Önsöz, s. 7-12
"Hapishanede yazılan öykü ve şiir" konulu bir proje başlatmak, Türkiye gibi bir ülkede hiç de kolay değil. Hapishanelerindeki sorunlarla ünlü bir ülkede yaşayanlar, bu gerçeği yakıcı biçimde duyumsar ve anlar. Hapiste yazılmış şiir ve öykülerden oluşacak birer seçki-derleme yapmaya karar verdiğimizde, zor ama anlamlı bir işe kalkıştığımızı biliyorduk. Malum, Türkiye'nin son 20 yılı hapishaneler açısından hiç de iç açıcı değil. 12 Eylül 1980 darbesiyle başlayan bu süreç, 1990'lı yıllarda da devam etti, ediyor. 19 Aralık 2000'e gelindiğinde, hapishaneler açısından yeni bir döneme geçildi. F Tipi uygulamasıyla yeni bir süreç başladı. F Tipi operasyonları 117 tutuklunun ölümü ve yüzlerce tutuklunun yaralanmasıyla sonuçlandı.
Konu hapishane olunca, hiç de iç açıcı şeyler söyleyemiyoruz. Demokratik reformlarını yapamamış birçok ülkenin hapishanelerinde benzer sorunlar yaşandığı da bir gerçek. Ancak, Türkiye hapishaneleri söz konusu olduğunda, meselenin daha ağır olduğunu vurgulamak gerekiyor. Belki son 20 yılda yaşananlar daha trajik sonuçlar doğurdu ama, Cumhuriyet tarihi boyunca hapishaneler bu ülkede hep sorun oldu. 1920'lerden itibaren Türkiye hapishanelerinde devrimci demokrat insanlar eksik olmadı. 1940'larda, Nâzım Hikmet, Doktor Hikmet Kıvılcımlı, Orhan Kemal, Kerim Korcan ve Kemal Tahir gibi yazar ve aydınlar, ağır hapis cezalarına çarptırıldılar.
Bu hapishane deneyimleri 80 yılda, çeşitli biçimlerde edebiyata yansıdı. Kerim Korcan, 1938'de Donanma Davası'ndan yargılanıp 20 yıl ağır kürek cezasına çarptırıldığında, ilkokul mezunu bile olmayan bir komünizm sempatizanıydı. 12 yıllık hapis yaşamında edebiyatla tanıştı. En güzel romanlarını Sinop Hapishanesi'nde olgunlaştırdı. Tatar Ramazan, İdamlıklar ve Linç romanları bu dönemin ürünleridir.
Nâzım Hikmet en güzel şiirlerini Ankara, Çankırı ve Bursa Hapishanelerinde yazdı. Doktor Hikmet Kıvılcımlı, 7 ciltlik "Yol" dizisi olarak bilinen tarih araştırmalarını Elazığ Hapishanesi'nde kaleme aldı. Her defasında severek okuduğumuz ve dinlediğimiz "Başın öne eğilmesin, aldırma gönül, aldırma" dizelerinin sahibi Sabahattin Ali, bu şiiri 1933 yılında Sinop Hapishanesi'nde yazdı.
"Bugün görüş günümüz / Dost kardeş bir arada / Telden tele / Mendil salla el salla" diyen Enver Gökçe de en güzel şiirlerini hapishanede yazan bir şair.
1952'de İstanbul Harbiye Askeri Cezaevi'nde yatan şair Ahmed Arif ise; "Bir ufka vardık ki / yalnız değiliz sevgilim / Gerçi gece uzun / Gece karanlık / Ama bütün korkulardan uzak / Bir sevdadır böylesine yaşamak" diyordu.
"Hani bir dışarda olsam / hep yürürüm durmam" diyen A. Kadir...
"Gün dolar bir gün sen de / özgürlüğü bir gelin gibi takıp koluna / çıkarsın / başlar işsizlik / o en büyük hapishane" ve, "Bizim de dağlarımız vardır Che Guevara" dizeleriyle Metin Demirtaş...
