İlke Kamar, “Görmeyi cinselleştirmek”, BirGün Kitap Eki, 3 Nisan 2010
1970’lerin sonuna doğru akademisyenlerin eleştirel yaklaşımları sonucunda psikanalitik teoriye karşı tavır oluşsa da günümüzde hâlâ bireyin ruh dünyasını anlamada psikanalizm bir yol olarak seçilebiliyor. Ancak kesin olan bir şey var ki psikanaliz, bireyin ruh dünyasını anlamanın ötesinde sosyal ve siyasal bir konuma da sahip. Güncel akademik çalışmalarda; Freud’un ve Lacan’ın psikanaliz kuramının etkilerinin diğer disiplinlerde de, –felsefe, sosyal teori, ideoloji, feminizm, edebiyat ve film çalışmalarında– bir zemin oluşturduğu gözlemleniyor. Bütün sosyo-kültürel fenomenleri psiko-seksüel açıklamalara indirgemesi ve fallogosantrik olması psikanalize yöneltilen eleştirilerin temel noktasını oluşturuyor. Oidipal dönemde cinsel arzuları uyanan çocukta annesine yoğun bir cinsel istek ve bağlılık gelişir. Onun bu isteği babasını kendisinin karşıtı, rakibi olarak görmesine yol açar. Babasını rakibi olarak görmesi aynı zamanda onda iğdiş (hadım) edilme korkusunu da geliştirir. İğdiş edilme korkusu erkek çocukta annesiyle cinsel bağ kurma arzusundan baskın çıkmaktadır. Bu durum erkek çocuğun babasıyla güçlü bir biçimde özdeşleşerek babayı ve böylelikle de diğer erkeklerle de ilişki olarak fallik (erkek cinsel organı) gücü ve iktidarı annelik bağına tercih etmesiyle gerçekleşir. İşte eleştiriler, Freud’un görüşlerinin, libidonun eril olması gibi ön kabullerinin erkek yanlısı olmasından yola çıkılarak yapılmaktadır. Bu eleştiriler noktasında en önemli isimlerden biri de Jacqueline Rose.
Rose, 1986 tarihli ve bugünlerde Türkçeye çevrilen Görme ve Cinsellik’te, Lacancı psikanaliz teorisinden yola çıkarak, fantaziye dayanan “kadınlık” ve “cinsiyet farkı” kavramlarına eleştirel bir yaklaşımda bulunuyor. Çalışmalarında toplumsal cinsiyet kategorisini ve cinsel farklılığı sorgulamış olan Rose, cinsel kimliklerin verili olmadığını ama daha çok karmaşık toplumsal ve psişik yapılar tarafından üretildiğinin üzerinde duruyor. Ona göre, kadınlık ve cinsiyet farkı kavramlarının psikanalize dayanılarak eleştirilmesi baştan reddedilmelidir. Çünkü bu yaklaşım zaten özünde fanteziyi barındırır ve statükocu yaklaşımın uzantısıdır.
Edebiyatın Mona Lisa’sı...
Kitap, psikanaliz alanındaki tartışmaları, feminizmin günümüzde yüzleştiği temel meseleler olarak ele alırken; edebiyat ve sinema üzerindeki etkisine de vurgu yapıyor. Görme ve Cinsellik’te yazar, sanatı okuma biçiminin, kadınlardan mükemmel görünmelerinin ve dünyaya kusursuz bir imge sunmalarının beklendiği, bunun da farklılıkla yüzleştiğinde erkeğin eksikliğe dair herhangi bir ibareden sakınmasına olanak sağladığını ve bu durumda kadının sahip olduğu fantezi statüsünü belli bir görsel ekonomiye bağladığına işaret ediyor.
Rose, kitabında edebiyat ve resimden örnekler vererek karşı çıkışının teorisini ortaya koyuyor. Örneğin ‘Hamlet – Edebiyatın Mona Lisa’sı’ başlıklı bölümde T. S. Eliot’un Hamlet üzerine eleştirisinin psikanalizden beslendiğini bu eleştiri geleneğinin de tuzaklı olduğunu söylüyor. Eliot’a göre, Hamlet başarırsızdır çünkü gerçekleri aşan bir duyguya teslim olmuştur. Buna neden olan kişiyse oyundaki kadın karakter Gertrude’dur. İşte tam bu noktada Rose, oyunun estetik başarısızlığının bir kadın simgesinde yer bulması söylemine dikkat çekiyor: “Batı geleneğinin, Avrupa’nın zihni, Hamlet’in kendisi –her biri, kadına hem gereğinden az, hem de gereğinden fazla yer veren bir kültürel düzenin simgesidir. Ancak ürettiği kadın imgesine kayıtsız kalarak o düzeni yücelten ya da savunanların kendilerini sürekli kadınlık adı verdikleri bir sorunla karşı karşıya bırakmaları belki de garipsenmemeli. Çünkü bu olsa olsa, söz konusu düzenin üzerinde temellendirdiği kesinliklerin istikrarsız tabiatına dair bir hatırlatmadır”.
Rose, bu bakış açısının Freud’un ruhsal deneyime ilişkin olarak tanımladığı cinsiyet farkı dramının tekrarı olduğunu söylüyor. Bu yüzden de, bu dramda kadın temsil konusunda tam da bu türden bir başarısızlığın nedeni olarak görülür; yetersiz ve eksiktir. Rose’un üzerinde durduğu imge de Mona Lisa’dır. Yazar’a göre Mona Lisa’nın muammalı bir kadının timsali olması Freud ve Eliot’u aynı yaklaşımda birleştirir:
Eliot, Shakespeare’in Hamlet oyununda kadın karakterin kadınlığının gizemini yorum problemiyle ilişkilendirdiğini Eliot’tan aldığı şu cümlelerle okuyucuya sunar: “gülümsemesindeki bilmeceyi çözen, düşüncelerinin anlamını okuyan hiç kimse çıkmamıştır”, Eliot’un bu yorumuna dikkat çeken Rose, “erkeğin bin yıldan bu yana arzulaya geldiği şeyi dışa vuran bir mevcudiyetin dışında bir anlam içermesi bakımından Freud’un da kadınlık üzerine sorunlu tespitlerinden birinde aynı tonu benimsediğini söyler, Freud’a göre Mona Lisa, kadının erotik yaşamına hâkim olan tezatların mükemmel bir temsilidir. “Mazbutluk ve baştan çıkarma, en adanmış müşfiklik ve acımasızca talepkâr, erkekleri sanki yabancı bir yaratıkmışçasına tüketen bir duygusallık arasındaki tezat”
Rose, tüm çalışmalarında sanatsal ve teorik geçişlerin her bir noktasında cinsel belirlenimi içeren görsel uzamın; kültürel ürünler üzerinden aktarıma sahip olduğunu belirtiyor: “Saf biçimsel estetik, bakışın o kadar saf olmayan hazzı tarafından kapsanır, fakat bu haz da estetiğe dışsal bir siyasi alanın parçasıdır. Estetik ve cinselliğe olduğu kadar sanat ve cinsellik siyasetine de ait bir arenadır bu. Cinsellik ve imge arasındaki bağ, imgenin biçimsel işleyişi ile dışarıdan dayatılan bir siyaset arasında kurulan alışılageldik karşıtlığın büsbütün gizlemeye yetmeyeceği, tikel bir diyalog yaratır”. Ona göre imgeyle uğraşmak siyasi bir niyetin parçasıdır. Bu tür sanatçıların beslediği psikanaliz ve edebiyat kuramını da şekillendirmiş bir niyettir bu.