| ISBN 975-342-007-2 | 13X19,5 cm, 160 s. |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et | | "Kırmızı Perde"den, s. 7-14 Really. Çok, çok uzun yıllar önceydi, avlanmak üzere Batı'daki bataklıklara gidiyordum, –o tarihlerde, gideceğim yerlerle tren bağlantısı olmadığından– Rueil şatosu kavşağından geçen ve o sırada içinde tek bir yolcu bulunan ... posta arabasına binmiştim. Her bakımdan dikkati çeken ve kibar çevrelerde sık sık karşılaştığım için tanıdığım bu kişiyi, izninizle Brassard Vikontu diye adlandıracağım. Yersiz bir önlem herhalde! Paris'in kibar çevreleri denilen yüzlerce kişi onun gerçek adını şuraya konduruverir... Saat akşam beş sularıydı. Güneşin solgun ışıkları, arabacının her kırbaç şaklatışında –yaşamın aynası gibi, her yola çıkışta kırbacını daima şiddetle şaklatır arabacı!– ağır ağır yükselen sırım gibi sağrılarını gördüğümüz dört güçlü atın dörtnalasında uçarcasına ilerlediğimiz, iki yanında kavaklar ve çayırlar uzanan tozlu yolu aydınlatıyordu. Brassard Vikontu yaşamının, insanın kendi kırbacını artık pek şaklatamadığı bir demindeydi... Ama o, hani şu İngilizlere yaraşır (İngiltere'de yetiştirilmişti), ağır yaralı bile olsa bunu asla kabul etmeyen ve yaşıyorum diye diye ölen mizaçtaki insanlardan biriydi. Kibar çevrelerde, hatta kitaplarda, şu tasasız toyluk ve ahmaklık çağını geride bırakanların gençlik budalası tavırlarını alaya almak âdet olmuştur ve bu tavırlarda gülünç bir yan varsa, bu alay haksız da değildir; ama öyle değilse –tersine, bu tavırlara esin kaynağı olan, kırılmak istemeyen gurur gibi saygı duyulacak bir şeyse– bu hiç de anlamsız değil demiyorum ben, çünkü nafile, ama nice anlamsız şey gibi bir o kadar da güzel bir şey bu!... Teslim olmaktansa ölen Muhafız Kıtası askerinin duyguları Waterloo'da kahramancadır da, bizi vurmak için süngülerin şiirselliğine sahip olmayan yaşlılık karşısındaki duyguların ondan aşağı kalır yanı mı vardır? Oysa belli bir askeri eğitimden geçmiş kafalar için, her ne konuda olursa olsun asla teslim olmamak Waterloo'daki gibi en önemli sorundur! Teslim olmaya yanaşmayan Brassard Vikontu (kendisi hâlâ hayatta ve nasıl yaşadığını az sonra anlatacağım, öğrenmeye değer çünkü), evet, Brassard Vikontu, ben ... arabasına bindiğim sırada, insanların, genç bir kadın zalimliğiyle utanmazcasına, "ihtiyar çapkın" dedikleri bir haldeydi. Şurası gerçek ki, insanın asla göründüğünden başka bir şey olmadığı şu yaş konusunda, sözcükler ve sayılarla uğraşmayan biri için Brassard Vikontu kısaca "bir çapkın" olarak kabul edilebilirdi. En azından, o tarihte delikanlılar konusunda epey tecrübeli olan ve bir düzinesine, Dalila'nın Samson'un saçlarına ettiğini ettiği rivayet olunan V... Markizi, altın yaldızlı ve siyah damalı bir hayli kalın bir bileziğin içinde, mavi zemin üstünde, vikontun, şeytanın zamandan çok daha çabuk kızıllaştırdığı bıyığından bir tutamı büyük bir kurumla taşımaktaydı. Yalnız, yaşlı