Giriş, s. 13-18.
1950'li yıllar, Türkiye'de siyasal ve toplumsal değişimin yoğun olarak yaşandığı, buna koşut olarak edebiyatta da geçmişle hesaplaşmanın, Batı etkisinin desteğiyle yenilenme çabalarının ve yeni kümelenmelerin görüldüğü yıllardır. 1950'lerin başlarında Türk edebiyatında öykü alanına Sait Faik, Orhan Kemal ve Sabahattin Ali'nin öykü anlayışları egemendir. Öte yandan, Mahmut Makal'ın köy notlarından oluşan Bizim Köy (1950) adlı kitabıyla başlayan "köy edebiyatı" yabana atılmayacak bir güçle gelişmektedir. Bu yıllarda öykü yazarlarının sayısında önemli bir artış gözlemlenir. Birçok kaynakta Türkiye'de "öykünün altın çağı" olarak nitelenen 1950-60 yılları arasında öykü yazan çok sayıda yazar bugün de anılmakta, yapıtları tartışılmaktadır. Yalnızca niceliksel olmayan bu değişim, o yıllarda bazı yazarların farklı söyleyiş özelliklerine ve yeni bir gerçekçilik anlayışına sahip olma çabalarında da ayırt edilir. 1947 yılında çıkmaya başlayan Seçilmiş Hikâyeler dergisi, sahibi Salim Şengil sayesinde, önceki kuşağın egemen öykü anlayışını eleştiren, o kuşağın yazarlarından farklı dil özelliklerine sahip öykücülerin ürünlerine yer vererek öykü alanında tartışmaların, dolayısıyla verimli bir hareketliliğin başlamasını sağlar. Sait Faik Abasıyanık yazınsal tutumunda bir farklılaşmanın gözlemlendiği Alemdağ'da Var Bir Yılan adlı kitabını 1952'de yayımlamıştır. 1950'li yılların ortalarında Nezihe Meriç ve Vüs'at O. Bener ilk öykü kitaplarını çıkarmışlardır. 1950'li yılların ikinci yarısında, dönemin önemli dergilerinde kümelenmeler ve bu dergiler ekseninde yürütülen tartışmalar hız kazanır.
1950 kuşağının yenilikçi yazarları, her ne kadar geçmişteki öykü anlayışına karşı çıkmışlarsa da, Orhan Kemal ve Sait Faik'ten önemli ölçüde etkilenmişlerdir. Özellikle Sait Faik'in Alemdağ'da Var Bir Yılan adlı kitabı bu kuşağın öykücülerinin çoğu için başucu kitabı haline gelmiştir. Sait Faik öykücülüğünde de bir dönüm noktası olan bu kitap, düşsellik ile gerçekliği harmanladığı, fantastik öğeleri ön plana çıkardığı ve önceki öykülerin gerçekçilik anlayışından farklı bir anlayışı sergilediği için, 1950 kuşağının yenilikçi yöneliminin yol açıcısı konumundadır. Nitekim, kuşağın önemli öykücülerinden Ferit Edgü, kendi kuşağıyla Sait Faik arasındaki ilişki hakkında sonradan şunları söyleyecektir: "Dostoyevski'nin, 'Hepimiz Gogol'ün Palto'sundan geliyoruz' dediği gibi, ben de, benim kuşağımın öykü yazarlarının büyük bir çoğunluğu da, Sait Faik'ten geliyoruz" ("Ferit Edgü ile Dünden Bugüne" 27).
