Asuman Kafaoğlu-Büke, "Hergele Âşıklar", Cumhuriyet Kitap, 6 Kasım 2003
... Hergele Âşıklar okuyanı daha ilk sayfalardan içine çeken bir roman. Niyazi Zorlu, inanılmaz dil yeteneğine sahip bir yazar. Bu romanda argoyu, şiirsel ve gerçeküstü ile karıştırıp önümüze atıyor. "Önümüze atıyor" diyorum, çünkü roman boyunca anlayıp anlamamamızı hiç umursamadan yazıp durmuş. Belki de bu yüzden uzun zamandır okuduğum en şaşırtıcı romanlardan biri.
Üstelik şaşırtıcı olmasının nedeni anlattığı eşcinsel aşkta gizli değil; sürekli konu içinde sıçramalar, deforme edilmiş bir yapı içinde okuyanı sanki bir yandan diğerine savuruyor. Konunun can alıcı bir noktasına ulaştığımızda ve tam da konuyu çözdüğümüz hissine kapıldığımızda, asıl anlaşılacak şeyin bizden uzaklaştığını görüyoruz, hem de öylesine uzaklaşıyor ki absürd bir noktada bırakıyor bizi.
Hergele Âşıklar'ın konusu basit sayılır, romanda az sayıda kahraman yer alıyor. Romanın asıl kahramanları A'dan Z'ye harfler ama 29 harfin dışında, Zekeriya ve Hazan var. Zekeriya, alfabenin tersine Z ile başlayıp A ile bitiyor, aynı adı gibi tersten yaşıyor hayatı. Sınıf arkadaşı Hazan'la aşkları ise daha ilkokul yıllarında başlıyor. İki çocuğun aşkını Niyazi Zorlu, hiç yüceltmeden anlatmış, aksine özenle sıradanlaştırmış, bayağılaştırmış ve çocukça bırakmış; duygu yüklü bir aşk yerine, bedensel arzu ile dolu bir aşk anlatmış. Hayata "erken azan" çocuklar tanımlamasını kullanıyor Zekeriya ile Hazan için. Aşklarının ilk dışavurumu da hiç duygusal bir yoğunlukta değil, aksine sınıfta birbirlerine sürtünmeleriyle başlıyor! "...Zekeriya, usulca sürterken Zeker'ini çıkarıp okşamaya başlıyor. Öğretmen, Zekeriya'yı adının yarısı elinde öylece sallanırken ensesinden kavrayıp yakalıyor ve sittir çekip vurmaya kalkıyor..."
Romanlar sözcüklerle bir gerçeklik kurarlar, Hergele Âşıklar yarattığı gerçekliğin hep sözcüklerde kalmasını sağlıyor. Roman boyunca Zekeriya'nın harflerden oluşan bir sözcük olduğunu sık sık hatırlatıyor bize yazar. Üstte alıntı yaptığımız "Zeker'ini çıkarıp okşamaya başlıyor..." bunun ilk işaretini verdiği yer ama zaten romanın başlangıç bölümü de bizi buna hazırlıyor. Anlatılan öykünün sadece harflerden oluştuğunu biliyoruz. "Tanrı bize A vermişti, B vermişti. Ama biz öğrenmiştik. Almıştık harfleri bizim öğretmene tutmuştuk. Pis bir kelle sırıtışıyla kovalamıştı masumiyetimizi. Onun nefretini harfler bile dindirememişti."
Masumiyeti harfleri öğrenerek yitiriyoruz Zorlu'ya göre. Çünkü harflerle kurgulamaya başlıyoruz. İnsanı yalancı yapan, hayal kurmaya iten hep sözcükler, ve onlar hiç masum değiller.
Romanın diğer kahramanları Mediha Hanım ile Kement, iktidar güçlerini temsil ediyorlar. Kement "...özgür ve doğal olan ne varsa –bu örneğin bir geyik, rüzgâr, mermer ya da deniz olabilir– kovboylar gibi boyunlarına kementini fırlatacaktı. O, Şark'ın en hızlı kov'boyu olacaktı. Tek işi tek gücü kov'lamak" diye tanıtılıyor. Mediha Hanım ise iri elleri, keskin dişleri ve büyük kulaklarıyla tam bir kurt, hem de ikiyüzlü bir kurt. Perdeleri çektiğinde yaşlı ve sakat annesine eziyet eden ama komşuların gördüğü kadarıyla annesine ihtimam ile bakan bir kadın. Paşa soyundan gelen ailesi ve konağı ile çevresinin de üstün gördüğü biri, bunlar onun iktidar gücünü artıran öğeler oysa ki.