"Yani diyalektik / Yani Aleyhistan'da yeni bir lehçe olmak" diyen Can Yücel'in, "Bi sağ yanıma yattım, geçti beş yıl, / Bi de soluma yattım, etti mi on yıl, / 'Hadi kalk' dediler, bitti bu fasıl / Hay allah kahretsin, uyanamıyorum!" dizeleri...
Hasan İzzettin Dinamo, Rıfat Ilgaz, Arif Damar, Attilâ İlhan, Şükran Kurdakul, Hasan Hüseyin Korkmazgil, Ataol Behramoğlu, Nihat Behram ve daha niceleri...
12 Mart'ı düşündüğümüzde, Sevgi Soysal ilk anacağımız isimlerden. Hapishane günlüğünün, onun edebiyat gücüne güç kattığını söylemek abartı olmaz. Dönemin tüm savrulmalarını yoğun bir gözlemle aktardığı Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu edebiyatımızdaki yerini hep koruyacak.
12 Eylül darbesi sonrası, binlerce siyasi tutuklu ve hükümlü içinde edebiyatla ilgilenenler çoğaldı. Feride Çiçekoğlu, Nevzat Çelik, Ayşe Hülya Özzümrüt, Mehmet Çetin, Sezai Sarıoğlu, Soysal Ekinci, Halil İbrahim Özcan, Yılmaz Odabaşı, Aydın Öztürk, Emirhan Oğuz, Fadıl Öztürk, Ersin Ergün Keleş ve adını anamadığımız daha pek çok kişi...
Önceki dönemlere göre 1980 sonrasında siyasi tutukluların sayısının alabildiğine çok olmasına karşın, edebiyatla uğraşanların ürünlerinin nicelik ve niteliği, bunların geçmiş dönemlerle karşılaştırılması ayrı bir inceleme konusudur. Hapishanelerdeki yaratıcılığın önündeki engellerin, özünde aynı olmasına karşın, değişik dönemlerde farklılıklar gösterdiğini söyleyebiliriz. Devlet aygıtının hapishanelerde edebiyat dahil tüm insan yaratıcılığının önünde temel engel olduğu bilinen bir gerçekliktir.
1980 sonrası sürecin karakteristiği, devletin baskı ve sansürüne, sol geleneklerin kendi yapısal sorunları nedeniyle bir anlamda yaratıcılığı engellemeye varan çabalarının eklenmiş olmasıdır. Başka ve daha iyi bir dünya önerenlerin içine düştükleri, değişik biçimlerde gerekçelendirdikleri bu çelişkinin, özellikle 1992'den sonra belirginleştiği söylenebilir.
1940'larda Nâzım Hikmet, Sabahattin Ali, Kerim Korcan ve Kemal Tahir'lerle başlayıp, 1950'lerde Ahmed Arif, Enver Gökçe'yle devam eden ve 1970'lerde Can Yücel ve Nihat Behram'larla süren geleneğin farklı dönemlerinde, hem devletle ilişkilerin, hem de sol grupların kendi iç hayatlarının farklı olduğu bir gerçektir. Diğer bir deyişle 1980 öncesinde, "görece bir 'yaratıcılık' ortamının" var olduğu söylenebilir.
12 Eylül darbesinden sonraki ilk yıllar, işkencenin gündelik uygulama olarak süreklilik kazandığı, yaratıcılığın tüm araçlarının neredeyse sıfırlandığı, insan onurunu savunmak için direnmenin her şeyin önüne geçtiği bir dönem olarak tarihe geçti. Resmi ideolojinin, sistem karşıtlığının imgesi olan sosyalistlerle ve kitaplarla eşzamanlı olarak hesaplaştığı bu süreç 80'lerin sonuna kadar devam etti. Ama gene de bu yoğun baskı ortamına rağmen, büyük mücadelelerle yaratılan zaman ve mekânlarda edebiyatla ilgilenen bir kuşak oluştu. Uzun yıllar hapis yatan şair Halil İbrahim Özcan ile Fehmi Uzal'ın derlediği, 1980-90 yılları arasında hapiste yazılan şiirlerden oluşan, 1992'de Sorun Yayınları'nca basılan ve DGM'ce yasaklanan Cezaevi Şiir Antolojisi o dönemin poetik belgesi olarak önemli bir çalışmadır.
