştur çünkü Millett. Seçtiği ya da belki sürüklendiği yaşam biçimi, içinde yaşadığı toplumun çoğunluğunun değer yargılarıyla pek çakışmamaktadır. Zihninin düşünce hızı, normal sayılan ölçülerin çok ötesindedir. Ve bir şeyleri değiştirmek için savaşım vermeye kalkışacak derecede de gözüpektir. Bütün bu özellikleri, tedavi edilmesi gereken bir akıl hastası konumuna getirir onu sonunda. Böylece yazar kendini yeğin bir var kalma savaşımı içinde bulur. Gelgitlerle yürür bu savaşımı. Sevgilerinin yıkıcı da olabileceğinin ayrımına varamayan yakınlarına ve katı bir tutum alan nesnellik iddiasındaki psikiyatri kurumuna kimileyin boyun eğer, kimileyin de başkaldırır. Tımarhane Yolculuğu'nda bu savaşımı son derece güçlü bir kalemle öyküler Millett. Kitabın üç ana bölümünün ilkinde, "manik dönem" diye tanımlanan döneminin coşku ve dinamizminin yansısını buluruz; cümleleri ivecen bir akış içindedir. Bu coşkun ruh halinin zararlı görülüp engellenmesinin ve isteği dışında bir akıl hastanesine kapatılmasının öyküsünü anlattığı ikinci bölümde ise, karamsarlık ile umut arasında gidip gelen kırık dökük ve karmaşık cümlelerinde, yaşadığı bu karabasanın öyküsünü buluruz. Son bölümde de, acınası bir kalıntı haline gelmiş bir insanın kırılgan bir umutla yaşama sarılma ve yeniden üretken bir kişi olabilme çabasının öyküsü anlatılır. Yazar, temelde böyle bir zamandizinsel çizgiye oturttuğu anlatısını yer yer anılar ve çağrışımlar yoluyla tekdüzelikten uzaklaştırır. Öyle ki, kimi zaman bugün ve geçmiş iç içe akmaya başlar ve kendimizi neredeyse yazarın zihninin akışına katılmış gibi hissederiz. Bir yandan usta anlatım tekniğiyle bizi kendi zihninin içine sürüklerken, bir yandan da açıksözlülüğüyle ve zaman zaman acımasızlığa varan özeleştirileriyle alabildiğine sarsar bizi Millett. İnsanların genelde kusurlarını, ayıplarını gizleme eğiliminde olduğu göz önüne alınırsa, Tımarhane Yolculuğu'nun bize ender rastlanan bir davranış örneği sunduğunu söylemek pek yanlış olmaz sanırım. Gerçekten de, Millett, sanki günah çıkarıyormuş gibi, çevresini sorgulamanın yanı sıra, kendisiyle de sıkı bir hesaplaşmaya girer. Büyük bir doğruculukla, zihninin en karanlık köşelerini bile açık seçik gözlerimizin önüne serer. Ve anlatısının son sayfasında yanlışlarla doğrular konusunda pek çok soruyla baş başa bırakır bizi. |