olsun olmasın, insanların kondurduğu bu "çapkın" sözüne, havailik, incelik ve çıtkırıldımlık gibi şeyler katmayın, yoksa Brummell'in(1) delirdiğini ve d'Orsay'in(2) öldüğünü gören, benim tanıdığım en muhteşem dandy'ye(3) yaraşır biçimde, zekâsı, tavırları, görünüşüyle, her şeyi engin, dolgun, zengin, soylu bir ağırbaşlılıkla dolu olan Brassard Vikontumu tam anlamıyla tanımış olamazsınız! Şu Brassard Vikontu gerçekten de tam bir dandy'ydi! Biraz daha az dandy olsaydı, Fransa Mareşali olurdu kuşkusuz. Genç yaşından beri, Birinci İmparatorluğun son döneminin en parlak subaylarından biri olmuştu. Alaydaki silah arkadaşlarından, onun Murat'vari(4) zorlu bir Marmont(5) yiğitliği gösterdiğini pek çok kez işitmişimdir. Bu sayede –ve savaş davulları çalmadığında pek kararlı ve serinkanlı olan bir kafayla– çok kısa zamanda askeri hiyerarşinin en yüksek basamaklarına yükselebilirdi, ama şu dandy'lik merakı!... Dandy'liği disiplin duygusu, hizmette kusursuzluk, vs. vs. gibi bir subayı subay yapan niteliklerle harmanlarsanız, bu karışımda subaydan neler artakalacağını ve onun bir barut fıçısı gibi havaya uçup uçmayacağını görürsünüz! Subay Brassard yaşamı boyunca yirmi kez havaya uçmadıysa bunun nedeni bütün dandy'ler gibi mutlu olmasıydı. Mazarin(6) olsa, ondan yararlanırdı –kız yeğenleri de, ama bambaşka bir nedenle tabii: Vikont müthiş biriydi. Herkesten çok bir askere gereken bir güzelliği olmuştu, çünkü güzellik olmadan gençlik olmaz, ordu ise Fransa' nın gençliğidir! Aslında yalnız kadınları değil, bizzat koşulları –ah şu koşullar– da baştan çıkaran bu güzellik, Yüzbaşı Brassard'ın başının üstündeki tek koruyucu değildi. Norman ırkındandı galiba, Fatih William'ın(7) soyundandı ve söylenenlere bakılırsa epeyce fütuhatta da bulunmuştu... İmparator'un tahttan feragatinden sonra, doğal olarak Bourbon'ların(8) safına geçmiş, Yüz Günler'de(9) ise onlara inanılmaz bir bağlılık göstermişti. Bu yüzden Bourbon'ların ikinci dönüşlerinde, vikont, bizzat X. Charles'ın(10) (o günlerde henüz MÖSYÖ(11) idi) elinden Saint-Louis nişanıyla onurlandırılmıştı. Bütün bir Restorasyon(12) dönemi boyunca yakışıklı Brassard'ın Tuileries'de hiçbir nöbeti yoktu ki, Angoulême Düşesi(13) geçerken ona bir iki çift tatlı söz söylemesin. Çektiği çilelerle katılaşan bu kadın, yüzbaşıya gelince yumuşamasını biliyordu. Bu yakın ilgiyi gören bakan, MADAM'ın(14) böylesine özel yakınlık gösterdiği bir adamın ilerlemesi için her şeyi yapardı; ama dünyanın en iyi niyetine bile sahip olsanız, –bir teftiş gününde– görevle ilgili bir görüş bildiren üstüne karşı, alayının başında kılıcına davranan bu azgın dandy için yapılabilecek hiçbir şey yoktu... Onu divan-ı harpten kurtarmak yetmiş de artmıştı bile. Brassard Vikontu bu disiplini hiçe sayma huyunu her yere taşımıştı. Subay kimliğini bulduğu savaş alanları dışında askeri yükümlülüklerle asla sınırlamamıştı kendini. Söz gelimi onun, bitip tükenmek bilmeyen