Sedat İmza, “Görülmüştür!”, Picus, Mayıs 2005
Dönem dönem aydınların uğrak yeri olan hapishaneler, Türkiye kültür hayatının mekan türleri arasındaki yerini aldı bile. Baylan Pastanesi, Küllük Kahvesi der gibi Bursa Cezaevi, Sinop Cezaevi diyoruz. 1994-2004 yılları arası hapishane tedrisinden geçen yeni bir kuşağın yazdıklarından oluşturulan bu seçkilerdeki şiir ve öyküler, “içeri”den gelen mektuplar olarak da okunabilir.
Hukuk sistemleri adil midir? Vicdanlarda işlenenleri dışarıda tutsak bile, geri kalan tüm suçları tespit edip yargıya intikal ettirecek çapta geniş ve güçlü bir kolluk kuvveti olan devlet yoktur. Kolluk kuvvetlerinden yargıya, oradan ceza infaz kurumlarına uzanan sürece, hiçbir zaman suçların tümünün cezalandırılmasını hedefleyen bir bütçe ayrılmaz. Öyleyse dünyadaki tüm kriminal vakalarda tespit-yargı-infaz süreçlerinde hangi denge gözetilir? Ekonomiklik mi? “Bu kadarına yetişebiliyoruz” mu?
Anlayış, cezaların en amansızı ve geri dönüşsüzü olan idamda ifadesini bulur. Yakın zamana dek idam cezaları halka açık yerlerde infaz edilirdi. Müslüman ülkelerin bir kısmında hâlâ örneklerine rastlıyoruz: Recm, vinçlerde sallanan bedenler... “Modern” dünya, idamı halkın gıyabında, gözlemciler nezdinde yapacak kadar “uygar”laştı. Yine de her idam infazı, suçun faili için değil, diğer herkes içindir. Her seferinde belli bir orandaki suç, yargı süreçlerinin konusu olur, hepsinde ısrar edilmez. Hukuk sistemleri temsili davranır. İçine aldıkları için adil değildir; ama dışında tuttukları için öyle görünmek ister. Hukuk sistemleri adil değildir.
Metis Yayınları’ndan çıkan Hapishaneden Öyküler ve Hapishaneden Şiirler kitapları “içerde” yazılanları toparlayan çalışmalar. Şiir seçkisini Aytekin Yılmaz ve Sezai Sarıoğlu, öykü seçkisini ise Aytekin Yılmaz ve Müge İplikçi hazırlamış. Kitapların içkapaklarından, “Cezaevi Duvarlarını Aşmak” başlıklı bir proje kapsamında hazırlandıklarını öğreniyoruz. Avrupa Komisyonu Demokrasi ve İnsan Hakları için Avrupa Girişimi (DİHAG) ve Avrupa Kültür Vakfı’nın desteklediği projeyi Anadolu Kültür/Diyarbakır Sanat Merkezi gerçekleştirmiş. Kitapların editoryal çalışması, baskı öncesi hazırlık ve basımları ise Metis Yayınları tarafından projeye destek amacıyla üstlenilmiş. Projenin ilk ayağını, hapishanelerde yazılanlardan oluşturulan bu seçkiler oluşturuyor. Sonraki aşamada doğrudan hapishanelerde kültür-sanat etkinlikleri yapılması planlanıyor. Son olarak, içerde yazanlarla dışardaki yazarlar arasında bir iletişim köprüsü kurulması amaçlanıyor.
Seçkiler için yirmi hapishaneden yüz elli şiir, yüz öykü gönderilmiş. Kitaplara alınanlarsa, şiir seçkisine kırk beş, öykü seçkisine on sekiz olmak üzere toplam altmış üç yazarın çalışmaları alınmış. Seçimin hangi anlayışla yapıldığını önsözden bir alıntıyla açıklamak istiyorum: “İşin en zor yanlarından biri, ürünlerin seçimindeki estetik sorumluluktu. Hapishanelerdeki duygusal iklime yabancı değildik. Şiir gönderenler içinde, ilk kitabıyla belli bir beğeni toplamış Hüseyin Kıran gibi şairler de vardı, duygu ve kavramlardan imgeye geçme sürecinde kendi sesini bulmaya çalışanlar da... Bir ortalama tutturmak yerine, estetik ölçütleri unutmadan, ama özgünlüğü ve ileriye dönük bir potansiyeli de göz önüne alan bir yaklaşımla seçmeyi yeğledik.”
Öykülerin konuları geniş bir yelpazede çeşitlilik gösteriyor: Çocukluk, beklemeyen sevgili (modern bir Odysseus hikâyesi), Kuzey Irak kampları, Diyarbakır Kırıkları, bir imgenin peşine düşmüş öyküler... “Palamut” adlı öykü, KDP peşmergelerinin şimdiki Mahmur Kampı halkına 1995 yılında uyguladıkları ambargo nedeniyle ölen çocukların anısına ithaf edilmiş. Konuştukları dilde karşılığı bile olmayan ambargonun neden olduğu yoksunluğu kanıksayan insanların hayatlarından çok canlı kesitler öyküleştirilmiş. “Qırıxlar” adlı öyküyeyse özellikle dikkat çekmek isterim. Gazetelerin karikatür köşelerine de konu olan, bir dönemin sosyolojik vakası Diyarbakır Kırıkları hakkında senaryo gibi başlayıp folklor çalışması gibi süren ve şiir gibi biten bir metin bu.
Şiir seçkisindeki çalışmalarla ilgili olarak yukarıda önsözden yaptığım alıntı tüm karakteristiği veriyor. Ben yalnızca buraya şiirlerini yaklaşık beş yıldır Evrensel Kültür dergisinden takip ettiğim yaşıtım Atılcan Saday’ın şiirini alıntılamak istiyorum. “Yanlızlık Şiirleri I/ bozkırın ortasında/ tam ortasında, alıç ağacı// yaşar/ bir başına/ susarak// dal uçlarında bir kamaşma/ eski sevinç, kırgın heves, ince hasret// yaşar/ içten içe/ tutuşarak// aklında orman sesi/ gönlünde saka kuşu/ çoktan kururdu, eğer/ yaşamaktan vazgeçseydi// yaşar/ senelerce/ dayanarak// dalında üç yemişi/ biri toprağa/ biri rüzgâra/ biri sakaya// yaşar/ bile isteye/ aldanarak.”
Şiir ve öykü yaratıcılarının profilleriyse oldukça çarpıcı. Ağırlığı, 70’li yıllarda doğanlar oluşturuyor. Bunun yanında 60’ların sonunda doğanlar olduğu gibi 81’li iki isim de var. Öykü ve şiirlerin başında verilen kısa özgeçmişler ister istemez CV’yi çağrıştırıyor ve düşünmeden edemiyor insan, hangi sektörün çalışan profiline uygun bu özellikler diye. Hapse düşünce bitirilememiş üniversiteler, daha başlarda kesintiye uğramış düşler, paçalardan sarkacak sabıkalar...
Seçilen çalışmalar edebi birer ürün olmanın yanı sıra yakın dönem Türkiye’sinin politik, estetik ve sosyolojik durumu konusunda da fikir edinmemizi sağlıyor. Ülke gençliğinin bir bölümünün tercihleri ve yeni yönelimleri de altbaşlık olarak düşünülebilir. Geleceğin zor sınavlar vermiş bir yazarlar kuşağının takibi için iyi bir başlangıç olacağını düşünüyorum bu kitapların.