1990'lardan sonra ise, hem devletle ilişkiler hem de siyasi geleneklerin iç hayatlarının karakteristiği bakımından kendi içinde "yeni" bir dönem başladı. 1980'lerde başlayan direnişlerin yarattığı sonuçlar arasında koşulların görece iyileşmesi, içeriye kitap ve dergilerin alınması, özellikle edebiyatla ilgilenenler açısından imkânların çoğalması da vardı.
Öte yandan asıl olanın "parti edebiyatı" olduğunu, bunun dışındaki okumaların ve yazmaların devrim ve parti için birer "sapma" sayıldığını söyleyerek kendini gerekçelendiren bir siyasal kültür de yerleşmeye başlamıştı. İçeridekilerin okuma ve yazma sürecine ilişkin görünen ya da görünmeyen baskı ve yasaklardan oluşan bu politik tercihin süreci olumsuz etkilediği de açıktır. Bu dönemin fotoğrafı çok genel olarak şöyledir: Kısır bir döngü içinde kendini tekrar eden eğitim programları, resmi okumaların dışındaki yeni okuma süreçlerinden şüphelenilmesinin doğal sonucu olarak parti edebiyatı dışındaki kitapların yasaklanmalarına kadar varan uygulamalar, edebi metinlerin parti edebiyatına uygun yazılmasının sağlanmasını öneren bir edebiyat iklimi, dışına çıkanların "dışımızdan biri" olarak tanımlanarak "ötekileştirilmeleri" ve sonuç olarak yaratıcılığın engellenmesi...
Şiir ve Öykü Projesi Hakkında Kısa Notlar
1994-2004 yılları arasında hapiste yazanların ürünlerini kapsayan projenin ilk aşamasını var olan şiir ve öykülerin yayımlanması olarak düşündük. İkinci aşamada, bizzat hapishane mekânlarında kültürel ve sanatsal etkinlikler düzenlemeyi tasarlıyoruz. Üçüncü aşamada ise, hapiste yazanlarla, dışarıdaki yazarların yazışmasını sağlamak için bir diyalog çalışması yürütmek istiyoruz.
Şiir ve öykü seçkisinin hazırlanması bir yıllık bir sürede gerçekleşti. İşe başladığımızda, hapishanelerdeki olumsuz koşulların böyle bir çalışmayı imkânsız kılacağını düşünenler vardı. Buna karşılık projenin anlamlı, yerinde-zamanında ve gerçekleştirilebilir olduğunu söyleyerek özendirenler çoğunluktu. Yukarıda açıkladığımız tüm zorluklara karşın hapishanelerde yazan yeni bir "kuşağın" varlığını biliyorduk. Bu kişiler yazdıklarını, dergilere ulaştırarak, mektuplara sığdırarak, dışarıya çıkararak ürünlerin firarını gerçekleştirmişlerdi. İçeriden sesler geliyordu, bizim tek yapmamız gereken bu sesleri duyarak, sese ses vermekti.
Bu konudaki düşüncelerimizi Diyarbakır Sanat Merkezi (DSM) sahiplendi ve proje haline getirilmesine öncülük etti. DSM projesini PEN Türkiye Merkezi'nin Hapisteki Yazarlarla Dayanışma Komitesi destekledi. Yine hapishanedeki ürünlere duyarlı bir yayınevi olan Metis Yayınları projeyi destekledi, yürütücü ortağı ve yayıncısı oldu. Proje, Uluslararası PEN Genel Merkezi ve Uluslararası Hapisteki Yazarlarla Dayanışma Komitesi'nin de desteğini aldı. Proje, diğer etkinlikleriyle birlikte, Avrupa Kültür Fonu'ndan ve Avrupa Birliği Komisyonu İnsan Hakları Mikro Programı'ndan maddi destek gördü.
