Orhan Duru, “Gölgeler Çekildiğinde”, Yeni Yüzyıl, 20 Ağustos 1998
Kitaplar arasında dolaşırken yeni bir yazar bulmak yeni bir kapıyı açmağa benziyor. Kapının ardında ne olduğunu, girdiğiniz evin nasıl döşendiğini bilmiyorsunuz. Bunu yavaş yavaş okurken öğreniyorsunuz. Yazarın sizin için kurduğu bir dünya bu. Bu dünya ile iletişim sağlıyorsanız, sorun yok. Kimi zaman daha baştan itici geliyor bu dünya, o zaman kendinizi zorluyorsunuz. Her iki durumda da konuksunuz bu yeni dünyada. Bildik yazarlarda ise her yeni yapıt tanıdık gibi geliyor insana.
Bu nedenle yeni bir yazarın, daha doğrusu bilmediğim bir yazarın ilk yapıtı ile karşılaştığımda çoğunlukla şaşırıyorum. Bir yandan da bu şaşkınlığı seviyorum. Bir çeşit meydan okuma bu. İşte önümde yeni bir yazarın ilk kitabı. Evirip çevirerek bir yerlerinden sokulmağa çalışıyorum.
Cahide Birgül'ün Gölgeler Çekildiğinde adlı romanını okurken aynı durumla karşılaştım. İlk sayfalarda nasıl bir dünyaya girdiğimi pek çıkaramadım, ama zamanla geçti bu. Eskilerin deyimi ile "sardı" bu roman beni, sayfalar ilerledikçe.
Birgül'ün bu yapıtı –ilk romanı olduğunu sonradan öğrendim– seçkin ve değişik özellikler taşıyor. Bugünkü yazın ortamımızda böylesine bir romanın çıkması doğrusu önemli bir gelişme. Bambaşka ve değişik bir yapıt bu.
Tümüyle bireysel ve ruhsal bir temele dayalı, kıskançlık, sevgi, tutku ve kişisel acılarla örülü bir yapıt. Sanki toplum yok ortada, sadece kişiler ve bireyler ile bunların ilişkileri var. Gene de bu bireyci yapının pek çok incelikleri içeren ayrıntılarla zenginleştiğini, son derece inandırıcı ve gerçekçi bir düzeye ulaştığını söylemeliyim. Yazar için, birey olarak insanlar arasındaki gizli çekişmeler, küçük alınganlıklar, insanın içinden geçirdiği ve ancak birkaç sözcük ya da belirsiz bir davranışla dışa vurabildiği içsel gerilimler önemli. Ve bunları ustaca anlatıp toparlayabiliyor ve böylece okurlara da roman kişilerinin ruhsal yapılarını ve iç duygularını rahatça ulaştırabiliyor.
Roman, felç geçirmiş babasıyla durağan bir yaşam süren bir bayan öğretmenin ağzından anlatılıyor. Günün birinde bir uzak akrabanın kızı çat-kapı geliyor bu eve, ve onların sıkıcı ama düzenli yaşamını altüst ediyor. Romanın baş kahramanı bu kızın eve yerleşmesini istemiyor, başka etkilerle boyun eğiyor. Kız, onun sevgilisini elinden alıyor, o da kendini yoğun bir tutkuya kaptırıyor bu ihanete karşın. –Lezbiyen bir davranış mı?– Yapıtın polisiyeye benzer bir kurgusu var.
Başlangıçta nedenini bilmediğimiz kimi davranışlar ve ayrıntılar roman ilerledikçe başka bir biçim alıyor. En sonunda roman kişilerinden bir bölümü gibi biz de aldatıldığımızı anlıyoruz. Romanın sonuna yaklaştığımızda kafamızda biriken sorular, bir polis romanı saydamlığında değilse bile, birer birer çözülüyor.
Kısacası, "bir ruhsal bilmece romanı" bu. Bu niteliğiyle yazınımızda kendine özgü az bulunur bir örnek olarak ortaya çıkıyor.