Ümran Kartal, “'Okumanın Halleri'ni okuma halleri”, Radikal Kitap, 18 Temmuz 2003
"Okuduğumuzu değil, okuyuşumuzu hatırlarız," diyor Sırma Köksal kendi okuma serüvenini ve bir anlamda da kendi olma serüvenini anlatırkenOkumanın Halleri'nde. Kendim olma hallerimi buluyorum o anlatırken, ister istemez kendi okuduklarıma gidiyor aklım, özellikle de son bir iki ayda okuduklarıma. Virginia Woolf'un Dalgalar'ıyla kendime hediye ettiğim bir günüm ve Ahmet Hamdi'nin 'Yaz Yağmuru' öyküsü ve Huzur romanıyla ait olduklarım düşüyor gözlerimin önüne.
"Benim yaşamım küçücük bir dalgaydı, boşunaydı," der Woolf üç kez yazıp bozduğu, dalgaların sesini dinleye dinleye yazdığı kitabının daha en başlarında. Bu boşunalık içinde bir gün öyle rastgele evimden çıktığımda, rastgele Beykoz otobüsüne bindiğimde, rastgele şehir hatlarına ait bir tekne yanaştığında iskeleye, rastgele ona binip Turan Bey ve Gülay Hanım'la tanışarak yepyeni hayatlar tanıdığımda, rastgele Bebek'te kendimi bu yeni hayatlarla kahvaltı eder bulduğumda, rastgele o günün en sorumsuz günüm olduğunda yanımda Dalgalar vardı, ve o gün benim tek isteğim birileriyle kahvaltı etmekti.
"Debussy ve Wagner'i sevmek, Mahur Beste'yi yaşamak. Bu bizim talihimizdi" der Ahmet Hamdi Huzur'da. Ve beni 'gitmek mi, kalmak mı daha zor?'da bocaladığım, Doğu - Batı arasına sıkıştığım, sıkışmış olduğumun yüzüme çarpıldığı şu günlerde teselli eder. Mümtaz'la Nuran'ın aşklarının neden olamayacağını, aslında ne kadar 'olmuş', ama bir o kadar da 'olmamış' bir aşk olduğunu anladığım, kendime paylar çıkarttığım, her gün elimde Huzur'u dolaştırdığım ama bir türlü huzuru bulamadığım günlerde imdat çığlığımın aksini Sırma'nınOkumanın Halleri'nde bulmuş olmak işte bana bu satırları yazdırır. Sırma'nın okuma halleri benim satırlarımı şekillendirmiş olur.
Bazen düşünüyorum da okudukça daha da kafam karışıyor. Sırma yetişiyor imdadıma "Belki de bunun için siz hâlâ, hiçbir şeyi anlamadan her şeyi duymuş bir çocuk olarak, her zaman kendi öykünüzde de bocalayıp duruyorsunuz. Sorularla tökezliyor, kolayca yürüyüp gidemiyorsunuz. Ama başka türlü olmasını da istemezsiniz, değil mi? Hem zaten artık çok geç. Değil mi?" diyor 'Çocukluk'ta.
"Belki vaktinden çok evvel bulduğu için kendine zararı dokunmuş" der Doğu için Ahmet Hamdi. Ben bir kez daha anlarım Doğu'ya ait olduğumu, bir o kadar da Batı'ya.. Doğu-Batı arasına sıkışmış bu şehrin, bu İstanbul'un acısını duyarım içimde, buradan vazgeçememenin ne demek olduğunu sindiririm Sırma Köksal şehirlerden bahsederken: "Otobanlar hiçbir yere, şehre bile değmeden akıp gitmektedir artık"ı okurum, aklıma Almanya gelir. Belki de bunun için orayı sevemediğim, sevmediğim gelir. Müge İplikçi'nin yeni öyküsü 'Çilek Reçeli' denk gelir bu yazıyı yazma anlarıma, onun 'Alışamamak değişmemek midir?' sorusu günlerce beynimde yankılanır durur. Taşlar yerine oturur içimde. Almanya'da bir yerden bir yere giderken kimseye değmediğim için dört duvar arasında sıkışmışlık duygusunu, çıkmaz sokak çaresizliğini yaşadığımı anlarım. Halbuki, derim, biz İstanbul'da şehre değmeye o kadar alışmışız ki... Zararlı bir alışkanlık gibi bu, sigara paketlerinin üzerinde yazılı 'sigara sağlığa zararlıdır'ı görüp, görüp de içmeye devam etmek gibi İstanbul diye düşünürüm kendi kendime...
"Metnin peşine takılma hakkı" sözlerini okurum Sırma'nın, bu aralar, yine söyleyeceğim ki, Ahmet Hamdi'nin Huzur'una takılmış durumda olduğum, ve hayatım boyunca da takılı kalacağım, bir de Marguerite Duras'nın 'Cebelitarık Denizcisi' gelir, gelir işte...
"Sevdiğimiz yazar yaşamımızı nasıl değiştirebilir" diye yazdığını okurum 'Başkaları' adlı denemesinde Sırma'nın, aklıma üniversite yıllarında İngiliz şair Andrew Marwell'ın sevgilisine yazdığı bir şiiri gelir. O şiirden sonradır ki ben 'Carpe Diem' demeyi öğrenmişim, yaşamımın başka kanallara doğru yöneldiğini sezmişimdir. Ben artık aynı ben değilimdir.
