A. Cüneyt Issı, “Görüntüler Üst Üste Binerse Fena: Nostaljinin Geleceği”, İnceeleyen Kitap Eleştiri ve Tanıtım Dergisi, Aralık 2010
İlk, İsviçreli Doktor Johannes Hoffer’in 1688’de yazdığı tıpla ilgili bir tezde kullanılan nostalji kelimesi, nostos (eve dönüş) ve algia (özlem)¬ gibi Yunanca iki kökten gelmektedir. Uzun süre memleketlerinden uzak kalan askerlerin yakalandığı bir hastalık olarak düşünülen nostalji’nin belirtileri cansız ve süzgün bir görüntü ve her şeye karşı kayıtsızlık, geçmişle şimdiyi, gerçek olanla hayali olanı birbirine karıştırma şeklindedir (s. 26). Tedavisi için çeşitli tıbbi yöntemler denenen hastalık, 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren bireysel ve toplumsal anlamda modernizm’e direnişin ifade aracı, ona karşı geliştirilen savunma refleksi olarak sosyolojik bir mahiyet kazanmıştır. Aydınlanma çağı, akılcılık ve tüm bunların bileşeni olan modernizm, ilk önce felsefede olduğu gibi edebiyatta da romantizmle sorgulanmaya başlanmıştır. Bu bakımdan edebiyatta romantizm, modernizmin insan ruhunda açtığı çatlakları kapatma gayretinin, ruh ile dünyanın yeniden kaynaştırılması çabasının bir yansıması gibi değerlendirilebilir. “Tarihin bir çöküş ve yitirme olarak görülmesi, bütünlüğün ve ahlaki kesinliğin yitirildiği duygusu; katastrofik toplumsal süreçlerin her şeyi kaplayan dinsel kubbeyi ve kutsal değerleri zayıflattığını vazeden teorik bir tutum, bireysel özerkliğin yitirildiği ve sahici toplumsal ilişkilerin çöktüğü inancı, basitlik, kendiliğindenlik ve sahiciliğin yitirilmesi duygusu” (Stauth-Turner 2005: 64-68) olarak tanımlanabilecek modernizme karşı, bu çatlakları, güvensizlikleri tamir etmenin bir yolu ya da doğal sonucu olarak nostalji, son yıllarda üzerinde çok durulan konulardan biridir. 1981 yılında Sovyetler Birliği’nden Amerika’ya göç etmiş Svetlana Boym’un Nostaljinin Geleceği adlı çalışması, hem bizzat nostalji duygusunu hissetmiş göçmen olması nedeniyle, hem de kavramın problemli ve tedavi edici yanlarını oldukça doyurucu bir şekilde ortaya koyması açısından çok önemlidir.
Nostalji, geri çevrilemez zamanı durdurmak, geçmişi ve onun bütünlüğünü yeniden ikâme etmek, büyü ve gerçeğin birbirinden henüz ayrılmadığı çağlara dönmek özlemiyle ortaya çıkar. Alphonse de Lamartine’in ‘Göl’ şiirinde söylediği “zamanda bir an bile olsun demirleyebilme isteği” nostaljinin en temel dürtülerinden biridir.
“Ebedi gecesinde bu dönüşsüz seferin
Hep başka sahillere doğru sürüklenen biz
Zaman adlı denizde bir gün, bir lâhza için
Demirleyemez miyiz? ”
Siberuzaya ve sanal küresel köye duyduğumuz hayranlığa karşılık, en az onun kadar küresel bir nostalji salgını, kolektif hafızası olan bir cemaate duyulan dokunaklı bir hasret, parçalanmış bir dünyada sürekliliğe duyulan bir özlem vardır. Yaşamı hızının arttığı ve tarihsel alt üst oluşların yaşandığı bir çağda nostaljinin bir savunma mekanizması olarak kendini göstermesi kaçınılmazdır. (15) diyen Svetlana Boym, çalışmasında nostalji kavramını oluşturan iki kök kelimeden yola çıkarak onun paradoks yapısına da işaret eder. Ona göre algia, yani özlem evrensel bir duygu iken nostos yani ev kişiden kişiye, milletten millete değiştiği için bölücü olabilmektedir (s. 13).
