Baha Okar, “Evren nasıl başladı, nasıl son bulacak...”, Bilim ve Gelecek Dergisi, Aralık 2010
Gökteki sayısız, durağan ışık zerresi içinde birdenbire hareket eden bir yıldızın, on binlerce yıl önce mağarasının önünde ateşin başında oturan insanda uyandırdığı merakı düşünün. Alfa ve Omega’nın yazarı Charles Seife’ye göre bu, evrenbilimin sonu görünmeyen macerasının başlangıcı sayılabilir. Amerikalı bir bilim yazarı olan Seife, bizim için bu macerayı gazeteciliğinin kalemine kattığı kıvraklık ve akıcılıkla özetlemekle kalmıyor. Evrenbilimin bugün, geldiği noktada neyi bildiğimizi ve Evrenin şimdi hangi bilinmezlerle merakımızı gıdıklamaya devam ettiğini ortaya koyuyor.
Evrenin bizim için tam bir muamma olduğu zamanlar çok geride kaldı. Sadece kendi galaksimizi değil, bizimki gibi bir çoğunu yakından tanıyoruz artık. Tüm bunların nasıl oluştuğuyla ilgili, oldukça sağlam ve şimdilik geçerli görünen bir teorimiz var. Buna göre Evren, yaklaşık 14 milyar yıl önce, tüm maddeyi ve enerjiyi ortaya çıkaran büyük bir patlamayla oluştu. Geçtiğimiz günlerde Avrupalı gökbilimciler Çok Büyük Teleskop’u kullanarak 13,12 milyar yıl uzaklıkta daha önce bilinmeyen bir galaksi keşfettiler. Ne kadar uzaktaysa o kadar eski. Evrenin 13 milyar ışık yılı öncesinden bir çocukluk anısının fotoğrafı var elimizde yani. Sadece bu kadar da değil, bilim bizi neredeyse büyük patlama anına geri götürüyor. Çok büyük parçacık çarpıştırıcılarıyla ağır çekirdekler ışık hızına yakın hızlarda birbirleriyle çarpıştırıp küçücük bir noktada muazzam bir enerji ortaya çıkararak minyatür büyük patlamalar yaratıyor, Evrenin ilk mikro saniyelerindeki koşulları oluşturuyor.
Göklerde gördükleri yorumlayan Şamanlardan, mitolojik masallardan bugünlere gelmemiz kolay olmadı elbet. Doyumsuz bir merakın, taşı çatlatacak sabırla yapılan gözlemlerin, matematiğin sınırlarını zorlayan hesapların, yanılgıların ve tabii doğrulananların birikimi üzerinde yükselen bilimsel devrimlerin açtığı pencere sayesinde Evren ile aramızdaki bilinmezlik perdesi yırtıldı, gökler tanrıların kutsal mekanları olmaktan çıktı.
Alfa ve Omega, işte bu evrenbilimsel devrimleri anlatıyor. İlki 16. yüzyılda, ikincisi 1920’lerde gerçekleşen, üçüncüsü ise şu an yaşamakta olduğumuz devrimler, biz de kısaca Seife’nin çizdiği çerçeve içerisinde aktaralım.
Birinci devrimin “ilk kurşunu”nu Kopernik atmıştı. Öncesinde Aristoteles’in gözleme değil mantığa dayanan ve dünyayı Evrenin merkezine koyan Evren kavrayışıyla Batlamyus’un bir kavrayışta uyumlu Evren modeli, Hıristiyanlığın resmi görüşü durumundaydı. Kopernik’in Evrenin merkezine dünya yerine Güneş’i koyması bu model için büyük bir sarsıntı oldu. Kopernik’in modeli yalın ve daha üstün olsa da kanıtlanmaya ihtiyaç duyuyordu. Sarsıntının etkisi Galileo’nin teleskop gözlemleri bu kanıtları sağladığında ortaya çıktı. Gözlem sonuçları şöyleydi; Dünya her şeyin merkezinde değildi, diğer gezegenlerle birlikte Güneş’in etrafında dönüyordu, dahası Jüpiter’in etrafında da dönen dört cisim vardı. Ay ise hiç de inanıldığı gibi ilahi bir kusursuzluk sergilemiyordu, en az dünya kadar engebeli, girintili çıkıntılıydı. İlk evrenbilim devrimi Aristotelesçi Evren modelini yıktı. Bununla da kalmadı, felsefe ve ilahiyatı iki bin yıllık koltuğundan indirip yerine bilimi oturttu.
İkinci devrime kadar geçen üç yüz yıl tam bir biriktirme dönemi oldu. Teleskopların güç ve kalitesi gelişti. Işığın sonsuz hızda olmadığı anlaşıldı ve hızı hesaplandı. Iraklık açısı ile yıldızların mesafesi ölçüldü. Ve sonunda, ne olduğu bilinmeyen puslu bulutsuların başka galaksiler olduğu, Samanyolu’muzun Evrende yalnız olmadığı anlaşıldı. Artık “ikinci evrenbilim devrimi” için sahne hazırladı. Devrimin başrolünü Edwin Hubble adlı genç bir gökbilimci ve 2,5 m. çapında aynası olan teleskobu oynadı. Hubble’ın hesapları en yakın galaksi olan Andromeda’nın Samanyolu’nda yüz binlerce ışık yılı uzaklıkta olduğunu gösterdi. Gerçi bir hesap hatası yapmıştı ama yine de Evrenin o gün bilinenden çok çok daha büyük olduğu kesin olarak anlaşılmıştı. Hubble’ın ilk sarsıcı keşfi böyle başladı. Galaksimiz Evrende milyarlarca galaksinin arasında küçük bir yıldız kümesinden ibaretti. Dünyanın Evrenin merkezinde olmadığını zar zor kabullendikten sonra, insanoğlu için ikinci bir büyük darbe...
