Rober Haddeciyan, “Bercuhi Berberyan’ın Ermenistan’da Bir Türkiyeli kitabı bir nefeste okunuyor”, Marmara, 4 Haziran 2009
Yayımladığı eserleri özenle seçen bir yayınevi olan Metis birkaç ay önce Bercuhi Berberyan’ın Ermenistan’a yaptığı geziden izlenimlerini anlatan Ermenistan'da Bir Türkiyeli adlı çok ilginç bir kitabını yayımladı.
Yetenekli bir oyuncu, yönetmen, ressam ve yazar olan Bercuhi Berberyan liseden sınıf arkadaşlarıyla ilk kez Ermenistan’ı ziyaret ediyor. Dönüşünde kendisinin de belirttiği gibi hiç acele etmeden, yavaş yavaş olgunlaşmalarını beklediği duygularını kâğıda döküyor ve tamamladığı kitabını özgün bir başlıkla adlandırıyor: Ermenistan'da Bir Türkiyeli
Neden “Türkiyeli” de “Türkiye Ermenisi” değil? Ya da uygun düşecek başka bir başlık değil? Sorunun mantıklı yanıtını kitabında yazarın kendisi veriyor. Bu anlamlı başlık da kitaptaki araştırmacı, doğal, içten, zeki ve gerçekçi yaklaşımı soğukkanlı bir coşkuyla ve coşkulu bir soğukkanlılıkla vurguluyor. Yazar, bu ilk ziyaretten edindiği izlenimlerin kesin yargılar olmadığının, ikinci bir gezide bu izlenimlerden bazılarının değişebileceğinin de bilincindedir.
Bercuhi Berberyan’ın kitabı bir kez okumaya başlandığında bir türlü elden bırakılamayan o ender kitaplardan. Müthiş bir kitap... Ve kesinlikle yalnızken okunması gereken bir kitap. Çünkü yer yer belirgin olan mizahi unsur insanı kahkahasını zapt edemez hale getirebiliyor. Üstelik o bunu hiç de güldürmeye çalışmadan yapıyor. Üslubu olağanüstü keyifli ve sade. Çok kolay okunabiliyor çünkü o, tam konuştuğu gibi yazıyor.
Bercuhi’yi yakından tanıyanlar onun tastamam olduğu gibi yazdığını hemen fark ederler. Samimi, içi dışı bir... Sanat adına yapılan abartılardan uzak, edebi süslemelere yeltenmeden ve vatanseverlik, milliyetçilik gibi kavramlara sığınmadan... Sade bir halk dili kullandığı halde basit ve sanattan uzak değil, hatta titizlik ve hassasiyetle seçilmiş sözcüklerle hayranlık uyandırıcı sözcük hazinesini ve Türkçeyi kullanmadaki ustalığını açıkça kanıtlıyor.
Bercuhi Berberyan’ın gezisi Ermenistan’ın “Altın Sonbahar” diye adlandırılan mevsimine denk geliyor. Kitabının ilk sayfalarında yazar, bu kavrama açık bir istihzayla yaklaşıyor. Haklı olarak diyor ki “Sonbahar dünyanın her yerinde güzeldir. Ermenistan’ınki neden altın olsun?” Bunu söylüyor ve geçiyor. Kitabın devamını okumayan, yazarın kesin kanısının bu olduğunu sanabilir.
Oysa izleyen sayfalarda, otelin penceresinden ilk baktığı andan başlayarak; karşısındaki koruyu, arkada uzayıp giden uçsuz bucaksız ormanı, gezdikçe fark ettiği ülkenin doğasını öyle bir hayranlık ve kabullenişle anlatıyor ki o sonbahar gerçekten ‘altın’ oluyor. İşte Bercuhi Berberyan’ın açık sözlü ve her baktığını gerçekçi bir ressam gözüyle görüşü buradan bellidir.
İnsan gerçekten hayranlık duyuyor ve kimi satırlarda vurguladığı olumsuz duyguları onunla hemfikir olmasa bile coşkuyla kabul ediyor. Çünkü olası bir ikinci gezide bazı kanılarını değiştirebileceği açık. Kaldı ki yazar gezi boyunca hiçbir uyumsuzluk yapmadığı halde kendisini “huysuz” olarak nitelendiriyor.
