Yücel Kayıran, “Kibrin ironik poetikası”, Radikal Kitap Eki, 30 Temmuz 2010
Süreyya Berfe, Seferis ile Üvez’de yer alan ‘Yorgo Seferis’e İskele Işıkları’ adlı şiirinde, Odysseus’un yolculuğu zemini üzerinde, Seferis’in 1914’te İzmir’den Atina’ya göç etmeleriyle Selanik mübadili bir aileden olması arasında imgesel lehim kuruyor. 60’lı yılların diğer şairlerinde yaygın olarak görülen bir tarzda, yani bir siyasetçi, bir siyasetbilimcisi gibi konuşarak, siyaset tarihi temelinde değil, poetik zemin üzerinde yapıyor bunu Berfe: İnsanın durumuna ait olanı, poetik olanın tarihi içinde ele alıyor. Dolayısıyla Odysseus’un yolculuğu zemini üzerinde derken kastettiğim bu, poetik tarih. Yani mübadele ile odysseus (yolculuk) arasında imgesel olarak bir iç içe geçmişlik durumu kurarken, siyasal olanı da devre dışı bırakıyor Berfe. 60’lı yıllarda, toplumcu şiirle yola çıkan Berfe’nin, siyasal olanı devre dışı bırakması, bir sapma veya bir tutarsızlık edimi olarak yorumlanabilir mi?
Sorunun yanıtına döneceğim; ama ondan önce bir başka problem üzerinde durmak gerekiyor. Bu problem, Süreyya Berfe şiirinin, Türk şiirinin gündeminin, belki de güncel ortamının demek gerekir, hep dışında yer almış olmasıdır. Bu nedenle olsa gerek, şiirinin “parlak bir şiir” olmamakla (Doğan Hızlan), kendisinin de “çağdışı bir şair” olmakla (Haydar Ergülen) yorumlanması. Ama asıl sorun, bu neticenin nedeninin ne olduğudur?
Berfe’nin şiirinin ‘ne’liğine yönelen bir tasarı, bir zorlukla karşı karşıyadır. Zorluğun sebeplerinden biri, bu şiir hakkında şimdiye kadar eleştirel bir ide oluşturulmamış olmasından kaynaklanıyor ise, diğer nedeni, şairin, kendisi ve şiiri hakkında açıklama yapmayı istememesinden, bugün artık bir tutuma dönüşmüş olan ketumluğundan kaynaklanmaktadır. Şiiri ve şiir anlayışı hakkında konuşan bir şair değil Berfe; dahası, şairliğinin başlangıcına ilişkin bilgi veren bir şair de değil. En detaylı söyleşisi olan, Mehmet Kazım’ın hazırladığı Süreyya Berfe’yle Hayattan Şiire adlı kitabında bile, şiirle tanışma evresine ilişkin büyük susuşlar söz konusu. Berfe, burada, şiirle ilk defa, Aydın Lisesi müdürünün yazdığı Yirmi Milyon Türk Haykırıyor kitabıyla tanıştığını söyledikten sonra, ‘Kasaba’ şiirini Cemal Süreya’nın zorla yarışmaya yolladığı meselesine geçiyor. Şiirle ilk tanışmadan, Süreya’yla tanışmaya gelen süreç boş. Berfe’nin şiiri, aynı zamanda, Cemal Süreya, Behçet Necatigil, Orhan Murat Arıburnu, Ceyhun Atuf Kansu gibi ödülleri almış olmasına rağmen öne çıkıp, kendi evreninin özgünlüğü hakkında tartışma yaratacak gündem oluşturabilmiş bir şiir de değil.
Bunun temelinde sözünü ettiğim ketumluğun belirleyici bir rolü var kuşkusuz. Ketumluk derken, psikoloji biliminin konu alanına giren hallerden söz etmiyorum kuşkusuz. Tam tersine ontolojik temelleri bulunan tekil ve tümel bir poetik durumdan söz ediyorum. Gerek 60’lı toplumcu şiiri gerekse 70’li yılların toplumcu gerçekçi şiiri, şairlerinin siyasete ve ideolojiye müdahil oldukları, kimi durumlarda da farklı fraksiyonlara angaje oldukları bir zeminde ortaya çıkmıştır. Bu dönemde ortaya çıkan birçok şairin şiirini, o şiirin, sadece kendi potansiyeli dâhilinde değil, ancak müdahil oldukları siyasi ve ideolojik temsil idesine bağımlı olarak düşünülebilmesinin nedeni de burada gizlidir.
Bağımsız bir toplumcu şiir
Süreyya Berfe’yi, 60’lı yılların toplumcu şiiri içinde ayırıcı kılan özellik, onun ideoloji ve siyasete müdahil olmadan toplumcu bir şiir kurmuş olmasında görülmektedir. Siyasal ortamdaki dönemsel ideolojik bağlamlara gereksinim duymayan, dolayısıyla onlardan bağımsız bir toplumcu şiiri dile getirir, Berfe’nin ilk yapıtları; gerek Gün Ola (1969) ve gerekse Savrulan (1971). Şiirine içkin olanın dışında ama şiirini daha büyülü gösterecek bir siyasal ve ideolojik kimlik peşinde olmamıştır. Berfe’nin, bir şair olarak duruşunun ârî özelliği, şiirini cilalamak için, ‘hocaefendiye biat edenler cemiyeti’ne üye olmak veya ‘istiklal marşını sevenler derneği’ kurmak gibi girişimlere hiçbir zaman tenezzül etmemiş olmasında ortaya çıkmaktadır. Berfe, baştan beri, şiiri ile şiirinin algılanış tarzı arasına, şu veya bu şekilde, hiçbir zaman girmemiştir; yaşamıyla da (:“gelirini yükselteceğini sezdiği işlere uzak durarak bir yaşam anlayışı sürdürdü” diyor, Memet Fuat), şiir anlayışını dillendirmeyişiyle de (:“halkçı şiirini, kendi köşesine çekilmiş bir havada sürdürdü” diyor, Fuat). Türk şiirinin, neredeyse yarım asırdır, kendi tinsel evreninin içerdiklerinden hareketle değil, daima dönemlere egemen olan siyasal ve ideolojik bağlam üzerinden kurulmuş ve okunmuş olduğunu hesaba katarsak, Berfe’nin, şair duruşuna ait bu ıranın, onun şiirinin algılanmasında ketumlayıcı/ket vurucu bir rol oynadığını ileri sürmek, abartı değildir sanırım.
