Hümanur Bağlı, “Terazinin Hüznü”, Virgül, Sayı 32, Temmuz-Ağustos 2000
Burçlar aracılığıyla çizilen karakterlerin, yaratılan anlatıların ve bu özelliklerin gerçek insanlar üzerine fal açar gibi, ama çiçeklendirilerek oturtulmasındaki yaklaşımın tam olarak edebiyatın alanına girdiğini düşünüyorum. Bu edebî, belirsiz, kaygan ama doğrudan gerçeklik ve insana yönelik aktivitedeki lezzeti, bilimsel gözlem yapıyormuş havasındaki ukala burç kitaplarında bulamadım şimdiye kadar. Bu lezzetsizliğin çok da farkına varmıyordum ki, ince, narin ve esrarengiz Terazinin Hüznü’nü eve getirdi terazi ablam...
Astrolog tiplemelerinin her zaman ‘astroloji’ ve ‘astrolog’un sonundaki ‘loji’ ve ‘log’ hecelerine yaptıkları vurgu ve sanki karşılarında her zaman bütün bu olan bitenle dalga geçen ve meseleyi iplemeyen bir hayalet varmış gibi hep bir savunma hali içinde bulunmalarından da rahatsız oldum. Bıraksaydık, inansaydık, ya da inandığımıza kendimizi inandırsaydık, bizi inandırsalardı, fokusumuza giren insanları tahlil etseydik bu şablonla ve “işte bu yüzden” deseydik rahatlayarak... Özgürce söyleseydik yalanlarımızı. En meşru yalan, yalan olduğunu herkesin bildiği ama kimsenin birbirine çaktırmadığı yalandır. Edebî bir eser ve okuyucu arasındaki gizli anlaşma da budur. Bu edebiyatı var eden, masalları söyleten ya da en saçma Türk filmlerine gözümüzü yaşarttıran mekanizmadır. Dokunmasaydık.
Bu çırpınışlarıma bulduğum ilk yandaş da kitabın başındaki Alphonso Allais epigrafı: “Doğru olmasa bile, iyi bulunmuş.” Burçlarla ilgili hissettiğim, ya da kitabın tümüne yayılmış edebî lezzetten uzak ama tuzu kuru ve açık bir rahatlığı barındıran bir cümle.
Kitap güldürüyor. Hele arkasında yer alan, kitaptan birer cümle alınarak yapılmış bütün bir burçlar özeti, özellikle yakından tanıdığınız bir muhatabı varsa çok çarpıcı ve tanıdık birer tespit gibi geliyor. Bu arada bu mizahîliğin, el boyutlarında basılmış, daha kapaklarından komiklik yaparken ucuza kaçmaya kalkışacağının ipucunu veren pop burç broşürlerinde gördüklerimizden hayli uzak olduğunu belirtelim.
Kitapta derinden yaşadığım edebîliği ne veriyor diye biraz deşerek düşündüğümde, kitaptaki burç karakterizasyonunu fark ettim. Burçlar doğrudan insanlaştırılmaya çalışılmamış. Burç açımlanırken, serimlenirken hâlâ yıldızvari esrarengiz vücutsuz varlığını sürdürüyor. Ya da balık hâlâ balık olmaya devam ediyor. Bu da metindeki zenginliği sağlıyor. Yazar balığın balıklığına dokunmadan balık üzerinden balığı metafor olarak kullanırken, bir balık karakterizasyonu da yaparak açıyor balığı:
El sıkışı gevşektir. Pulları yönünde okşamaya kalkarsanız parmaklarınızın arasından kayar. Aynı anda iki gözüne birden bakmak imkânsızdır (pisibalığı cinsi hariç). Tek gözü baygın baygın bakarken öteki gözü hafif alaycı da olabilir. (...) bekleme yanlısıdır, ama bazen gafil avlanır, sonra da kokmaya yüz tutar.
Yazarı Jacques A. Bertrand’ın Fransız oluşu da hiç sürpriz değil. Özellikle çağdaş Fransız düşün geleneğindeki rasyonalizm ve bilim sorgulamasının meyvelerinin bu kitabın edebî ve doludizgin lezzetine katkıda bulunduğunu düşündüm. Bu lezzet ve eğlenceliliğinin içinde çevirmen de kendini bulmuş olmalı ki Türkçeyle çok iyi karşılamış bu lezzeti veren anlamları. İkinci baskısı bana yıllar önce kaybettiğim kitabımı yeniden buldurdu.