ISBN13 978-975-342-503-2
13x19,5 cm, 208 s.
Yazar Hakkında
İçindekiler
Okuma Parçası
Eleştiriler Görüşler
Yazarın Metis Yayınları'ndaki
diğer kitapları
Hapishaneden Öyküler, 2005
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et
 

Yücel Kayıran, “Hapishanede Şiir”, Virgül, Mayıs 2005

Türk şiiri ortamında, hapishanede şiir yazan şairlere özel bir ilgi gösterilir. Hapishane ile hapishanede şiir yazanlar arasında poetik ve biyografik bir bağ kurulmaktadır sanki. Bu özel ilgiyle işaret edilen, hapishane ile şiir yazmak arasında nedensel bir ilişkinin olduğu değil kuşkusuz, ama vurgulanmak istenilen, daha çok söz konusu şairin politik duruşuna ilişkin varoluşsal samimiyet olsa gerek. İnandıkları fikirler veya hal ve durumlar uğruna uzun yıllar hapsedilmeyi, yaygın deyimle ‘hayatlarının mahvolmasını’ göze almış kişiler durmaktadır karşımızda. Hapishanede şiir yazan şaire gösterilen bu özel ilgi poetik ve ahlaki gücünü buradan alıyor sanırım. Çünkü, işte, şiir, ‘rol kesme’, ‘oynama’ ve ‘sahte olan’ denilen şeyin tam karşısında yer alan bir ruh durumuyla ilgilidir. Hapishanedeki şairlere, şiir yazmaya hapishanede başlayan şairlere özel bir ilgi gösterilmesinin poetik nedeni bu olsa gerek.

Tarihsel bir belirleme yapmak gerekirse, bu özel ilginin başlangıcının 80’li yıllar olduğu ileri sürülebilir. Ama şairlerin hapsedilmeleri bakımından, cumhuriyet döneminde bu ilginin başlangıcı bilindiği gibi 40’lı yıllardır. Bununla birlikte, şiir ile hapishanede şiir yazmaklık her dönemde aynı değildir. Söz konusu şairler dikkate alındığında, 40’lı yıllar ile 80’li yıllar bu ilgi bağının iki farklı türden örneği olarak anılmakta. Buna, 90’lı yıllar da eklenebilir. Nitekim, editörlüğünü Aytekin Yılmaz ile Sezai Sarıoğlu’nun yaptığı Hapishaneden Şiirler antolojisi, bu ilginin daha öncekilerden farklı olan, yeni bir veriyi ortaya koymakta. Bu farklılığın ortaya çıkarılmasında, Sezai Sarıoğlu’nun belirleyici bir rolünün olduğu hesaba katılmalıdır. Sarıoğlu, hapishaneyi, ‘hapishaneye düşme’ sürecini ve şiiri tecrübeyle bilen bir isim.

Öznelerinin hapsedilmeleri ile şair kimliklerinin oluşum süreçleri bakımından, bu üç dönem arasındaki farklar, genel olarak şöyle özetlenebilir: 40’lı yıllarda söz konusu olan, şairlerin hapsedilmesiydi. Enver Gökçe, Ahmet Arif, Rıfat Ilgaz, A. Kadir; her ne kadar hapsedilme nedenleri yazdıkları şiir değildiyse de, hapsedildiklerinde kendilerinin şair olarak anılmasını sağlayan şiirlerini zaten yazmışlardı. 80’li yıllarda söz konusu olan ise, siyasi tutuklu olan gençlerin ‘genç şair’ olarak dikkat çekmesiydi. Nevzat Çelik, Emirhan Oğuz, Nuh Ömer Çetinay, Sezai Sarıoğlu, Mehmet Çetin bu isimlerden bazıları. Siyasi nedenlerle hapsedilmiş, ama siyasi kimliklerinden de kendilerini soyutlamamış kişilerdi bunlar. Dikkat çeken ve etkileyici olan, siyasi kimliklerinin tümel değil tekil olmasıydı. Sol siyaset içinde fraksiyonel temsilleri söz konusuydu. Bunların siyasi bağlanmışlıklarıyla, şairlikleri arasında motivasyon sağlayıcı nedensel bir bağ var sanki. Siyasi bağlanmışlıklarından çekildikleri oranda şairlik ediminden de çekiliyorlar gibi. Nevzat Çelik, Sezai Sarıoğlu, Mehmet Çetin ilkine; Emirhan Oğuz ile Nuh Ömer Çetinay ise ikinci duruma örnek olarak verilebilir. Dolayısıyla, yazdıkları şiir de, öznenin gerek kendi ‘yanlışlarıyla’, gerek dünyayla, gerekse uğruna mücadele ettiklerini düşündükleri insan tipiyle bir tür hesaplaşmayı içeren bir şiirdi.