Süreyya Berfe şiirinin temel ve ayırıcı özelliği, bu şiirde konuşan öznenin, olup bitenler dünyasını ironik bir bakışla algılamasında ortaya çıkmaktadır. İroni, Berfe’nin şiirinde, ne mizahi ne de (bu kitabımda ironik bir yaklaşımı denedim tarzındaki:) poetik bir deney olarak ortaya çıkmaktadır; tam tersine, onun şiirindeki ironi, ontik durumun, yani bir varoluş durumunun dışavurumu olarak ortaya çıkmaktadır. İroni, burada, şiir kişisinin, onurlu bir şekilde yaşamasının devamını sağlayan ama yaşamını onurlu bir şekilde devam ettirmeyenlere yönelik eleştirel bir tavır olarak ortaya çıkmaktadır. Başka bir deyişle, ironi, Berfe’nin şiirinde, şiir kişisinin, kendi varoluş durumunun temel ilkelerini haklı bulan, varoluşunu bu ilkelere göre gerçekleştirmeyen veya gerçekleştiremeyenlere yönelik eleştirel tepkisini dile getirmektedir.
Emareleri, ilk şiirlerinden beri görülen, bu ironik bakış, Berfe’nin üçüncü kitabında, yani Şiir ve Hayat’ta (1980) belirginleşip netleşmeye başlayacaktır. Tıpkı yılanın deri değiştirmesi gibi bir durum söz konusu burada.. ‘Halkçı şiir’ derisi dökülürken, alttan yeni ve taze deri olarak ironi ortaya çıkacaktır. Ve Sen, Basmasın’la (1985) birlikte, ironi-derisinin altından da başka bir deri, merkezdeki kibir derisi belirginleşip katılaşacaktır.
Şiir ve Hayat, Berfe’nin, kendi şiir toplamı bakımından kuşkusuz en önemli kitabıdır; hem daha önceki hem de daha sonraki kitaplarına giden yolların kavşağını oluşturması bakımından. Ve aynı nedenlerle hâlâ en sevdiğim ve en önemli bulduğum şiiri de, bu kitapta yer alan ‘Mektubunu Aldım’dır. Bu arada, bu şiirin, benim için başlı başına bir çalışma konusu olacağını da, geçmeden belirtmek isterim.
Berfe’nin şiirindeki ironik özellik de, kibir toprağında yeşeren öğedir. Ama ‘yeşerme’ kelimesi, Berfe’nin şiirinin tinsel evrenini dile getirmesi bakımından en aykırı sıfatlardan biri olsa gerek. Berfe’nin dünyasında söz konusu olan, yeşerme değil, kuruma ve kuraklaşmadır. Kibir, insanın toplumsal yaşam alanındaki varoluşunda ortaya çıktığı varsayılan bu kuraklaşmadan bir tiksinme halidir: Sen, Basmasın.
Berfe’nin şiirindeki kibrin ontolojisini şöyle betimlemek mümkün: Kibrin varoluşu, bedenin sonsuz istemesine rağmen, kararlı bir iradede kaymayı gerektirir. Bu şiir kişisinin varoluşunda ortaya çıkan kibir, kendi yaşamının kontrolünü, bedenin sonsuz gereksinimlerine bırakmış ve kendini irade olarak ilga etmiş ötekine/avama karşı bir öfkedir. Seni Seviyorum’dan (2002) bir örnek: Sakin oluyorum, sakin davranıyorum/ Zekâsızların, bilgisizlerin/ dolayısıyla ahlaksızların/ malumatlıların arasında, karşısında/ Bir cehalet geliyor üstüme. Zekâsızlık ve bilgisizlik, neden ahlaksızlık olsun ki? Ya da zekâsızlık ile bilgisizlik ancak kibir tarafından ahlaksızlık olarak adlandırabilir.
Doğaya çekilme, Doğu’da, toplumsalın kirinden bir tür ruhsal arınma süreci olarak görülür. Ancak doğaya dönüş ‘terki terk’ içermiyor ise, yani toplumu terk ediş belli bir evre sonucunda terk edilmiyor ise, bu bir arınma değil, kibir belirtisidir. Yani, Berfe’nin son dönem şiirlerinde ortaya çıkan dönüş durumu da, bir kibir belirtisi olarak ortaya çıkmaktadır. Kibir, ontolojik bir durum değil, yer yer sınıfsallık içeren tarihsel zemine dayalı bir haldir. Dolayısıyla, bu şiir kişisinin çekildiği doğa, aslında kendinde-doğa, sonsuz-doğa, yani natura değil, tam tersine yerin altına çökmüş, eski bir uygarlığın kalıntılarındaki teselliye dönüştür. Seferis ile Üvez, bu tesellideki ‘küçük yolculuk’.