Metin Celâl, “Bilge Karasu Edebiyat İncelemeleri Dizisi”, Cumhuriyet Kitap Eki, 8 Temmuz 2010
Metis Yayınları 'Bilge Karasu Edebiyat İncelemeleri Dizisi' adıyla yeni bir diziye başladı. Edebiyatı salt bir beğeni konusu olmaktan çıkararak, edebiyat eserlerini eleştirinin, yorumlama ve anlama çabasının konusu haline getirmek amacıyla girişilmiş araştırma ve inceleme ürünleri dizide yer alacakmış. Dizinin kitapları da Bilge Karasu Fonu'nun katkılarıyla yayımlanacakmış. Bilge Karasu'nun vasiyeti ile 1995'te ölümünden sonra eserlerinin gelirinden bir fon oluşturulmuş. Fon, edebiyat üzerine yapılan yaratıcı çalışmaların yayımlanmasında, desteklenmesinde kullanılmakta, bu destekle yayımlanmış eserlerin gelirleri de aynı amaçla kullanılmak üzere bu fona aktarılmaktaymış.
Türkiye'de edebiyat eleştirisinin ne kadar cılız olduğu malum. Özellikle kitap boyutunda çalışmalara pek rastlanmıyor. Zaten bu tür çalışmalar olsa da yayımlanma olasılığı çok düşük. Yayınevleri satış şansı olmayan bu tür kitapları yayımlamak konusunda isteksiz. 'Bilge Karasu Edebiyat İncelemeleri Dizisi' bu açılardan çok önemli. Dizinin yayın yönetmeni Süha Oğuzertem sunuş yazısında 'Bilge Karasu Edebiyat İncelemeleri Dizisi'nde dönem, tür ve konu sınırlaması olmaksızın, Türkiye bağlamındaki edebiyatlarla ilgili, birincil ve ikincil kaynakların hakkını veren özgün çalışmalar yayımlanacak. Edebiyatla ilgili olmak kaydıyla çeviribilim, dilbilim, psikoloji, siyaset, sosyoloji ve tarih gibi alanlardan eleştiri ve kurama yapılacak karşılaştırmalı ya da disiplinlerarası katkılar da dizide yer bulacak' diyor ve dizinin 'Türkiye'deki nitelikli eleştirel üretimi özendirirken uluslararası eleştiri literatürünün de bir parçası olmayı' hedeflediğini belirtiyor.
Dizinin ilk iki kitabı; Reyhan Tutumlu'nun Yaşamasız Yazabilmek ve Jale Özata Dirlikyapan'ın Kabuğunu Kıran Hikâye. Tutumlu da Dirlikyapan da Bilkent Üniversitesi Türk Edebiyatı Bölümü kökenli akademisyenler. Süha Oğuzertem'in öğrencileri. Bilkent Üniversitesi Türk Edebiyatı Bölümü 2000'li yılların başında edebiyat eleştirisinde bir sinerji yaratmıştı. Genç Edebiyatçılar Sempozyumlarıyla bölüm öğrencileri edebiyat ortamının dikkatini çekmiş, birçoğunun ürünleri edebiyat dergilerinde yayımlanmıştı. Şimdi bu genç edebiyatçıların oylumlu çalışmaları yine Oğuzertem'in çabasıyla kitaplaşıyor.
Yaşamasız Yazabilmek
Reyhan Tutumlu'nun Yaşamasız Yazabilmek'i 'Vüs'at O. Bener'in Yapıtlarına Anlatıbilimsel Bir Yaklaşım' altbaşlığını taşıyor. 'Vüs'at O. Bener'in yapıtları ne anlattığı kadar nasıl anlattığıyla da öne çıkan modernist metinlerdir. Bu yapıtlarda genellikle dil oyunlarıyla örülmüş, parçalı ve çokkatmanlı bir anlatım gözlemlenir. Bu özelliklerin yanı sıra metinlerde zamansal sıçramalar, farklı anlatı tekniklerinin kullanılması ve metinlerarası göndermeler de dikkati çeker' diyerek söze başlıyor Tutumlu.
