Ali Tuhfe, “Klişelerle şiir yazmak”, Kitap Zamanı, 26 Ekim 2007
Çağdaş şiir, “yeni” ya da “avangarde” adı altında giderek bir “kitch”e dönüşüyor. Klasik şiirimizin çözülüşünden sonra üretilen sağlam çözüm önerilerinin pek az şair tarafından dikkate alınması nedeniyle başladı bu süreç.
Avangarde adı altında Batı şiirinde çoktan bitmiş tükenmiş akımlar Türkiye’de bir yenilik icat ediyormuş gibi üretiliyor. Batı’dan gelen her şeyin iyi ve doğru olduğunu, klasik şiirimize yaslanan bir modernliğin “eski” anlamına geldiğini savunan önermeler gibi zayıf bir düşünce bu. Kuşkusuz, bilinçli ya da bilinçsiz, klasik kültüre ve şiire bir merak da var. Bunun farklı nedenleri sayılabilir elbette. Bir romancımızın söylediklerini tersinden okursak durumu kavramış oluruz diye düşünüyorum. Bu romancımız klasik kültürden kopuşu bir depreme benzetmişti: “Depremden sonra kimi insanlar enkaz altında kalan var mı diye bakar, seslenir ve eğer bulursa tutup kolundan çıkarır. Bizim klasik kültürle ilişkimiz de böyle olmalıdır o zaman. Yaşayan bir şey bulursak eski kültür içinden, bulup çıkarmalıyız onu.” Bu mantık ilk bakışta makul görünüyor; ama deprem metaforunu tekrar ederek şunları da söyleyebiliriz: Enkaz kaldırılırken yağmacılar da iş başındadırlar; dolayısıyla klasik kültürü kurtarma ile yağma arasındaki farkın iyi çizilmesi gerekir.
Yağmacılıktan kastım, klasik şiire ve kültüre olan merakın bilgiyle donanmadan kulaktan dolma bilgilerle ya da el yordamıyla yapılması. Bu durum şiir için de, düzyazı için de geçerli. Orhan Kâhyaoğlu’nun Rahimdeki Ot adlı şiir kitabının da böyle bir maluliyeti var. Kâhyaoğlu şiirine eski kelimeleri kullanarak bir gelenek etkisi vermeye çalışıyor; üstelik bunu oldukça başarısız bir kafiye kullanımıyla yapıyor. Oysa klasik şiir sadece gelenek etkisi verecek kelimeleri sıralamakla ya da kafiye kullanmakla elde edilen bir şey değildi. Öncelikle bir oranlama (proportion) sanatıydı. Bu oranlama şiirin hem semantik hem de sentaktik yapısıyla ilişkilidir ve avangarde’a fazlasıyla angaje olmuş bir kuşağın bilgisi dışındadır. Bu kuşak, bilinmeyeni yok sayma eğiliminde ve günümüze nasılsa hâkim olan obskürantizmin pençeleri arasında. Sadece çağrışımlarla yazmak, Batı şiiri içindeki kodları bilmediğinden o şiirin anlamsız olduğuna hükmetmek ve o anlamsızlığı yeniden üreterek prim yapmaya çalışmak. Bu sadece Kâhyaoğlu’nun sorunu değil, hatta belirli bir söyleyiş tutarlılığı ve kelime beğenisi kazanmaya da çalışıyor o, ama olmuyor; neden mi?
sese inanıyor nuh, ses sadakat.
bu sesler, solosu hayatın,
temiz tırnak. ses, uğultu
olmadığından ırak.
Bu dizelerdeki kafiye kullanımındaki sorunları görmek için klasik şiiri bilmek gerekmiyor; modern Türk şiirinin verimlerinden haberdar olmak yeterli. Sadece ‘[temiz] tırnak’ ve ‘ırak’la kurulan kafiye, aslında dengeli kafiye bulamamaktan ve akla ilk gelen ses benzeşimlerinden yararlanmak zorunda kalmaktan kaynaklanıyor. Üstelik Kâhyaoğlu’nun semantik açıdan da kendisini bir zevksizliğin ellerine teslim ettiğini söyleyebiliriz rahatlıkla. “Hayatın solosu” tamlaması bir klişedir; “ses’in uğultu olmadığı için ırak” olması da gündelik yaşamda zaten öyle olan bir şeyin herhangi bir dönüştürüme tâbi tutulmadan tekrar edilmesinden ibarettir. Uğultu yoksa ses uzaktadır ya da yoktur zaten, ve bunun şiir’le ne ilgisi vardır? İngilizcede “redundant” (gereksiz söz, fazlalık) denen türden gereksiz sözlerin bıktırıcı tekrarlarına çağdaş Türk şiirinde rastlamaya alıştık gerçi. Ama dize yazmayı beceremeyenlerin önceki şairlerin muhteşem dizelerine neden bakmadıklarını anlamak mümkün değil? Kâhyaoğlu’nun deneyip de beceremediği imaj bakın Behçet Necatigil’de nasıl kanatlanıyor:
Kopan çığlar altında kalanlar olduğu/ Oysa görülüyordu./ Bir kadının ilerde/ Bir şeyler hıçkırdığı;/ Bir erkeğin, birine,/ Görünmeyen birine bir şeyler seslendiği/ Oysa görülüyordu/ Ama duyulmuyordu. - - Ses!/ Sanki ses olmayınca hiçbiri olmuyordu.
Bu şiirde kafiye olduğu seziliyor mu? “temiz tırnak / ırak”ta olduğu gibi tuhaflığına düşülmemesi bir yana, Necatigil, redif ve kafiye unsurlarını okura hiç sezdirmeden, sadece belirli bir eda yaratmak için kullanır.
Metis Yayınları şiir kitapları yayımlıyor; şiirin kitabevlerinden sürgün edildiği bir dönemde bu sevindirici bir gelişme elbette. Ama biraz daha etraflarına bakmaları, seçici davranmaları gerekiyor. Yayıncılık, önyargılara teslim edilmeyecek kadar sorumluluk isteyen bir iş çünkü.