90’lı yıllarda ise, hapishanelilik meselesi oldukça yalın. Her ne kadar onlar kendilerini hapishaneli sıfatıyla nitelemek isteseler de (bir dergide böyle bir özel bölüm yaptılar çünkü), bu sıfat, oluşturdukları şair kimliği için gerekli koşul değil, veya oluşturucu öğe değil. Hapishaneden Şiirler adlı bir antolojide yer almış olsalar da, şairliklerini hapishane üzerinden kuruyor gibi değiller; veya böyle bir kurgulama artık işlevli değil. Buna en güçlü örnek olması bakımından Hüseyin Kıran ismi verilebilir. Mithat Çelik anılabilir. (Bu arada merak ettiğim için değinmek istiyorum; Çelik, Tâ Sîn Mim dizelerinin yer aldığı, Irak’a Dua şiiri, Hilmi Yavuz’un Hurufî Şiirler’inde yer alan tâ, sîn, mÎm şiirinden önce mi yazmıştı acaba, yoksa sonra mı?) Hüseyin Kıran’ın şair kimliğinin oluşumunda hapishane öğesinin bir işlevi olmamıştır, veya Hüseyin Kıran bu sıfatı oluşturucu bir öğe olarak kullanmadı. Dolayısıyla, bendeki imgesi hapishaneyle bağlantılı değil. Oysa, Defter dergisinde yayımlanan şiirlerini okurken, hapishanede olduğunu duymuştum. Bu nedenle, Hapishaneden Şiirler, edebiyat bağlamında olduğu kadar, hapishanede yazılan şiir bağlamında okunmaya açıktır.

Antolojideki veriler, bu şairlerin, şiire, hapishaneye girmeden önce değil, ama hapishaneye girdikten sonra yönelmiş olduklarını göstermekte. Burada, antolojide yer alan şairlerin hemen hemen 20’li yaşlarının hemen başlarında hapsedilmiş olup, çoğunun on yıldır hapiste bulunmakta olduğunu, bir veri olarak anımsamak gerekir. Ben bu durumu, hapsedilmiş veya hapishaneden dolayı şiir olarak değil, ‘hapishanede şiir’ diye adlandıracağım. Hapishanede şiir derken, söz konusu şiiri yazan şairin kendisini bir şair-ben olarak kurarken, bulunduğu yeri, yani hapishaneyi bir kapatılma alanı olarak değil, dış dünyanın bir parçası olması anlamında bir evren algısı içinden yazılan şiiri kastediyorum. Hapishane koşullarının 90’lı yıllarda daha önceki yıllara oranla, görece iyiliğinden, antolojiye yazılan önsözde söz ediliyor. Özsözde belirtildiğine göre, “içeriye kitap ve dergilerin alınması, özellikle edebiyatla ilgilenenler açısından imkanların çoğalması” anlamına geliyor. Bu durum da, onlara 80’li yılların hapishaneli şairlerinden farklı olarak, Türk şiirinin gündemini yakalama olanağını veriyordu sanırım. Dolayısıyla, Hapishaneden Şiirler’in içinde yer alan şairlerin en önemli özelliği de burada ortaya çıkmaktadır. Buradaki şiirlerin çoğu, Türk şiirinin 90’lı yıllardaki gündemi içinde yer alan şiirler; oysa, daha önceki yıllarda hapsedilmiş şairlerin şiirleri, temelde hapishane teması tarafından bölünmüş şiirlerdir. Ama, bu betimlemenin, aşağıda temellendireceğim, dışarıdaki dünyanın da, zaten bir hapishaneden başka bir yer olmadığı algısı / imgesiyle birlikte düşünülmesi gerektiğini, burada vurgulamam gerekir.