Vüs'at O. Bener'in yapıtlarının bir özelliği de yaşamından birçok olayın konu olarak ele alınmış olması. Bu da yapıtlarının çözümlenmesinde kurmaca-gerçeklik ilişkisinin sorgulanmasını gerektiriyor. Yazarın yaşamıyla anlatılarının arasındaki bağlantıların da ortaya çıkartılması gerekiyor. Reyhan Tutumlu kitabın altbaşlığında 'anlatıbilimsel bir yaklaşım' uygulayacağını belirtmişse de yazar odaklı bir yaklaşımı da kullanmış.
Tutumlu, Dost'tan başlayarak Vüs'at O. Bener'in tüm anlatılarını anlatıcının konumu, anlatım teknikleri, zaman kullanımı gibi öğeler açısından inceliyor, Bener'in yapıtlarında kullandığı kurmacalaştırma yöntemlerini saptamaya çalışıyor. Kitabın sonunda yer alan 'Yapıtlardaki Ortak Kişiler' ve 'Yapıtlardaki Ortak Olaylar' tabloları Vüs'at O. Bener'in eserleri arasında nasıl bağlar olduğunu, yaşamöyküsünü eserlerini oluştururken nasıl kullandığını net olarak görmemiz açısından önemli. Bu iki tablo uzun izahatlara gerek kalmadan Vüs'at O. Bener'in eserlerinin yapısını kavramamıza yardımcı oluyor.
Vüs'at O. Bener, 1950 Kuşağı Öykücüleri'nin öncülerinden. Yenilikçi bir biçimi, kendine has kurguları, özgün anlatımı ve diliyle Türk öykücülüğüne birçok yenilik getirmiş. Öncü olması, eserlerinin döneme göre çok ileride olması nedeniyle kolayca anlaşılamamış ve beklenebileceği gibi 'anlaşılmazlık'la suçlanmış yazarlardan. Çok okuru olmamış ama hep önemsenmiş, dikkatle okunmuş. 1957'de ikinci kitabı Yaşamasız'ı yayımladıktan sonra 1984'te dek yayın hayatında bir boşluk var. 1984'te yayımlanan Buzul Çağının Virüsü ile bir anlamda edebiyata dönüş yapıyor. 2001'de yayımlanan son eseri Kapan'a kadar da edebi çevrelerce önemseniyor, okunuyor, konuşuluyor. Reyhan Tutumlu'nun belirttiği gibi Buzul Çağının Virüsü 'parçalı ve çokkatmanlı bir anlatının bulunması, dil oyunlarının fazlaca kullanılması, zaman zaman anlatıcının değişmesiyle kimin anlattığının belirsizleşmesi gibi özellikleriyle' önceki iki kitabından farklı bir Bener anlatısı. Bu anlatıyı izleyen kitaplarda da Bener bu tutumunu sürdürmüş. Tutumlu'nun kitaptaki son sözleri aslında her şeyi çok iyi açıklıyor: '20. yüzyıl Türk edebiyatının köşe taşlarından olan Vüs'at O. Bener, yapıtlarını kendi sıkıntılı, 'yaşamasız' yaşamından kaynaklanan bir altmetnin üzerine inşa ederek bütünlüklü bir yapıt oluşturmaya çalışmıştır. Bunu yaparken de kurmaca ile gerçeklik arasındaki gerilimli ilişkiye devingen bir boyut kazandırarak edebiyatın yaşamla alışverişine dikkat çekmiştir.'
