Neşe Doster, “Yoksulluğun coğrafyası yok”, Gerçek Gündem, 19 Ekim 2009
Ermenistan açılımının Türkiye gündemini işgal ettiği, ABD ve AB’den gelen talimatlara göre Kıbrıs açılımının yolda olduğu bugünlerde; diplomasiyi, siyaseti, açılımları bir kenara koyup, insandan, İstanbul sevgisinden ve yoksulluktan konuşalım biraz.
“Köküm Anadolu’da. Doğum yerim İstanbul. İstanbul benim canım. Doğduğum yerdir vatanım... Orada İstanbul yok, adalarım, denizim, martılarım yok. Laf aramızda denizle dağ dile gelip bir ağızdan bana ‘Ya ben, ya o’ deseler, ben denizi seçerim.” (s. 36)
Tiyatrocu (kendisi amatör diyor), yazar, ressam, Agos gazetesi köşe yazarı Bercuhi Berberyan, Ermenistan'da Bir Türkiyeli adlı kitabında İstanbul sevdasını bu sözlerle tanımlıyor. Kitabının karmaşık duygularla örülü bir iç yolculuk, yansız, önyargısız bir izlenim kitabı olduğunu söylüyor. Bu iç yolculukta yazara doğal güzellikler, kültürel değerler, mitler, efsaneler, sancılı bir tarihi geçmiş ve insanın için ısıtan öyküler eşlik ediyor.
Yazarın bazen öfkelendiği, bazen hüzünlendiği, bazen gözyaşlarını denetleyemediği, bazen de özeleştiri yaptığı kitabının sayfalarında dolaşıp, bazı satırbaşları açalım.
“Üzerinde Türkçe ‘kürdan’ yazan kürdanlara, pazarda ‘Doğuş çay’ poşetlerine, ‘Mehmet Efendi’ kahvelerine falan da rastlayınca, Allah Allah dedim. Biz Ermenistan’la ticaret yapmıyoruz ki! Yoksa yapıyor muyuz çaktırmadan?” (s. 24)
“Ağızlarını hafifçe aralayarak mırıl mırıl satış yapan, konyak, et, soğan ve sarımsak kokan tüm o maganda görünümlü pazarcılar, müşteri beklerken satranç oynuyor, kitaplardan, şiirden konuşuyor ve klasik müzik dinliyorlar. İyi mi? Zaten sanat, fert fert herkesin kanına işlemiş adeta. Sokaklarda üç-beş ‘drama’ muhtaç adamlar, kemanlarıyla birer virtüöz gibi ciddi eserler icra ediyorlar.” (s. 31)
Yazara göre iş pazarcılarla bitmiyor. Savaş, deprem sonrası, ekonomik kriz gibi mahrumiyet dönemlerinde bile tiyatro ve gösteri merkezleri kapanmamış, elektrik ve yakıt kısıntısı olduğu zamanlarda bile salonlar tıklım tıklım dolmuş.
Gelelim on günlük gezi boyunca yazarın en çok etkilendiklerine;
Görmüş, geçirmiş, aristokrat otobüs şoförü Paylag. Tüm gezi boyunca muavin koltuğunu yazara ayıran, her ikisi de sıkı içici olduklarından birbirlerini koruyan, kollayan, sigara molaları için fırsatlar yaratan çelebi otobüs şoförü.
Kaldıkları otelde ona “Türk gayvesi” pişiren Anjel. Son gün verdiği armağanlarla yazara sadece bir çift kahve fincanı değil, yüreğini de veren hüzünlü güzel kız.
Ve Ermenilerin Nâzım Hikmet’i olan Yeğişe Çarentes. Sakıncalı konulara dokunduğu için ülkesinde yasaklanan ve tıpkı Nâzım gibi vatan aşkıyla yanıp tutuşan şair.
Mişo Carındır. Dünyadaki el yazmaların en ünlüsü, hazırlanışında 700 sığırın derisi kullanılan ve ağırlığı 32 kilo olan dev kitap.
Veee! Masis Köyü İlkokulu öğrencileri...
“Hepsi de giyebilecekleri en iyi elbiseleri giymişler. Temiz birer fukaralık örneği her biri. Gariban bayramlıklar. Rengârenk, uyumsuz, küçük gelen, büyük gelen, yürek oyan bir şekilsizlik. Gözüme takılan her şey içimi acıtıyor. Bir kazağın üstüne giyilmiş beyaz, buruşuk, dantel bir elbise, yıkanmaktan aşınmış renkli bir kurdele. Ne yana baksam gözlerim dolu dolu... Kuru ve yaş meyveler, çerezler, bisküviler, kekler, tabii ki evlerde yapılmış... Neşesinde bile hüzün olan şarkılar ve şiirler. ‘Selâmsız Bandosu’ diye mırıldandım kendi kendime. Paylag on dakika, ağır ağır sürdü otobüsü ve kapıyı kapatmadı. Ben basamaklara oturup ağlayarak sigara içtim.” (s. 127)
Kitabı bitirdiğimde yabancısı olmadığım pek çok şeyle karşılaşmıştım.
Bizim de Kars’ta sebze kültürümüz yoktu. Ama sofralarımızdan maydanoz, dereotu, tere, reyhan, tarhun, kişniş, nane eksik olmazdı.
Bizde de bazı yörelerde patlıcana “badımcan”, patatese “kartoşka”, domatese de “pamidor” deniliyordu.
Bizi de büyüklerimiz çocukken “Al karısı, gara gura, Çarşamba karısı” ile korkuturlardı.
Kitap, özlenen değerlere, merak edilen yerlere karşı duyulan uzunca bir mektup gibi. Satır aralarında ise sevginin, aşkın, bağlılığın ve tutkunun sınır ve mesafe tanımadığı gerçeği işlenmiş. Ben kendi adıma çok şey öğrendim. Örneğin Ermeni edebiyatının önemli yazarlarından Levon Şant’ın uzun yıllar Almanya’da yaşadığını Wagner hayranı olduğunu ve opera tarzında yazdığını bilmiyordum. Ve tabii Yazar Bercuhi Berberyan’ın, Levon Şant’ın yazdığı oyunda Maryam rolünü üstlendiğini de...
Ağlatan, gülümseten, iç çektiren, en çok da düşündüren kitabından ötürü bana bir kez daha Çilenin Coğrafyası Yok dedirten yazarı kutluyorum.