uzatmalı nezaret tehlikesini hiçe sayarak garnizondan gizlice ayrılıp, komşu kasabaya eğlenmeye gittiği ve garnizona kendisini seven birkaç askerin haber vermesi üzerine, ancak resmi geçit ve teftiş günleri döndüğü çok görülmüştü; çünkü üstleri, emirleri altında hiçbir disipline ve kurala gelemeyen bir adamın bulunmasına pek aldırış etmiyorlarsa da, tersine askerleri ona tapıyordu. Onların gözünde mükemmel biriydi o. Onlardan bütün istediği çok yiğit, çok titiz ve çok şık olmaları ve böylece On saatlik izin'den ve hepsi de birer başyapıt olan üç dört eski Fransız türküsünden, o mükemmel, o sevimli hayalleriyle aklımızda kalan eski Fransız askeri tipini gerçekleştirmeleriydi. Belki onları düelloya fazlaca itiyordu ama bunun onlardaki askerlik ruhunu geliştirmek için bildiği en iyi yol olduğunu iddia ediyordu. "Ben bir hükümet değilim," diyordu, "ve kendi aralarında yiğitçe dövüştüklerinde onlara verebilecek madalyam da yok ama büyük ustası olduğum madalyalar (kendisi çok büyük bir servete sahipti) var: eldivenler, yedek palaskalar ve talimatlara ters düşmedikçe onları süsleyecek her tür ıvır zıvır..." Öyle ki, emrindeki bölük, kılık kıyafetinin güzelliğiyle, zaten çok parlak olan Muhafız Alayı'nın bütün öteki humbaracı bölüklerini silip geçiyordu. Fransa'da askerin kendini beğenmişliğe ve gösteriş merakına, biri büründüğü biçim, diğeri uyandırdığı kıskançlıkla, hiç eksik olmayan şu iki kışkırtmaya daima teşne olan kişiliğini böylece alabildiğine körüklüyordu. Alaya bağlı diğer bölüklerin onunkini nasıl kıskandıklarını anlarsınız artık. Onun bölüğüne girmek uğruna savaş verilirken, çıkmamak uğruna da savaş verilirdi. Brassard Vikontu yüzbaşının Restorasyon dönemindeki son derece özel durumu işte böyleydi. O tarihte İmparatorluk dönemindeki gibi her allahın sabahı her şeyi bağışlatan yiğitlik eylemleri gibi bir kaynak da olmadığından, arkadaşlarını şaşkına çeviren ve ateş hattında olsa, yaşamını da aynı yüreklilikle ortaya koyarmışçasına üstlerinin de gözünü boyayan bu gemlenemez dikbaşlılığın daha ne kadar süreceğini kimseler bilemez, kestiremezken, 1830 Devrimi, üstlerini, onu her gün biraz daha fazla tehdit eden görevden alma derdinden, dert ediyor idiyseler tabii, gözü kara yüzbaşıyı da bu onursuzluktan kurtarmış oldu. Üç Günler'de(15) ağır yaralanınca hiç sevmediği yeni d'Orléans(16) hanedanına hizmet etmeyi küçüklük saydı. Temmuz Devrimi, bunları, korumayı beceremedikleri bir ülkenin efendileri yaparken, yüzbaşıyı da Berry Düşesi'nin son balosunda dans ederken –fazla yüklendiğinden– incittiği ayağındaki bir yaradan ötürü hasta yatağında yakaladı. Ama daha ilk trampet sesinde bölüğüne katılmak için kalkmamazlık etmemiş, yarası yüzünden çizmelerini çekemediğinden gıcır gıcır rugan ayakkabıları ve ipek çoraplarıyla, baloya gider gibi gidip ayaklanmaya katılmış ve bulvarı boydan boya temizleme göreviyle Bastille Meydanı'ndaki humbaracı birliğinin başına