Bercuhi, asla okuyuculara sevimli görünme çabası sarf etmediği gibi sevimsiz görünmekten de korkmuyor. Doğru bildiği şekilde yazıyor. Yer yer en küçük detayları bile kaçırmadan, olağanüstü gözlem ve tasvir yeteneğini gözler önüne seriyor. Ve de mizah. Gerçekten de gülmekten çatlar insan. İlk sabahki kahvaltısını anlattığı sayfaya şöyle bir göz atmaya değer. (s. 24)
“Kahvaltı otel usulü... Açık büfe... Bir dolu yiyecek var... Tabağını doldurup, çayını kahveni alıp masaya geçiyorsun. Aman Tanrım... Sabahın köründe patlıcan tavası mı yiyor bunlar?
Salçalı bir şeyler, sarmısaklı yoğurtlu birşeyler. Mayoneze benzer bulamaçlı birşeyler, bulgurlu birşeyler... Bir takım garip peynirler. Her türlü peyniri severim de, kahvaltıda beyaz peynirsiz olamam. Ama beyaz peynir yok. Ayrıca bu peynirlerin hiçbiri güzel değil.
Bir dolu da omlet ve kızartma çeşidi var... Ama börek yok. Zaten yağları ağır kokuyor............. Ama domatesler harika... Bir de lavaş ekmekleri.
Aa... Çay ısıtıcılarının üstünde Türkçe ‘Sıcak su’ yazıyor. Bu ilk şok............... Allah Allah... Biz Ermenistan’la ticaret yapmıyoruz ki... Yoksa yapıyor muyuz çaktırmadan?”
Onunla hemfikir olsan da gülüyorsun olmasan da...
“Sokaklarda yürürken, herkes bize yabancı gözüyle bakıyor. Benim tipim zaten faul. Saçımda kan kırmızı tutamlar var. Ama genel olarak hepimizin de oralı olmadığını hemen anlıyorlar. Nereden anlıyorlar yahu?
Biz de Ermeniye benziyoruz... Konuştuğumuz Ermenice farklı ama en azından Ermenice... Hem avaz avaz bağırmıyoruz ya... Kki duyar duymaz şive farkımız anlaşılsın... Kılık kıyafetimizde de hiçbir abartı yok. Ee? Nereden anlıyorlar?
Bunu birkaç gün geçince çözdüm. Ayakkabılarımızdan anlıyorlardı galiba. Bir de sadeliğimizden... ama en bariz fark ayakkabılar.
Ermenistan kadınları kesinlikle ayakkabı rüküşü... Her şeyleri rüküş ama ayakkabıları inanılmaz. Sabahın köründe bütün genç kadınlar, en az bir karış yüksek, iğne gibi topuklu, pırıl pırıl, altın gümüş rengi, fuşya pembesi, cart yeşil, mor, leopar, kaplan, yılan desenli, inanılmaz çizmeler ve ayakkabılarla çarşıda pazarda dolaşıyorlar. Nasıl yürüyorlar bilmem...”
İzlenimlerini kısa bölümler halinde anlatıyor. Otel, Vernisaj Çarşısı, Eçmiadzin, Veharan, Khaçkarlar, Karabağ Şehitliği, Altın Sonbahar, Sevan, Garni, Keğart, Soykırım Anıtı vs...
Yazar fazladan abartılı sözlere gerek duymuyor. Soykırım Anıtı’ndan söz ederken “Şimdi ben bu sözcüğün önüne ‘sözde-mözde’ yazamam bu anıtın adı böyle” deyip geçiyor. Kısa ve öz. Kendine özgü bir tarzı var. Bazen kırıcı, eleştirel bir tavrın altında gizli bir övgü seziliyor.
“Mide Fesatı” bölümü özellikle okunmaya değer. (s. 65) Ermenistanlıların dillere destan misafirperveriği ve izzet ikram zaafının olağanüstü bir tasviri... Kahkahalarla gülmemek ve Bercuhi’nin tasvir yeteneğine hayran olmamak mümkün değil. “Anjel” başlıklı bölümü okurken de gözpınarlarınızda titreşen gözyaşı damlasını zaptetmek mümkün değil... (s. 139) Otelin kafeteryasında çalışan Anjel adlı kızın duygusal bir sevimlilikle ikram ettiği “Turk gayvesi”ni ve Türkiye’ye döndüğünde kahve içerken onu hatırlatması için vedalaşırken kendisine hediye ettiği bir çift kahve fincanını anlattığı bölüm...
Bu hüzünlü ve sıcacık bölüm yazarın, güzel ve duygusal olan her şeye karşı takındığı dürüst tavrı simgeliyor.
Herkes okumalı bu kitabı. Bercuhi’yi gönülden kutluyor ve en kısa zamanda bir kez daha Ermenistan’ı ziyaret ederek eksik bıraktığı duyguları tamamlamasını diliyorum.
Ermeniceden çeviren: Bercuhi Berberyan