1950 kuşağının yenilikçi öykücüleri, bir yandan kendilerinden önce gelen önemli öykücüleri değerlendirirken, diğer yandan da 1950'li yılların sonuna doğru etkisini yoğun olarak hissettiren "varoluşçuluk" felsefesini ve gerçeküstücülüğü tartışmaya, yapıtlarını bu akımlardan aldıkları güçle oluşturmaya başlarlar. Nitekim o yıllarda varoluşçu yazarlar olarak tanınan Albert Camus ve Jean-Paul Sartre'ın kitapları yayımlanmış, Kafka'nın öyküleri de yeni yeni Türkçeye çevrilmeye başlamıştır. Dostoyevski de bu kuşağın öykücüleri için önemli bir esin kaynağı haline gelmiştir. 1950'li yıllarda Paris'ten dönerek felsefe yazılarıyla yayın hayatına katılan Selahattin Hilav, bu akımlara duyulan yoğun ilginin Türk öykücülüğü açısından önemini şu sözlerle dile getirir: "İlk olarak, Türk edebiyatçısı Batı'nın estetik ve düşünsel alandaki yaratışlarıyla zamansal açıdan aynı hizaya gelmişti. [...] Resmi ve kalıplaşmış dilin böylece yerinden oynatılmasının, edebiyatta bugün görülen dilsel özgürlüğe ve sözcük dağarcığının genişletilmesine zemin hazırladığı söylenebilir" ("Zihin Kuşları Üzerine..." 11-12).
Yanı başlarında buldukları bu akımların da etkisiyle gerçekçiliğe bakışları değişen öykücüler, bireyin iç dünyasını daha derinlikli bir şekilde ortaya koymak ve aynı zamanda dillerini bu derinliğe uygun esnekliğe kavuşturmak amacıyla imgelere, benzetmelere, farklı zaman kullanımlarına ve mekân soyutlamalarına yaslanırlar. 1950'li yılların sonlarına gelindiğinde ise öyküleri "bunalım edebiyatı" nitelemesiyle anılmaya başlar. Kuşağın önde gelen öykücülerinin metinleri "anlaşılmaz", "kapalı" gibi sözcükler ekseninde eleştirilir. Dönemin önemli dergilerinde, belki de Türk edebiyatında ilk kez bu kadar yoğun olarak, edebiyatta "kapalılık" ve "açıklık"tan ne anlaşılması gerektiği, kolay anlaşılırlığın "iyi" edebiyat anlamına gelip gelmeyeceği tartışılır. Bu arada edebiyatta "gerçekçilik" önemli bir tartışma konusu haline gelmiş, birçok yazar gerçekçi edebiyatın nitelikleri üzerine düşünmeye başlamıştır. Böylece 1950 kuşağının yenilikçi yazarları, klasik öykü geleneğinden kopma konusunda önemli adımlar atmış olurlar.
Türkiye'de son yıllarda Adam Öykü, Hece Öykü, Düşler Öyküler gibi, sayfalarında yalnızca öykülere ya da öykü ile ilgili yazılara yer veren edebiyat dergileri, 1950 kuşağı öykücülüğü üzerine dosyalar hazırlamış, dönemin önemli öykücüleriyle yapılan söyleşilere yer vermiş ve konu hakkında soruşturmalar düzenlemiştir. Bunların arasında en kapsamlısı, Adam Öykü dergisinin Temmuz-Ağustos 2004 tarihli sayısında yayımladığı "Edebiyatımızda 1950 Kuşağı" üst başlıklı dosyadır. Kuşağın Orhan Duru, Leylâ Erbil, Demir Özlü, Adnan Özyalçıner gibi önemli öykücülerine yöneltilen altı soru aracılığıyla yazarların düşüncelerine geniş yer veren dosya, dönemin atmosferini anlamamıza büyük ölçüde yardımcı olmaktadır. 1950 öykücülüğü hakkındaki bu tür özel dosyalar, dönemin koşullarını ve yazarların bakış açılarını yansıtma konusunda önemli işlevler yerine getirse de bu alandaki kapsamlı incelemelerin sayısı henüz yeterli düzeyde değildir.