geçmişti. Barikatların henüz kurulmadığı Paris'in ürkütücü, tekin olmayan bir havası vardı. Bomboştu. Güneş ışıkları peşpeşe boşanacak ateş sağnağının öncüsü gibi dimdik inmekteydi; panjurları sıkı sıkıya kapalı bütün bu pencerelerden az sonra ölüm yağacaktı çünkü.. Yüzbaşı Brassard, askerlerini evler boyunca ve evlere olabildiğince yakın, iki hat üzerine yerleştirdi; öyle ki her iki sıradaki askerler ancak karşıdan açılacak ateşe maruz kalacaklardı, kendisi ise her zamankinden de çok dandy'lik ederek, yolun tam ortasında yerini aldı. Bastille'den Richelieu Caddesi'ne kadar iki yanlı binlerce tüfek, tabanca ve filintanın hedefi halinde, belki biraz fazlaca övündüğü göğsünün genişliğine rağmen –Yüzbaşı Brassard, baloda gerdanını gözler önüne sermek isteyen güzel bir kadın gibi, göğsünü ateşe siper etmişti çünkü– hiç isabet almamıştı ki, Richelieu Caddesi'nin köşesinde Frascati önüne geldiğinde ve yoluna dikilen ilk barikatı kaldırmaları için birliğine arkasında toplanma emrini verdiği bir anda, hem genişliği hem de bir omuzdan diğerine ışıl ışıl parlayan uzun gümüş dolmanlarıyla iki defa kışkırtıcı muhteşem göğsüne bir kurşun yedi ve kolu bir taşla kırıldı ise de, bütün bunlar, onun barikatı kaldırarak coşku içindeki askerlerinin başında Madeleine'e kadar yürümesine engel olamadı. Orada, ayaklanan Paris'ten üstü açık bir arabayla kaçmakta olan iki kadın, o tarihte Madeleine Kilisesi henüz yapım halinde olduğundan, etraftaki taş blokları arasında uzanmış, kan revan içindeki yaralı Muhafız subayını görünce, arabaya onu da alarak kendisini Ragusa mareşalinin bulunduğu Gros-Caillou'ya bıraktılar. Yüzbaşı, mareşale askerce şöyle dedi: "Mareşalim, belki iki saatlik bir ömrüm kaldı, ama bu iki saat için beni nereye isterseniz oraya gönderin!" Ne var ki, yanılıyordu... İki saatten uzun olmuştu ömrü. Göğsünü delip geçen kurşun onu öldürmemişti. Ben kendisini bu olaydan neredeyse on beş yıl sonra tanıdığımda, yarasının ateşli hali sürdükçe içki içmesini şiddetle yasaklayan doktorunu ve tıbbı alaya alarak, mutlak bir ölümden ancak Bordeaux şarabı içmesi sayesinde kurtulduğunu iddia etmekteydi. İçti mi de, ne içiyordu ama! Çünkü sapına kadar bir dandy olduğundan, her şeyde olduğu gibi içme tarzında da öyleydi... bir Polonyalı gibi içiyordu. Bohemya kristalinden yaptırttığı ve Tanrı şahidim olsun, bir şişe Bordeaux'yu olduğu gibi alan muhteşem kadehini bir dikişte bitiriyordu! Hatta içtikten sonra, her şeyi bu boyutlarda yaptığını eklemekten de geri kalmıyordu ve bu da gerçekti! Ama, gücün her şekliyle günden güne azaldığı bir zamanda, bunda böbürlenecek ne var ki denilecektir belki de. Bassompierre'variydi(17) ve onun kadar şaraba dayanıklıydı. Onun, o Bohemya kadehiyle on iki kadehi peşpeşe kafaya diktiğini gördüm, bana mısın demedi! Kendisini, mazbut insanların "sefahat âlemi" diyeceği şu yemeklerde de sık sık görmüşümdür; en hızlı kafa çekmelerden sonra bile, hafif