Nostalji, özlemin bizi diğer insanlara karşı daha empatili yapabilmesi anlamında paradoksaldır, ancak özlemi aidiyetle, yitirilenle ilgili kaygıyı kimliğin yeniden keşfiyle düzeltmeye çalıştığımız an, genellikle yollarımızı ayırır ve karşılıklı anlayışa son veririz. Algia (özlem) paylaştığımız şey, nostos (eve dönüş) ise bizi bölen şeydir. Günümüzde birçok güçlü ideolojinin özünü oluşturan, bizi duygusal bağlılık uğruna eleştirel düşünceyi bırakmaya ayartan ideal evi yeniden inşa etme vaadidir. Nostaljinin tehlikeli yanı, gerçek evle hayali evi birbirine karıştırma eğiliminde olmasıdır. (16, 17)
Bu ikili yapıdan hareketle Boym, iki tür nostaljiyi birbirinden ayırır: Yeniden kurucu nostalji ve düşünsel nostalji. Yeniden kurucu nostalji, yitirilmiş evi yeniden inşa etme çabası içindedir. O nedenle, yeniden kurucu nostaljikler kendilerini gelenek ve hakikatle özdeşleştirir; komplo teorilerinden de beslenerek mutlak hakikati koruduklarına inanırlar. Düşünsel nostaljide ise yalnızca özlem, sanatçı duygularını da kışkırtan bir durum söz konusudur. Örneğin, bizim edebiyatımızda Ziya Gökalp, Mehmet Akif Ersoy ve Sezai Karakoç gibi isimler ‘yeniden kurucu nostaljikler’ olarak değerlendirilebilir. Onlar, geçmiş zaman’a ve onun içini dolduran duyarlıklara salt bir özlem objesi olarak bakmazlar; onu geri getirme, kaybedilenleri yeniden ikâme etme düşünceleriyle eylem adamı, ya da en azından ideolog gibi bir tavır takınırlar.
Hemen akımıza geliveren ve Türk edebiyatının önemli adlarından olan Yahya Kemâl Beyatlı, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Tarık Buğra gibi isimleri ise düşünsel nostaljinin temsilcileri olarak değerlendirebiliriz. Onlar için, özlemin bizatihi kendisi varoluş için anlamlı ve üretken bir güçtür.
Svetlana Boym, ancak uzun ve mesafeli bir ilişkide yaşayabileceğini söylediği nostaljinin sinemaya özgün imgesini ise şöyle tarif eder: Nostaljinin sinemaya özgü imgesi aynı anda gösterilecek iki kare ya da iki imgenin (sıla ile gurbetin, geçmiş ile şimdinin, rüya ile günlük hayatın) üst üste bindirilmesidir. Bunu tek bir imgeye sıkıştırmaya çalıştığımız an çerçeveyi kırar ya da yüzeyde yanıklara yol açarız.” (14). Böylesine bıçak sırtı bir kavram olan nostalji, Michael Kamen gibi kimi yazarlar tarafından etik ve estetik başarısızlığın bir kılıfı olarak tanımlanır: “Nostalji… özünde suçun olmadığı tarihtir. Miras, bizi utançtan ziyade kibirle dolduran bir şeydir.” Bu anlamda nostalji kişisel sorumluluktan feragat etmek, suçlardan arınarak eve dönmektir; etik ve estetik bir başarısızlıktır.” (15).
Svetlena Boym’un bu paradigmaları üzerinden tartıştığı nostalji, hâlâ tedavisi mümkün olmayan bir hastalık gibi görülmesine rağmen, özellikle düşünsel nostaljikler açısından hastalığın üzerinde düşünmek zihin için keyifli ve derinlikli alanlar açmaktadır.