Bir de Anthony Giddens'ın Sağ ve Solun Ötesinde'ki saf ilişkiye dair sözlerine gider beynim: "Ötekine açılmak için, kişinin kendisini bilmesi gerekir" der Giddens. Ben bu cümleyi okurum, gözlerim geçmişime takılır, pişmanlıklarımda mola veririm. Veririm de 'Büyümek' denemesindeki sözleri Sırma'nın daha bir anlamlı gelir: "Büyümek, Ingeborg Bachmann'ın 'Otuz Yaş' adlı öyküsünde anlattığı gibi, bir sabah uyandığımızda, yaşama ilişkin her şey yerli yerinde durmaktayken, çanlar çalınmaz, yaşam bu konuda hiçbir ipucu sunmazken, birdenbire kendimizi artık hiç de o kadar genç hissetmeyişimizdir. Kaçınılmaz, acıtıcı bir deneydir bu yanıyla büyümek (...) 'Otuz Yaş' adlı öykünün kahramanı kendini daha özgür hissettiği Roma'ya doğru yola çıkar bunu hissettiğinde ama tüm öykü aslında hiçbir yere gidemeyeceğimizi anlatır. Geçmişimiz bizimle gelecektir, çünkü büyümek artık sırtlanacağımız bir geçmişimizin olmasıdır bir bakıma. Hiçbir zaman eskisi gibi olamayacağımız anlamına gelir büyümek. Üstelik hakim olamayacağımız, değiştiremediğimiz, olsa olsa birlikte yaşamayı öğrenmek zorunda kalacağımız bir şeydir geçmişimiz. Herkesin büyüdüğü yaş başkadır kuşkusuz. Daha doğrusu büyümüş olduğu gerçeğiyle yüzleştiği yaş..." Benimkisi şimdi içinde bulunduğum yaştır diye düşünürüm, otuz!
"Yaşanılır kılınmış bir dünyanın keyfini sürebiliriz kitaplarımızın arasında. Borges'in belirttiği o ikili yaşam, yani olabildiğince gerçekte yaşamak ama aynı zamanda öbür gerçekte, düşlerinin gerçeğinde yaşamak halini alır'ı okurum aklıma çoğu zaman nasıl da bu iki dünya arasında kalıp, muallakta kalıp nasıl aciz olduğum gelir.
"Doğada en çok kayaları severim. Yaşam su gibi yanlarından akıp giderken, rüzgar eser, dalgalar kıyıları döverken o değişmeyen kayıtsızlıklarına bakarım"ı okurum aklıma "taşa neden sertsin diye sorulmaz" dediği gelir o şimdi pek popüler olan TV dizilerinden 'Ekmek Teknesi'ndeki talihsiz kadın Necibe'nin.
"Hayata teşekkür ederim. Beni doruğa taşıdı. Onun haricinde geriye kalan her şey edebiyattır, yalnızlık dememek için." Bu alıntıyla başlar
'Edebiyat' denemesine Sırma, ben bu cümleleri okurum, vişne votkalı sigaralı uykusuz gecelerim gelir aklıma, sonra da 'Gece' denemesindeki şu cümlelere geri dönerim sayfalarda, anlarım ki aklıma takılıp kalmışlar:
"Kendini sevmez, kendini sevmediği için sevgiyi reddeder. İlişkileri sürdürmemeyi, sürdürdüklerinde de yakın olmamayı seçer. İncinmenin tek önlemi budur, hep dokunabilecekken biraz daha uzak mesafede durmak gerekir. Böyle yaptığınızda içinizde büyüyen sevgi boşluğunu gidermenin yolu olmayabilir ama gecenin sunacağı oyalantılar vardır."
Ben de edebiyata teşekkür etmek isterim Sırma'nın yaptığı gibi, beni de ıssızlıktan kurtardığı için. "Okumanın Halleri, benim okuduklarımla girdiğim böyle bir oyundu. Artık hiç kitap okumadığım günden sonra bile sürdürülebilirdi, çünkü okumuş olduklarım hep orada kalacaktı, zaman içinde belki değişecekler, hafıza onları çarpıtacak, değiştirecekti ama hep bir şeyler kalacaktı. Şimdi yazmış olduklarıma baktığımda da aynı şeyi görüyorum. İlk günden beri yazmak istediklerimin kimisini unutmuşum, kimisinin gerisini getirmemişim, hiç aklımda olmayanları da anlaşılmaz bir cevvallikle oturup yazmışım. Salt gevezelik belki tüm bunlar. Belki de yalnızca bir göç temizliği gibi kalabalıklarımdan kurtulmak istedim, belki de yalnızlığımı ıssızlıktan kurtarmama yardım etmiş olanlara gönül borcumu ödemek."
En son bunları okurum, yazımın başlığını Okumanın Halleri'ni okuma halleri' koymak gelir aklıma... İşte şimdi büyük bir mutlulukla uyuyabilirim...