askerce bir zarafetle, askerlikteki kepe ponpon takma hareketini taklitle "bir parça ponponlu" dediği o çakırkeyif olma sınırını asla aşmamıştır. Az sonraki hikâye ile ilgisi bakımından, onun ne biçim bir adam olduğunu size iyice anlatmak istediğime göre, XVI. yüzyılın renkli diliyle, bir XIX. yüzyıl ehlikeyfi denilebilecek bu adamın, her an hazır yedi metresi olduğunu bildiğimi neden söylemeyeyim? Onlara şiirsel bir ifadeyle "lirimin yedi teli" adını takmıştı, tabii ben, insanın kendi ahlaksızlıklarından bu şekilde müzikal ve hoppaca söz etmesini hiç de doğru bulmuyorum! Ama ne yaparsınız? Eğer Yüzbaşı Brassard, tamamen size anlatmak şerefine nail olduğum gibi bir adam olmasaydı, hikâyem pek o kadar merak uyandırmazdı ve herhalde ben de size onu anlatmayı aklıma bile getirmezdim. Notlar (1) Brummell (George), İngiliz dandy'si (1778-1840). Yukarı (2) d'Orsay, Fransız dandy'si (1801-1825). Yukarı (3) Dandy, dandy'cilik, XIX. yüzyıl başlarında, 1813-1816 yılları arasında yayılan, giyim-kuşam, zevkler ve yaşam tarzında estetik kurallarına ve modaya aşırı özenme akımı. Yukarı (4) Murat (Joachim), Fransa Mareşali (1767-1815), İmparatorluğun en iyi süvarilerinden biri. Yukarı (5) Marmont (Louis de), Ragusa Dükü, Fransa Mareşali (1774-1852). 1814'te Müttefiklerle gizlice müzakereye oturdu, bu tutumu Napolyon'un tahtı bırakmasına neden oldu. Yukarı (6) Mazarin (Jules Mazarini), İtalyan asıllı Fransız kardinali ve devlet adamı (1602-1661). Westfalya Barış Anlaşmasıyla (1648) Otuz Yıl Savaşı'nı sona erdirmiştir. Usta bir diplomat olmasının yanı sıra kendisine ve yakınlarına çıkar sağlamasıyla ünlüdür. Yukarı (7) Fatih William (1027-1087), 1035'te Nomandiya Dükü, 1066'dan itibaren İngiltere Kralı. Yukarı (8) Bourbon'lar, Fransız Prenslik ailelerinin pek çoğunun adı. Yukarı (9) Yüz Günler, 20 Mart (Elbe Adası'ndan dönen I. Napolyon'un Pa-ris'e gelişi) ile 22 Haziran 1815 (Napolyon'un ikinci defa tahttan feragati) arasındaki dönem. Yukarı (10) X. Charles (1757-1836), XVI. ve XVIII. Louis'nin erkek kardeşi, 1824-1830 arasında Fransa Kralı. 1830 Devrimi'yle tahttan indirildi ve sürgünde öldü. Yukarı (11) Mösyö, Fransa'da XVI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Kralın kendinden sonraki erkek kardeşlerinin en büyüğüne verilen sıfat. Yukarı (12) Restorasyon, Fransa'da Bourbon'ların tahta dönüşlerinden (1814), 1830'daki çöküşlerine kadar olan Eski Rejim'e dönüş dönemi. Yukarı (13) Angoulême Düşesi, X. Charles'ın büyük oğlunun karısı, XVI. Louis'nin kızı. Yukarı (14) Madam, Kralın erkek kardeşlerinin en büyüğünün karısına verilen sıfat. Yukarı (15) Üç Günler, X. Charles'ın 25.7.1830 günü meşrutiyeti ve basın özgürlüğünü kaldırdığını ilan etmesi üzerine 27, 28, 29 Temmuz günleri Paris'te yayılan halk ayaklanması. Yukarı (16) d'Orléans hanedanı, Fransa'daki dört Prenslik ailesinin adı. Yukarı (17) Bassompierre (François de), Fransa Mareşali (1579-1646). Yukarı
|