Hubble’ın ikinci keşfi daha da etkileyiciydi. Evren genişliyordu ve bu, Evrenin başlangıcı, oluşumu ve sonuyla ilgili tüm tartışmaları temelden etkiledi. Evren genişlediğine göre, filmi geriye sardığımızda bütün Evrenin küçülüp küçülüp bir noktacık haline geldiği bir başlangıcın olması gerekiyordu. Bu başlangıcın yaklaşık 14 milyar yıl önce gerçekleştiği hesaplandı. Bütün Evren 14 milyar yıl önce büyük bir patlamayla “o minik noktadan varoluşa” fırlamıştı. İkinci devrimin esası Büyük Patlama’ydı.
Kozmik mikrodalga arka plan ışımasının keşfi ikinci evrenbilim devriminin son perdesi oldu. Teleskobu nereye çevirirsek çevirelim en uzakta devasa bir ışıma duvarı bizi çevreliyordu. Bu büyük patlama ile ortaya çıkan ısı sonucunda evrendeki bütün maddenin kaynayıp kızardığı “yeniden birleşme” anını gösteriyordu.
Seife, Evren ile ilgili düşüncelerimizi altüst eden iki devrimi böyle anlatıyor. Şimdi üçüncüsünün içindeyiz. Bilimler “Evren nereden doğdu?” ve “nasıl son bulacak” sorularına yanıt bulmanın peşinde.
İlk sorunun yanıtı için gökleri gözleyerek yapılabilecek pek fazla şey yok. Kozmik mikrodalga arkaplan ışınımı göklerde görebileceğimizin sınırını çiziyor, yaklaşık ilk 40.000 yıla kadar. Oysa bizim ilk saniyelerde, hatta daha kesin söylemek gerekirse saniyenin ilk trilyonda birinde ne olduğunu anlamamız gerekiyor. Bunun için evrenbilimciler ve fizikçiler gözlerini göksel cisimlerden atomaltı parçacıklara çevirdiler. Bir süredir de, büyük patlamadan hemen sonra ne olduğunu anlamak için, yerin altında inşa edilmiş devasa tünellerde atomaltı parçacıkları birbirine çarptırıyorlar.
Düne kadar bu atomaltı evrende elektron, proton ve nötronun etkileşimlerini bilmenin evrendeki bütün maddeleri anlamaya yeteceği düşünülüyordu. Şimdi leptonlar, mezonlar, baryonlar, bunların anti-maddeleri, rengarenk kuarklar var. Ben bu yazıyı hazırlarken, gazetelerdeki habere göre, CERN’de anti-madde elde edildi, 38 adet anti hidrojen atomu incelenmeye yetecek bir süre boyunca hapsedildi. Varsayımların deneylerle, hesaplamalarla yanlışlanması ya da doğrulanmasıyla ilerliyor üçüncü devrim. Ama Evrenin nasıl oluştuğuyla ilgili anlayamadığımız şey hâlâ o kadar çok ki...
Diğer soru; sonumuz ne olacak? Evren sonsuza dek genişleyip soğuyarak mı yok olacak? Yoksa genişlemenin tersine dönmesiyle küçülmeye başlayarak sonunda kendi içine mi çökecek? Bu soru bu haliyle büyük ölçüde yanıtlandı. Evrenin genişleme hızının arttığı anlaşılınca, bir çöküşüm olmayacağı, Evrenin yok olana dek genişleyeceği görüşü çoğu bilimci tarafından benimsendi. Ama şimdi bilim yeni sorunlarla karşı karşıya. Kütle çekimine karşı koyup genişlemeyi hızlandıran bu garip karşı- kütleçekim kuvveti de nereden çıktı? Yapılan ölçümler evrenbilimcileri, Evrenin çok büyük kısmının görünmez, bilmediğimiz, daha önce hiç ölçülmemiş bir karanlık malzemeden oluştuğunu kabullenmeye zorluyor. Aksi takdirde, Evrenin doğasını açıklama girişimleri boşa düşüyor.
Üçüncü devrim bizi bir kez daha, evrenin bildiğimiz gibi olmadığı tablonun karanlık taraflarının epeyce fazla olduğu gerçeğiyle karşı karşıya bıraktı. Henüz yanıt aradığı soruları çözmüş değil. Hatta yeni bulgularıyla önündeki soruları çoğaltmış görünüyor.
Seife bugün evrenbilimin anlattığı evrenin, ilk bakışta bir bilimkurgu yazarının fantezisi, eski Yunan mistikleri ya da Afrikalı masalcıların hikâyeleri kadar uçuk göründüğünü teslim ediyor. Tabii ki, eski mitlerin aksine bu anlatının her bölümünün bilimsel kanıtlarla, gözlemler, deneyler ve hesaplamalarla desteklendiğini belirtiyor. Alfa ve Omega’da evrenbilimin bu uçuk görünen, karmaşık evrenini, olabildiğince anlaşılır ve eksiksiz olarak anlatırken, Seife gerçekten zorlu bir işi başarıyor. Az sayıda ama tam yerinde kullanılan açıklayıcı çizimleri ve küçük kavram sözlüğüyle, Alfa ve Omega Evrenle ilgili bugünkü bilgilerimizi derli toplu sunan bir kitap niteliği taşıyor.