Beril Yalçın, “Öykülerin en güzeli...”, Radikal Kitap Eki, 8 Temmuz 2005
Romanları, tiyatro oyunları, deneysellikten hoşlanan usta kalemi ve Yugoslavya'nın bölünmesine yol açan savaşta NATO'nun Sırplara müdahalesinin yanlış olduğu yolundaki şimşekleri üzerine çekmesine neden olan düşünceleri ile sıra dışı bir aydın olarak tanınan Peter Handke, Çocuğun Öyküsü'nde tüm güzelliği ayrıntılarında gizli olan bir konuya, çocuk ve yetişkin arasındaki iletişime odaklanıyor.
Kalecinin Penaltı Anındaki Endişesi ve Solak Kadın romanlarında, konu sıkıntısı çekmediğini daha kitapların adlarından belli eden ve Hiçkimse Koyu'nda Bir Yıl adlı romanında da 'ne yazmalı?' sorusuna yanıt arayarak yine ilginç bir konu seçen Handke, Çocuğun Öyküsü'nde de farklı bir anlatıyla okur karşısına çıkıyor. Öncelikle, çocuklar hakkındaki eserlerde sıklıkla görüldüğü üzere, çocuk ne bir felakete uğruyor, ne de annesi ve babası onun için büyük fedakârlıklara katlanıyor... 1942 Avusturya doğumlu Handke, otobiyografik özellikler taşıyan kitabında, içten içe doğru olmadığını bildiği bir evlilikte çocuk sahibi oluyor ve çocuk doğduğunda ona 'can, ciğer, biricik evlat' muamelesi yapmıyor, çünkü zaten böyle hissetmiyor. En azından başlarda... Çocuğun Öyküsü, aslında büyük ölçüde yetişkinin, çocuğun babasının öyküsü...
Bir 'an'da yaşananlar
Handke'nin sinemaya uyarlanan romanları, Kalecinin Penaltı Anındaki Endişesi ve Solak Kadın, okurun zihninde bir süreklilik oluştururken, kitap, fotoğraf karelerini andıran anlık tasvirlerle dolu: "Bir başka kış akşamı evde televizyon açılmış; televizyonun önünde, çevresinde dolaşan ve sonunda bitkin düşerek, üzerinde uyuyakalan çocukla birlikte adam; karnının üzerindeki küçük, ılık ağırlıkla birlikte televizyon seyretmek, birdenbire zevk oluveriyor." (s. 13)
Karakterlerin hiçbirine özel ad vermemesi, bunun yerine 'yetişkin', 'çocuk', 'adam' ve 'kadın' gibi genel adlar kullanması, Handke'nin bu öyküde kahraman yaratma peşinde olmadığını ortaya koyuyor. Belli bir olaylar zincirine de sahip olmayan anlatıda, zaman dilimleri bir ay, bir yıl gibi, bir paragraftan diğerine hızla akıp giden uzun süreleri kapsıyor. Mesleklerin ve yaşanılan kentlerin adlarını koymamış olması da, Handke'nin kitaptaki karakterleri anlatmaktan çok, kentte yaşayan yalnız insanları tarif ettiğini hissettiriyor.
Öte yandan, kitabın en önemli temalarından biri olarak sık sık eleştirdiği 'modern zamanlar' ve bu zamanların insanları hakkında, "Kendini beğenmiş bu küçük peygambercikleri, modern zamanların döküntüleri olarak lanetliyor, önlerinde başını dik tutuyor ve onlarla asla uzlaşmayacağına yemin ediyordu. Hak ettikleri ilenci, antik bir oyun yazarında bulmuştu: "Tüm insanların ruhudur oysa çocuklar. Gerçi daha az acı çeker bunu yaşamayan, ama rahatlığı, kaçırılmış bir mutluluktur." (s. 29) yorumunda bulunan Handke, 'yetişkin' karakterinin ardına saklanarak, anlatısının en başından itibaren çocuğun kendisi için bir 'evlat' anlamına gelmediğini ve çocuğun hayatına kattığı mutluluğun çok sonra farkına vardığını belli ediyor.