1950 kuşağı öykücüleri, 2000'li yılların başında, dosya konusu olma dışında, makale ve denemelere de konu olmuşlardır. Necati Mert'in "Sait Faik ve 1950 Kuşağı" başlıklı yazısı bunların içinde en yakın tarihli olanıdır. Sait Faik'in 1950 kuşağı öykücüleri üzerindeki etkisinden söz eden yazar, bu etkiyi somut örnekler vererek mercek altına almadığından yazı kısa bir "değini" olmaktan öteye geçememiştir. Cemal Şakar ise "50 Kuşağının Öykü Serüveni" başlıklı yazısında, dönem hakkında yazılan hemen hemen bütün yazılarda görebileceğimiz tarihsel bilgileri yinelemiş ve yazısında kuşağın önde gelen öykücülerinin "varoluşçuluk" felsefesine olan ilgilerinin Türk öykücülüğüne neler kattığını anlamaya çalışmak yerine, bu ilgiyi küçümsemekle yetinmiştir.
Dergiler dışında, 1950 kuşağı öykücüleri hakkındaki yazıları içeren yalnızca tek bir kitap vardır; o da Asım Bezirci'nin kaleme aldığı 1950 Sonrasında Hikâyecilerimiz'dir. Bezirci'nin 1958-75 yılları arasında çeşitli dergilerde yayımladığı eleştiri yazılarından oluşan kitapta, Demir Özlü, Adnan Özyalçıner, Saadet Timur gibi öykücülerle yapılan söyleşilere de yer verilmektedir. Bundan başka, Füsun Akatlı'nın Bir Pencereden adlı kitabının büyük bir bölümü 1950 kuşağı öykücülerine ayrılmıştır. Her iki kitap da tek tek öykücüleri değerlendiren yazılardan oluştukları, dönemin genel atmosferini irdelemede ve öykücüleri karşılaştırmalı bir değerlendirmeyle ele almada yetersiz kaldıkları için bütünlüklü birer inceleme olamamışlardır.
Yalnızca 1950 kuşağı öykücülüğünü konu alan yazılar ve kitaplar dışında, Türk öykücülüğünün gelişimine ışık tutan kitaplarda da bu kuşak, öykünün modernleşme aşamaları bağlamında ele alınmıştır. Feridun Andaç'ın Gerçekçilik Yolunda ve Yazınsal Gerçekçiliğin Boyutları adlı kitaplarında yer alan "Cumhuriyet Sonrası Öykücülüğümüzün Gelişimi" ve "Çağdaş Türk Öykücülüğünün Oluşum ve Gelişimine Yön Verenler" adlı yazıları, Türkiye'de modern öykücülüğün gelişim aşamalarına ışık tuttukları için dikkate değerdir. Ömer Lekesiz'in beş ciltten oluşan Yeni Türk Edebiyatı'nda Öykü adlı kitabının ikinci ve üçüncü ciltlerinde de 1950 kuşağı öykücülüğünün gelişim aşamaları izlenebilir.
Bütün bu çalışmalar, şüphesiz, bu kitabın yazılmasına önemli katkılar sağladı. Ancak, 1950 kuşağı öykücülüğü hakkında şimdiye dek yapılmış inceleme ve değerlendirmeler, ayrıntılı ve kapsamlı bir çalışmanın gerekliliğini de gösteriyor.
Kuşağın önemli öykücülerinden Leylâ Erbil'in "gelenekten kopuş çağı" (Soruşturma Yanıtları 31) diye nitelediği 1950 kuşağı, Türk öykü ve romanının modernleşme sürecini hızlandıran, bugünkü edebi birikime büyük katkı sağlayan öykücülerin yetiştiği bir kuşaktır. Öykünün gelişim aşamaları, uğradığı içeriksel ve biçimsel değişimler hakkında sağlıklı yorumlar yapabilmek için, öykünün bir edebi tür olarak hayli gündemde olduğu, verimli tartışmaların ve bu tartışmaların sonucunda öykülerde yenilikçi atılımların yapıldığı 1950-60 dönemi her yönden ve ayrıntılı bir şekilde incelenmelidir.