Bir başka karakter de Diddo çikolatalı gofreti, bu ise paranın alma gücünü, tüketimin tatlı hayalini simgeliyor romanda. "Bir Diddo için kendini mi sattın?" romanda sık sorulan soru. Mediha Hanım ile Kement Diddo'yu çocuklar üzerinde etki yapmak için kullanıyorlar. "Mediha Hanım tepsinin örtüsünü hiç nazlanmadan hızla çekiyor. Mis gibi bir Diddo kokusu çocukların çıkık adem elmalarını dalgalandırıyor." (s. 32) "Kement çocukları Diddo lafı ile gaza getiriyor. Ağızlarının suyunu akıtıyor. Karanlığı çil altınlar gibi başlarından aşağıya döküyor. Kendilerine giysiler biçmeleri için metrelerce, arşın arşın karanlık uzatıyor." (s. 47)
Zekeriya ise çocukları bu tuzaklardan korumaya çalışıyor. "Adam olun lan! diye çıkışıp çocukları durduruyor. Kendinize laf söyletmeyin! Bir Diddo'ya çocukluğunuzu satmayın! Çakala kurda yem olmayın. Yularınızı kimseye teslim etmeyin. Kendi yularınızı kendiniz çekin, ki.. Sizin de söyleyecek bir çift yeni umudunuz olsun!" (s. 51)
Roman, küçük başlıklar verilmiş bölümlerden oluşuyor. "Başlangıçları" bölümüyle başlayıp –en başta önsöz niteliğinde bir de "Dili ve Irmakları" bölümü var– "Sonları" bölümüyle bitiyor. "Yorganları", "Taraçaları" gibi bölümlerde yaşadıkları Çukur adlı yer ve oranın yaşayanları anlatılıyor. Taraçaları, ipe asılmış çamaşırları anlatıyor, yorganları ise Yorgancı Rıza anlatıyor. Tüm cisimlerin can bulduğu bir anlatım içinde ve hergele âşıklara her açıdan bakarak öğreniyoruz hikâyelerini.
Romanı ancak bitirdikten sonra bunun aynı zamanda politik bir baş kaldırı olduğunu kavrıyor insan. Özellikle "Arzuhalleri" bölümü bunu açıkça dile getiriyor ama bundan önce de insanın kendi varlığını koruması, tutucu güçlere karşı direnmesi romanın özünü oluşturuyor.
Hergele Âşıklar bütün olarak çok tutarlı. Küfürlü argo diline rağmen çok sevimli bir roman. Eksikliklerine gelince, en başta, italik ile yazılmış bölümlerin metnin diğer bölümlerinde ayrılmaması zorluk yaratıyor. Önceleri bir iç ses gibi algılanan italik bölümler sonradan pek de bu görevi yapmıyorlar, aynı tonda ve aynı dille yazıldıklarından hikâyeye bir şey katmıyorlar. İtalikle yazılmış bölümleri okumadan roman okunabilir mi diye bir deneme yaptım ve gerçekten de hiçbir şey fark etmedi, konu yine anlaşılabilirdi onlar olmadan, hatta belki daha kolay anlaşılırdı. Bir başka belirtilecek nokta ise bazı yerlerde roman kendi yarattığı etkiyi azaltan bir laf kalabalığına girmiş. Duygu olarak çok yerinde yakaladığı ve okuru etkileyen imgeleri başka bir imge kullanarak yeniden anlatmaya kalkmış, bununla etkiyi artıracağı veya katlayacağı düşünülmüş oysa etkinin azalmasına neden olmuş. Örneğin 21. sayfada bir beddualar listesine başlanmış, art arda o kadar çok beddua sıralanmış ki ilk birkaç tanesinin etkisi tüm sayfa boyunca sürenlerin içinde tamamen anlam yitirmeye başlıyor. Bu türden laf kalabalığı günümüz romanlarında benim en sık eleştirdiğim unsurlardan biri fakat çağımız yazarlarının da en sevdiği anlatım tarzının başında geliyor, sadece Türk yazarlarda da değil, Salman Rushdie'den Zadie Smith'e çok sayıda yazar bu formu kullanıyor romanlarında.