Kabuğunu Kıran Hikâye
Jale Özata Dirlikyapan Kabuğunu Kıran Hikâye'de alt başlıkta belirtildiği gibi 'Türk öykücülüğünde 1950 Kuşağını' inceliyor. 1950 Kuşağı gerçekten de 'hikâye'yi 'öykü' haline getiren öncü bir kuşak. Ferit Edgü, Orhan Duru, Leyla Erbil, Bilge Karasu, Feyyaz Kayacan, Onat Kutlar, Demir Özlü, Adnan Özyalçıner gibi edebiyat ustalarının ilk eserlerini yayımladığı 1950'li yıllar hem siyasi hem de kültürel açıdan önemli değişimlerin yaşandığı bir dönem. Dirlikyapan, dönemin siyasi ve kültürel gelişmelerini özetleyerek işe başlamış. 1950'de Demokrat Parti'nin iktidara gelmesi, tek parti yönetimlerinin son buluşu ve Türkiye'nin dışa açılıp dünya kapitalist sistemine dahil olması da demektir. Bir yanda daha önce yaşanmamış özgürlükler tadılırken diğer yanda Sovyetler Birliği ve ABD arasındaki Soğuk Savaş bahane edilerek özellikle muhalifler için yoğun bir baskı ortamı yaratılmış. Bireysel özgürlüklerle toplumsal baskıların yarattığı paradoksal ortama, dünyada gelişen Varoluşçuluk, Gerçeküstücülük gibi akımların etkisi de eklenince edebiyatın yanı sıra sinema, resim gibi diğer sanat dallarında da büyük bir değişim yaşanır. Geleneksel anlayışlar sorgulanır, yeni sanat anlayışları geliştirilir. Resimde soyut akımı, sinemada yeni gerçekçiler Akad, Erksan, Refiğ, karikatürde soyutlamacı yazısız karikatürler, şiirde İkinci Yeni... Hepsi kuramsal olarak birbirleriyle koşutluklar, bağlar kurulabilecek anlayışlar ve öyküde 50 Kuşağı'nın oluşmasının ne kadar somut nedenlere dayandığının göstergesi. Türkiye siyaseten olduğu gibi toplum ve kültür olarak da yüzünü tamamen Batı'ya dönüyor.
Dirlikyapan, ikinci bölümde dönemin edebiyat ortamına bakıyor. 1950'li yıllar aynı zamanda toplumcu akımların da geliştiği bir dönem. Özellikle Köy Enstitülü yazarların ortaya çıkışı ile 'Köy Edebiyatı' altın çağını yaşıyor. Edebiyat matineleri ile edebiyat popülerleşmeye başlıyor. Bohem hayat yaşamaya özeniliyor. A, Mavi, Seçilmiş Hikaâyeler, Pazar Postası gibi dergiler yenileşmede öncü rol oynuyor. 50'li yıllarda yazmaya başlayan şair ve yazarların eserleri bu ortamda bireycilik - toplumculuk, biçim - içerik, anlaşılırlık - kapalılık gibi kavramlar etrafında büyük tartışmalara neden oluyor.
İşte bu ortamda 50 Kuşağı öykücüleri kullandıkları anlatım teknikleri, dil ve eserlerinin içeriği açısından düzyazıda öncü ve değiştirici bir rol oynuyor. Bireye önem veren, insanın var oluşunu sorgulayan eserler bunlar. Bilinçakışı, gerçeküstü öğeler, içkonuşma gibi modern teknikler kullanarak yazılıyorlar ve dili değiştirme, yenileme, kendine has kullanma gibi özellikleriyle de farklılar. Dirlikyapan, 50 Kuşağı öykücülerinin Sait Faik'in 1952'de yayımlanan Alemdağ'da Var Bir Yılan kitabından hayli etkilendiklerini belirtiyor. Sait Faik'in önceki eserlerinden farklı, 'gerçeküstü ögğeler, kaymalar ve atlamalarla ilerleyen, kimi zaman belirsizlik yüklü anlatım ve iç konuşmalar' içeren öyküleri genç öykücülerin esin kaynağı olmuş.' İlk öykülerini 1950'lerin başlarında yayımlayan Nezihe Meriç ve Vüs'at O. Bener kuşağın öncü yazarları sayılıyor. Sartre, Camus, Kafka, Faulkner gibi modern yazarların yapıtlarının Türkçeye çevrilmesi süreci daha da hızlandırıyor.
1950 Kuşağı öykücüleri benzeşen yanlarından çok zaman içinde ayrışan, kendine haslaşan özellikleriyle de önemli. Türk öykücülüğünün geleceğini belirleyen bu ustaların 50'li yıllarda ortaya çıkışlarını, eserlerini yorumlayarak anlamak açısından Jale Özata Dirlikyapan'ın Kabuğunu Kıran Hikâye iyi bir başlangıç olabilir. Dirlikyapan'ın da belirttiği gibi bu büyük ustaların yapıtlarını 'tek tek ele alan çalışmalar yapılması Türk öykücülüğüne ve eleştiriye büyük katkı sağlayacaktır'.