Melisa Gürpınar, “Başarılı bir ilk roman örneği”, Cumhuriyet Kitap, 24 Eylül 1998
Birbirleriyle yeni tanıştırılan küçük çocukların, oyuna, hatta kavgaya başlamadan önce, aralarında dolaşan bir uzaklık vardır. Merak, çekingenlik ve güvensizlikle dolu sessiz bir uzaklık. Ben de, kitabını elime aldığım an, ilk kez okuduğum yazarlara karşı böylesi bir uzaklığı duyamsarım nedense. Bir an için bile olsa. Cahide Birgül de, ilk kez karşılaştığım bir yazar, zaten Gölgeler Çekildiğinde, onun ilk romanı. Okumaya başladığımda, aramızdaki uzaklığın hemen ortadan kalktığını ve sanki gizli bir elin, beni ruhsal bir serüvenin içine çekip aldığını anlamakta gecikmedim. O hızla ve o sürüklenişle romanı bitirdikten sonra, şaşkınlığımı yenerek, düşünmeye başladım.
Romandaki bu sürükleyicilik, kimilerinin yakıştırdığı gibi, polisiye roman esintileri taşımasından kaynaklanmıyordu. Tersine, içinde yaprak bile kıpırdamayan bir hayattan alınma, sancılı ağır ve yağışlı bir kış mevsimiydi yalnızca romanda açılımlanan. Anlatıcı çok polisiye roman okuduğu için, gündelik olayların içinde gerilimin arttığını sezinlediği an, belki de havayı yumuşatmak için, çareyi bir polisiye roman sahnesini anımsamakta buluyor olabilirdi. Bütün sorular, bilinmeyenler, yalanlar ve kaçışlar, bu türün özelliklerini çağrıştırıyordu onun kafasında çoğunlukla. Ayrıca, basında çıkan kültür magazin ağırlıklı kimi yazılarda, romanın bütününün gözden çıkarılıp, iki kadının, kısa süren ama yürekte derin yaralar açan, zihne prangalar vuran ilişkisine, daha çok yaklaşıldığını gözlemledim. Üstü açık ya da kapalı, romanın kurgusal ağırlıklı mı, yoksa yazarın hayatından mı alınma olduğu sorgulanıyordu, bu yaklaşımlara ilaveten. Karşımızdaki bir ilk roman bile olsa, bu kadar sıradanlığa düşmeye ve yazarı da içine çekmeye hakkımızın olmadığı kanısındayım ben, onu tanımak adına.
Gözden kaçmayan özellikler
Romanın kahramanlarından biri olan anlatıcı, konunun akışını tek bir olguya odaklamış olabilir, ama satırların arasında gözlerden kaçamayacak pek çok özellik var, şiirsel dil başta olmak üzere. Lezbiyen olup olmadığını bile bilmeyen, ya da böylesi tanımları gereksiz bulan, yalnızca sonsuz aşkın peşinde koşan, bu nedenle de pek çok kadın gibi, hayalleriyle yaşamak zorunda kalan öğretmen Esin'i, tek bir çizgiye indirgeyemeyiz elbette. Çünkü bu roman, ucuz yollardan kabul görmeyi içine sindirebilen bir yazarın yapıtı olmadığını, her satırında haykırıyor.
Ben de kitabın bu özelliğinden etkilenerek, biraz daha tanıtıcı birkaç söz eklemek gereğini duydum. Ayrıca, yeni bir yazara, bu herkesin uçtuğu yerçekimsiz edebiyat dünyasına ''hoşgeldin demek, ve yakaladığı edebi düzey adına, kutlamalarımı sunmak istedim.''
Gölgeler Çekildiğinde'nin en önde gelen özelliği, konusundan çok, onun işlenişinde. Zamanın tülleri arasından geriye bakarken, insan ilişkilerinin en doğal renkleri ve netliğiyle yakalanabilmesinde. Özentisiz, abartısız ve soğukkanlılıkla. Bunu da dilin kullanımındaki ustalık sağlıyor bence. Bir mimar olan yazarın, radyo oyunları başta olmak üzere, yazı ile uğraşmışlığı epey gerilere dayanıyor. Fakat kitabın başarısı, yazarın deneyimleriyle ve yazıya yatkınlığıyla, doğrudan bağlantılı değil. Başarının en önemli etkeni, yazarın romanı zedelemeyecek, düzyazıyı süslemeyecek ölçüde, her cümlesini, her paragrafını yoğun bir şiirsellik ağı içinde kurması, örtülü bir şiirsel rota izlemesi. Romandaki her olayı ve her kişiyi, şairce bir suskunlukla önce derinden kavrayıp, sonra da hedefi gizlice bulan bir sözcük akımıyla onları kıskıvrak yakalayıvermesi. Böyle şiirsel bir anlatım, kuşkusuz değişik anlam katmanları içerdiğinden, her okura, kendi düzeyinde kavrama olanakları da tanıyor. Gerçekçi bir roman olmasına karşın, anlatımındaki içselleştirme nedeniyle, olaylar sanki kişilerin iç dünyalarında yaşanıyor daha çok. Her anının psikolojik değerlendirmesi yapılmış bir ilişkiler zinciri içinde buluveriyorsunuz kendinizi. Bu nedenle de, kişileri çevreleyen dış dünyanın sınırları çizilmemiş. Gerek kalmamış belki de, yazara göre. Evet Türkiye'deyiz.