Hapishane koşullarının iyileşmesi, şiir yazma olanağı bakımından önemli. Hapishane koşullarının kötü olmasının en olumsuz sonuçlarını 40’lı yıllarda hapsedilmiş şairler, orada da Enver Gökçe yaşamıştı. Enver Gökçe’nin şiiri, hapsedilmesinden sonra ciddi bir kesintiye uğrar. Daha acı olanı ise, Yusuf ile Balaban Destanı adlı yapıtının hapishanede kaybolmasıdır. Kalan veya hatırlanabilen parçalar, bu destanın cumhuriyet dönemi Türk şiirinde yazılan destanlardan oldukça farklı bir şiiri göstermekte olduğunu belirtmem gerekir. Bu bağlamda başka şairler de düşünülebilir. Ama, Nazım Hikmet ile Can Yücel bu bağlamda pek düşünülemez gibi geliyor bana. Her iki şair de, hapishane koşullarının, şiirleri üzerende olumsuz etki yapmasına fırsat vermemişlerdir. Dahası, onların hapishanedeki imgeleri, hapishaneyi bir dış dünyaya çevirmiş olmalarıyla ıralanır.

90’lı yılları öncekilerden ayıran bir diğer önemli özellik ise, coğrafi öğeyle ortaya çıkmakta. Coğrafi aidiyetlik, ne 40’lı yıllarda, ne de 80’li yıllarda söz konusu şairlerin kimlikleri için belirleyici bir öğe olarak dikkat çekmişti. Antolojide yer alan şairlerin doğum yerleri şöyle: Gaziantep, Elazığ, Amasya, Adıyaman, Kırıkkale, Kahramanmaraş, Konya, Batman (4), Ankara (3), Bursa, İstanbul (2), Çorum (2), Kars (2), Bitlis, Tunceli-Dersim (4), Erzincan (3), Bingöl, Sivas (3), Diyarbakır (5), Siirt (2), Mardin, Ordu, Muş ve Adana. (Elif Zuhal Bıkım doğum yerini veya memleketini belirtmemiş.) Bu veriler dikkate alındığında, Hapishaneden Şiirler’de yer alan şairlerin çoğunluğunun Güneydoğu Anadolu bölgesinden olduğu, onu, İç Anadolu ve Doğu Anadolu bölgesinin takip ettiği görülmektedir. Buradan hareketle de, bu antolojide yer alan şairlerin çoğunun ‘doğulu’ olduğu söylenebilir.

Hapishaneden Şiirler’de dikkat çeken bir başka özellik ise, kadın şairlerdir. Hem nitelik hem de nicelik bakımından: Gülsüm Alp, Eylem Yolcu, Fidan Yıldırım, Sabriye Çiftçi, Burcu Balıktaş, Nergiz Gün Uzun, Gülazer Akın, Medine Yıldız, Nur Gülüşüm Sedef, Elif Zuhal Bıkım. 90’lı yıllardan önce, hapishanede kadın şairler yoktu.