'Tüm insanların ruhudur oysa çocuklar' gibi, öykünün başlarında içine sindirmeden yazdığı belli olan cümleleri daha sonra terk edip, çocuğuyla arasında özellikle eşinden ayrıldıktan sonra kurulan sihirli bağın farkına ve tadına varmaya başlayan 'yetişkin', bu arada klasik 'ebeveyn hataları'nı da bir bir işliyor: Sabırsızlık, tahammülsüzlük, yabancılaşma ve hatta hem kendini hem de okuru kahreden bir 'dayak'... Yetişkinin de çocukla birlikte değiştiğini ve çocuk sayesinde yeni duygularla tanıştığını da gösteriyor kitap: "Yetişkin, çocuğu bir ilkbahar akşamı orada,-imgeleminde: "orada yukarıda"-kum havuzunun kenarında görüyor. Tıpkı kendisi gibi henüz yürüyemeyen, yaklaşık aynı yaştaki çocuklardan oluşan bir kalabalığın içinde kendi kendine oynuyor. Biraz da çocukların üzerindeki yapraklardan gelen bir alacakaranlık duygusu -ılık ve açık bir hava, eller ve yüzler özellikle aydınlık. Yetişkin kırmızı elbiseli biçime doğru eğiliyor. Biçim onu tanıyor ve gülümsemediği halde, bir aydınlık yayılıyor yüzünden. Ötekilerin arasında olmaktan hoşnutsuzluk duymasa da, yetişkine ait o ve ne zamandır yetişkini bekliyordu. Bebeksi hatların ardından o aydınlanmış bilge yüz, yetişkine doğumdakinden de daha güçlü bir biçimde, bir kez daha görünüyor şimdi ve yetişkin, belli bir yaşı olmayan, sakin gözlerden yönelen dostça bakışı kısacık bir an ve sonsuza dek duyumsuyor; bir kenara çekilip ağlanacak bir şey bu." (s. 20)
Düşünen adam
Bir yetişkinin yapabileceği hataları yapan babanın, kızı için en iyisini düşünmekten geri kalmadığı da açık. Çocuk nasıl bir evde büyümeli, nasıl bir kentte yaşamalı, hangi okula gitmeli, arkadaşları kim olmalı gibi birçok konuda düşünen yetişkin, çocukla arasındaki mesafeli ilişkiyi de ister istemez gittikçe daha yakın ve daha sıcak bir hâle getiriyor. Çocukla yürüyüşe çıkıyor, parka gidiyor, yaşıtlarıyla bir araya gelmesini sağlıyor. Bu sayede kendisi de çocukla birlikte hayatı yeniden öğreniyor ve düşünceleri olgunlaşıyor. Bir öğretmenin çocukların hayatında ne derece önemli rol oynadığını keşfediyor, çocuğunu evde bırakıp başka bir işte çalışan yetişkinleri kınarken zamanla bunun bir gereksinim olduğunu kendisi de hissediyor ve hayatta bir denge kurabilmek için çözüm aramanın çok da zor olmadığını görüyor...
En önemli keşiflerinden biri de, sürekli eleştirdiği 'modern zamanlar' hakkında oluyor. İlerleyen sayfalarda yetişkin, modern zamanlara dair öylesine basit bir çözümlemeye varıyor ki, çocuklar üzerinde düşünerek vardığı bu sonuç, okura da gelmiş geçmiş kabulleri üzerinde yeniden düşünme cesareti veriyor. Peter Handke'nin dil üzerine düşünüp taşınma sevdası da, kitapta kullandığı dilden öte, çocuğun öyküsünde önemli bir konu olarak ortaya çıkıyor. Çocuk, farklı dillerin konuşulduğu kentlere taşındıklarında yabancı dili babasından daha kısa zamanda öğreniyor, ancak bu dili kabullenmiyor ve tepkiyle konuşuyor. Sonunda, farklı bir ana dilin farklı bir kültür anlamına geldiğini gören yetişkin, ilkokul çağındaki kızıyla birlikte Almanca konuşulan topraklara geri dönüyor.
Yine 'yetişkin' maskesinin ardında, bazen kendisini ve toplumu eleştiren, bazen de hoşgörüye sığınan Handke, en güzel saptamaları da yine çocuklar hakkında yapıyor: "Yetişkin, bir akşamüzeri çocuğu kentte tek başına dolaşırken görüyor, tıpkı masaldaki halife gibi, kimse tarafından tanınmadan ve her şeyi gözleyerek, ve ardından, gizliliğin benzersiz hazzıyla, onun gibi gezinen başka çocukların da farkına varıyor, sanki tüm pazarların, sokakların ve geçitlerin gizli efendileri onlar." (s. 87-88)
Yetişkin, çocukları genelde sadakatsiz ve yararsız, toplum ruhu taşımayan 'yabancı bir halk' olarak görse de ve kendi çocuğunu da bu görüşün dışında tutmadığını söylese de, zaman içinde yaşadığı olaylar, çocuklara bakışını değiştiriyor ve Çocuğun Öyküsü'nün, onun ve onunkiyle birlikte hepimizin hayatındaki gerçek yerini bulmasını sağlıyor.