Bunu kişilerin Türkçe adlarından anlıyoruz. Ama olayların geçtiği kentler ve kasabalar, solgun, yok gibi... Bir deniz sözü geçse bile, hangi kentin denizi olduğunu bilemiyorsunuz. Bugünden bakılarak, yaklaşık yirmi yıl öncesinin olaylarına dönülüyorsa da, bugünün tarihinin ne olduğu belli değil. Ülkenin sosyal ve politik kilometre taşları, serüvenin içine yerleştirilmemiş. Mutfak pencereleri aydınlığa bakan, hepsi birbirine benzeyen apartman dairelerinin içinden, kentsel bir kasvet mimarisini algılıyoruz ilkden. Sonra da, tekerlekli iskemledeki bir babayla, öğretmen kızının paylaştıkları, donuk ölgün bir aile tablosunu. Okulda ve evde, yanlışlıkları, olmaması gerekenleri sanki yaşamaya yazgılı olan Esin'in çığlıkları, gizli bir çağrı gibi ulaşıyor kulaklarımıza.
Bir ömrün yitirilişi
Annesinin yaşarken bile acıların oluşmasını engelleyemediği, uzaktaki sözlünün hiçbir umut katamadığı kapkaranlık günlerden birinde, eve unutulmuş bir teyze kızının, kendi isteğiyle gelip yerleşivermesiyle, hayatları, ürpertici bir şimşek aydınlığıyla yıkanır gibi oluyor. Sonrası ise, olayların olası gelişmelerinin ve bir ömrün yitirilişinin özetidir yalnızca. Duygusal temponun düştüğü ve olayların hızlandığı bir süreç. İşte belki tam bu noktada, roman kahramanlarının öykülerinin başka bir konuma doğru taşınması, konunun polisiye roman kanavasına oturtulduğu izlenimini verebilir. Ama bu romanda, alışılmış anlamda, ne ''katil'' var, ne de ''maktül''. Olsa olsa, ölümcül olduğu anlatıcı tarafından da vurgulanan ve bize ürkütücü gelebilecek olan, bir tutku var. O kadar. Sonunda ayrılık olsa da, olmasa da, tutku, bir hastalık gibi bedene ve ruha yayılır, ömrün akışını zedeler çünkü.
Roman, kronikleşmiş, bir acıyla, cesurca bir yüzleşmeyi dile getirdiği, ucuz iç dökmelerin, itirafların, pişmanlıkların yanından bile geçmeden, kimseyi yermeden savunmadan, gerçeği tam da insani bir açıdan kavrayıp en yalın biçimiyle önümüze koyduğu için, önem kazanıyor. Yazar yargılamanın değil, yansıtmanın peşinde. Eski fotoğraflara bakıyorsunuz yalnızca, sararmış kâğıtlarda kalan günlüklere... Bir anlığına da olsa, içiniz titriyor. Cahide Birgül, bütün bir roman boyunca, bize böylesi bir içsel titreşimi iletmeye çalışıyor. Ya da kim bilir kaç kez yaşadığımız yürek çırpınışlarını. Kırk yaşını geride bırakmış bir yazarın, belki de bilinçle, Türk romanına neredeyse damgasını vuracak olan geleneksel temalardan kaçınıyor olması, romanı daha da özgün kılıyor. Trajedinin altın kuralına uyup, ok yaydan çıkmışçasına, acıyı tam onikiden vurmaktan başka bir şeyi gözü görmüyor Cahide Birgül'ün. Bu romanda yer alan kişiler arasında, devrimci, küçük burjuva, köylü, asker, politikacı, sanatçı yok. Hele tarih, entrika, gizem, hiç yok. Doğaya, kente, varoşlara, bilinen ve bilinmeyene hiçbir yolculuk yer almıyor serüvende.
Yanlızlık senfonisi
Ama bu yoklar, roman için bir eksiklik yaratmıyor. Gerçeği en derin yerinden kavrayan bir sezgi ve gözlem gücü, kahramanları yaşıyor bir duruma getirebiliyor olayların içinde. Onları canlı, inandırıcı ve üstelik ilginç kişiler olarak karşımıza çıkarabiliyor. Açık yürekli bir anlatımla, herkesin başına gelebilecek olan, iç çatışmalar, çekişmeler ortaya konuluyor. Hepimizin olan mutsuzlukların, değişik izdüşümleri var kişiliklere yansıyan. Bir o kadar da incelikli ruhsal çözümlemeler var kuşkusuz, romanı ayakta tutan.
Yalnız yaşayanların da, düşünce düzeyinde, büyük bir ailesi olanlar kadar, çok sayıda kişiyle birlikte yaşadıkları, bir gerçekdir. İşte bu roman da, erkek kadın çocuk, pek çok kahramanı olan bir yalnızlık senfonisini duyumsatıyor bize. Herkesin ömrünün bir yerinde, mutlaka durup dinlediği, o kaçınılmaz ezgiyi. Kitabın hangi sayfasını açarsanız açın, oradan okumaya başladığınızda bile, sizi hemen yakalayan bir öykü girişiyle, şiirsel bir söyleşiyle, akla gelmeyecek ayrıntılarla, parantez içlerinden yükselen bir iç sesle karşılaşıveriyorsunuz. Kurgusundaki sıra dışı bir aşkın yorumlanışından hiç yararlanılmadan da çok satan bir roman niteliği taşıyabilecek olan Gölgeler Çekildiğinde, hayatlarının üzerine düşen gölgelerin farkında olan, ışıkla ve gölgeyle yüzleşmekten çekinmeyen her okurun başucu kitabı olabilir rahatlıkla.