Yenilikçi öykücülerin çağdaş dünya edebiyatı ve akımlarına olan ilgisi, öykünün modernleşme yolunda attığı önemli adımlardan sayılmıştır. Ancak öykünün "altın çağı"nın modernizmle olan ilişkisi, Meksikalı yazar Octavio Paz'ın şu sözleriyle birlikte düşünüldüğünde daha net anlaşılacaktır: "Modern çağ, bölünmenin ve kendini yadsımanın çağıdır, eleştirinin çağı. Modern çağ değişimle, değişim eleştiriyle ve her ikisi ilerlemeyle özdeşleşmiştir. Modern sanat eleştirel olduğu için moderndir" (140). Bu belirlemenin ışığında, yazarların öykü geleneğine karşı takındıkları eleştirel tavrın, 1950 kuşağı öykücülüğünü "modern" yapan önemli öğelerden biri olduğunu söyleyebiliriz. Yukarıda sözünü ettiğimiz inceleme-araştırma yazılarında bu konu yeterince ele alınmamıştır. Bu kuşağın yazarlarının "yeni"yi oluştururken "eski"yle kurdukları düşünsel ve sanatsal ilişki, içerikte ve biçimde ne tür yeniliklere imza attıkları ve bu yenilikleri hangi toplumsal koşullarda gerçekleştirdikleri etraflıca incelenmediğinde, öykücülüğün modernleşme yolunda ilk adımı olarak nitelendirilen "1950 Kuşağı"nın yerini ve önemini doğru anlamak mümkün olmayacaktır.
Kitabın birinci bölümünde, öncelikle 1950-60 yılları arasında Türkiye'de yaşanan siyasal ve toplumsal gelişmelere odaklanılmakta, ardından kültürel ortam mercek altına alınmaktadır. Yenilikçi öykücülerin hangi toplumsal koşullar altında ve nasıl bir kültürel ortamda ürün verdiklerini bilmek, özelde öykücülükte genelde ise yazınsal kavrayışta yaşanan değişimi anlamlandırmamıza önemli bir katkı sağlayacaktır. İkinci bölümde ise amaç, 1950'li yıllardaki edebiyat ortamını topluca değerlendirmektir. Bu amaç doğrultusunda, ilk alt bölümde, "edebiyat matineleri" ve "bohem yaşantı" gibi kamusal alandaki etkinliklere değinilmekte, ikinci alt bölümde ise 1950-60 yılları arasında öykücülükte ortaya çıkan yenilikçi harekete ilişkin, dönemin önemli dergilerinde yürütülen tartışma ve polemik konularına odaklanılmaktadır. Bu bağlamda, A, Dost, Mavi, Pazar Postası, Seçilmiş Hikâyeler, Yeni Ufuklar ve Yenilik dergilerinin 1950-60 yılları arasında çıkan sayıları taranmıştır. Kitabın üçüncü bölümünde, 1950'li yılların başlarında yayımladıkları kitaplarıyla, kendilerinden sonra gelen genç öykücülere öncülük etmiş ve onları etkilemiş olan yazarlar ele alınmakta, öykülerinde biçim ve içerik açısından yaptıkları yenilikler incelenmektedir. İlk alt bölüm Sait Faik'e ve 1950 kuşağı öykücülerinin dillerinden düşürmediği Alemdağ'da Var Bir Yılan kitabına ayrılmıştır. Sonraki alt bölümlerde ise sırasıyla Vüs'at O. Bener ve Nezihe Meriç'in öykülerindeki yeniliklere, bu öykücülerin kendilerine has duyarlılıklarla yarattıkları öykü evrenlerine ışık tutulacaktır. Kitabın dördüncü ve son bölümü diğer 1950 kuşağı öykücülerine ayrılmıştır. Bu bölümde, varoluşçuluğun da etkisiyle öykülerde sıkça karşılaşılan temaların saptanmasının yanı sıra, öykülerdeki gerçeküstü ve "absürd" durumlar da ele alınmaktadır. İkinci alt bölümde ise öykülerdeki biçimsel yenilikler irdelenmektedir.