Yazılı Ürünlerin Toplanması ve Değerlendirilmesi
Bu çalışmanın, işin doğasından kaynaklanan özel zorluklarını, bizzat kendi kişisel tecrübelerimizden de biliyorduk. Teorik olarak kurgu tamamlandı, artık sıra pratiğe, yani öykü ve şiirlerin toplanmasına gelmişti. Bu konuda ilk başvurduğumuz yer, düzenli yayınlanan edebiyat dergileri oldu. Bu dergilerden birçoğu ellerinde bulunan hapiste yazılmış şiir ve öyküleri bize ulaştırdı. Benzer katkıyı yayınevlerinden de gördük. Ama esas olarak, bizzat ürün sahipleriyle yazışmamız gerekiyordu. Ulaşamadığımız yazarlar olabilir kaygısıyla, günlük gazetelerde haber ve köşe yazılarıyla projeyi duyurmaya çalıştık. Sonuçta sesimiz her tarafta duyuldu ve Edirne F tipinden Mardin Midyat M tipi cezaevine kadar, ülkenin dört bir yanından öyküler ve şiirler gelmeye başladı. Toplam 20 hapishaneden 150 şiir, 100 öykü geldi.
İşin en zor yanlarından biri, ürünlerin seçimindeki estetik sorumluluktu. Hapishanelerdeki duygusal iklime yabancı değildik. Şiir gönderenler içinde, ilk kitabıyla belli bir beğeni toplamış Hüseyin Kıran gibi şairler de vardı; duygu ve kavramlardan imgeye geçme sürecinde kendi sesini bulmaya çalışanlar da... Bir ortalama tutturmak yerine, estetik ölçütleri unutmadan, ama, özgünlüğü ve ileriye dönük bir potansiyeli de göz önüne alan bir yaklaşımla seçmeyi yeğledik. Bu hem öykü ve şiirlere, hem yazanlara, hem kendimize ve yayınevine, hem de edebiyata karşı olmazsa olmaz sorumluluğumuzdu. Şiir ve öykülerin seçimi Sezai Sarıoğlu, Müge İplikçi ve Aytekin Yılmaz tarafından gerçekleştirilerek elinizdeki bu çalışma ortaya çıktı. Her iki dosya da Metis Yayınları'ndan Emine Bora'nın titiz çalışmasıyla son halini aldı ve yayıma hazırlandı.
Çok sayıda şiir ve öykünün, hatta içinde öykü ve şiirlerin olduğu mektupların birikmesiyle şimdiden küçük bir arşiv oluştu. Böylece proje kendi içinde yeni ve anlamlı bir başka projenin, Hapiste Yazılanlar Arşivi'nin doğmasına vesile oldu. Eğer süreç içinde bunu da kotarabilirsek, yakın dönemin politik, estetik ve sosyolojik olarak okunmasını kolaylaştıracak bilgi ve belgelerin bir arşivde toplanması mümkün olacak.
Öte yandan hapishane süreci tüm acımasızlığıyla sürüyor ve siyasi tutuklu ve hükümlüler öykü, şiir, deneme türlerinde yazmaya devam ediyorlar. Bu nedenle hapishanelerin içi açılmamıştır, şiirin ve öykünün içi açılmamıştır, diyerek yeni çalışmaları beklediğimizi belirtelim.
Son olarak, projenin hazırlanma aşamasında tecrübelerinden yararlandığımız, Uluslararası Ceza Sistemi Reformu Örgütü (PRI) Başkanı Ahmed Othmani'ye kitapların yayımlandığı haberini ne yazık ki veremedik. Tunus hapishanelerinde geçirdiği 10 yıl tutsaklığın ardından, yaşamını, tüm dünya hapishanelerinde koşulların düzeltilmesini sağlamaya adayan ve gerçek anlamda militanca bir mücadele yürüten Ahmed Othmani, 2004'ün Aralık ayında, Tunus'un başkenti Rabad'da bir trafik kazasında yaşamını yitirdi.
Othmani, 2004 yılının Mayıs ayında DSM'nin konuğu olarak Diyarbakır'a da gelmiş, "Hapishaneler, Cezalar ve Yazarlar" başlıklı bir söyleşide hapishane deneyimlerini ve mücadelesini anlatmıştı.
Bu iki seçkiyi Ahmed Othmani'nin anısına ithaf ediyoruz.