Bu şiirlerin, 40’lı yılların hapishaneli şairlerin şiirleriyle kıyaslandığında, oldukça belirgin bir ruh durumu farklılığının olduğu görülüyor. Roman açısından, 30’lu yıllar, kasvetin yıllarıdır. Bu yıllarda yazılan romanlarda oldukça kasvetli bir tinsel evren söz konusudur. Sebahattin Ali’nin İçimizdeki Şeytan’ı, Peyami Safa’nın Fatih Harbiye adlı romanı bu bakımdan irdelemeye, nedenleri üzerinde düşünmeye değerdir. Sanki gündüzün hiç yaşanmadığı, güneşin sanki hiç doğmadığı bir evrende yaşanıyor gibidir. 40’lı yıllarda yazılan şiirde de, bu kasvetli havanın mevcut olduğu söylenebilir. Özellikle, A. Kadir’in, Enver Gökçe’nin, Ahmed Arif’in şiirlerindeki tinsel evren bu türden bir karanlık atmosfere sahiptir. Ancak, bu şiirde belirleyici olan bir başka özellik daha vardır ki, o da, bu şairlerin şiirlerindeki anlatıcı öznenin, bu kasvetli dünyada yaşanılan ve olup biten olumsuzluklar karşısında iradeli bir dirençle ve her şeye rağmen (düşmana karşı) bir moral güce sahip olmalarıdır. Oysa, yeni kuşakta, yani 90’lı yıllarda görülen temel özellik, bu şiirin tinsel evrenindeki öznenin bu moral güçten yoksun olmasında görülmektedir. Dahası, böyle bir moral güç sağlayıcı motivasyon ve bir neden de yok ortada. Buna karşılık, bu şiirlerde, karanlık ve kasvetli bir havanın olduğu da söylenemez.

Bu şiirlerde hapishanenin karşıtı, hapishanenin dışındaki toplumsal hayat değil, dağ ve ovadan oluşan bir doğa alanı. Özne, kendi ruhsal dünyasında hapishaneden toplumsal hayat alanına değil, doğaya dönmeyi dile getirmektedir. Hapishanenin karşıtı olarak, dışarıdaki toplumsal hayat alanı değil, doğa görülmektedir. Dönülmek, gidilmek istenilen doğa ise, bir dış dünya olması anlamında bir doğa değil. Doğayla özdeşleşme mistik durumun temel özelliğidir. Gerek kelime seçimi bakımından gerekse şiirde konuşan anlatıcı-benin ruh durumu bakımından, Hapishaneden Şiirler’deki şiirlerin, mistik olduğu ileri sürülebilir. Ama, ben metafizik terimini tercih ederim. Toplumsal hayat alanı da, bu şiirlerdeki ortak özne için, kendi varlığını gerçekleştirebilmesinin önünde sınırlardan oluşan bir hapishane haline gelmiş. İnsanın kendini gerçekleştirmesi olanaklar alanıyla söz konusudur. Oysa, toplumsal hayat alanı, özne için, bu olanakların sınırlandırıldığı bir alan. Bu bakımdan, denilebilir ki, bu özne için, hapishane toplumsal alandan daha özgürlük içeren bir yer konumundadır. Nitekim, bu şiirlerin tinsel evreninde, hapishane olarak betimlenen hapishanenin kendisi değil, dışarının, toplumsal alanının kendisidir. Evet, hapishane ifadesinden genellikle kapatılan yer; hapislik, kapatılma olarak anlaşılır. Bu anlam, yaygın olarak, dış dünyadan mahrum bırakılmaya, duvarlarla çevrili bir alana kapatılmaya vurgu yapmaktadır. Ama, insanın kendi varlık yapısından gelen olanakları yaşayamaması, bu olanakları gerçekleştirebilecek koşullardan yoksun bırakılması da bir hapis olma durumudur. İşte, Hapishane Şiirleri içindeki şairlerin şiirlerindeki tinsel evrende, asıl hapishane, tam da bu anlamda, hapishaneyi de içine alan dış dünyadır. Ben, yirmi yıldır dışarının nasıl bir hapishane olduğunu bilirim. Bu bakımdan, buradaki şiirleri kendi sorunsalıma yakın bulduğumu, kişisel olarak da açıklamak isterim.

 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2024. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X