ISBN13 978-975-342-778-4
13x19,5 cm, 224 s.
Yazar Hakkında
İçindekiler
Okuma Parçası
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et
 

Önsöz, Alfred Sohn-Rethel, s. 11-14.

Bu inceleme Marksçı anlamdaki altyapı-üstyapı ilişkisini ele alıyor. Bu da büyük oranda yeni bir saha açmak demek. Marx ve Engels, tarihin, üretim ilişkileri ve üretim güçlerinden müteşekkil genel mimarisini, ve bu ikisinin birlikte nasıl üstyapı olan bilinç için maddi bir altyapı teşkil ettiğini açıklığa kavuşturdular. Ancak bize altyapıdan üstyapıya doğru uzanacak merdivenin bir taslağını bırakmadılar. Burada bizi ilgilendiren işte tam da bu merdiven, ya da en azından kabaca onun özgül biçiminin iskeleti. Aynı metafordan devam edecek olursak, merdiveni altyapıda sağlam bir temele dayandırmak gerekiyor ki meta üretimine dayalı toplumlar söz konusu olduğunda bu da ancak metanın kendisinin biçimsel bir analizi ile mümkün. Gelgelelim bu analizin, ona yüklemeyi düşündüğüm ağırlığın tümünü taşıyabilmesi için, büyük oranda genişletilip derinleştirilmesi gerekiyor. Marx'ın siyasal iktisat eleştirisini taşımak için bu çerçeve yeterli olmuştu. Bizim açımızdan, ek olarak, bilime ve bilmeye dair geleneksel kuramların eleştirisini de taşıyabilmesi gerekiyor.

Söz konusu girişimin yeni ve kafa karıştırıcı olan yanı Marx'tan devraldığımız biçimiyle meta analizine, yani Marx'ın kuramının dokunulmaz temel taşı kabul edilen kısmına el atacak olması. Bu nedenle, teorik izahatımızı kısa bir düşünsel-biyografik önsözle takdim etmek, bu makas değiştirmenin nerede ortaya çıktığını, nasıl şekillendiğini göstermek yerinde olacak. Üstelik araştırmanın olgunlaşıp gün ışığına çıkmasına kadar niçin elli yıllık bir süre geçtiğini de açıklamak gerekebilir.

Çalışmanın başlangıcı, Birinci Dünya Savaşı'nın sonlarına doğru, Almanya'da proleter bir devrimin vuku bulmasının beklendiği, fakat trajik bir biçimde başarısızlığa uğradığı döneme rastlıyor. Bu dönemde Ernst Bloch, Walter Benjamin, Max Horkheimer, Siegfried Kracauer ve Theodor W. Adorno ile kişisel olarak, Georg Lukács ve Herbert Marcuse'yle ise yazıları aracılığıyla tanışma fırsatı buldum. Belki tuhaf gelecek ama, hiç çekinmeden diyebilirim ki bu kişilerin Marksist düşünce içinde temsil ettiği yeni gelişim, gerçekleşmeden kalan bir devrimin teorik ve ideolojik üstyapısı olarak şekillenmiştir. Bu teorinin içinde, 1918 Noeli'nde Berlin'de Marstall için verilen silahlı mücadelenin ve ertesi kış bastırılan Spartaküs ayaklanmasının gümbürtüsü yankılanmaktadır. Bu ideolojik hareketin içinden doğduğu paradoksal koşullar, bahsettiğim düşünürlerin neden istisnasız olarak üstyapıya dair sorularla meşgul olduklarını, harekete temel teşkil etmesi gereken maddi ve ekonomik altyapıya karşı niçin bariz bir kayıtsızlık sergilediklerini kısmen açıklar. Bana gelince, Spartaküs hareketine mensup olmamakla birlikte, dönemin siyasi olayları beni de harekete geçirmişti; sokak köşelerinde ve halka açık toplantı salonlarında tartışmalara katılıyor, dışarıdan kurşun yağarken pencere altlarında siper alıyordum – ilerleyen sayfalar bu deneyimlerin izlerini taşıyor.

Siyasi anlamdaki uyanışım 1916'da, yani 17 yaşındayken August Bebel ve Marx'ı okumaya başladığım okul yıllarında gerçekleşti. Evden kovulduktan sonra, 1917'de, Heidelberg Üniversitesi' ndeki ilk yılımda, Ernst Toller'ın liderliğinde başlayan savaş karşıtı öğrenci ayaklanmasına dahil oldum. Bizim için dünya bir yana Marx bir yanaydı. Derken her şey ters gitti. Devrim bir ileri bir geri adım attı, sonra da tümüyle duruldu. Lenin Rusyası gözlerden kaybolup gitti. Üniversitede bize Marx'ın bile teorik hataları olduğu, marjinal fayda ekonomisi lehine çok daha fazla kanıt bulunduğu ve Max Weber'in devasa rakibi Marx'a karşı sosyolojik bir panzehir geliştirmeyi başardığı öğretiliyordu. Gelgelelim bu öğretinin hükmü akademinin dört duvarıyla sınırlıydı. Dışarıda ise daha canlı ruhlar dolaşıyordu ki asla unutamayacağım dostum, 1924'te intihar eden Alfred Seidel de bunlar arasındaydı.(1) Burada, üniversitenin dışında henüz hakikatin sonu gelmemişti.

Marx'a sıkı sıkı yapışıp Kapital'i canı gönülden okumaya başladım, yarıda bırakmamak için sonsuz bir azim gösteriyordum. Louis Althusser çok doğru söylemişti: Lire le Capital! (Kapital'i oku[mak]!) İki yıl sürmüş olmalı, üniversite çalışmalarımın arka planında dağ gibi bir kâğıt yığını birikmişti; Kapital'in ilk altmış sayfasında geçen hayati terimleri tek tek alıp evirip çeviriyor, tanımlarını, hatta metaforik anlamlarını çıkarmaya uğraşıyordum, parçalara ayırıp sonra tekrar bir araya getiriyordum. Bu alıştırmadan çıkan sonuç Marksist düşüncenin hakikatinin sarsılmaz kesinliğinin yanı sıra, burada önerilen meta analizinin teorik tutarlılığına dair de bir o kadar sarsılmaz bir şüphe oldu. Bu malzeme Marx'ın ulaşmayı başardığından daha fazlasını, daha farklı şeyleri içeriyordu! Ve nihayet, deliliğe yaklaşan bir yoğunlaşma çabası sonucunda, meta yapısının en iç çekirdeğinde "aşkın özne"nin bulunduğunu fark ettim. Bunun düpedüz delilik olduğu açıktı, söylemeye bile gerek yoktu, zaten kimse de bunu yüzüme söylemekten çekinmiyordu! Fakat ben nereye varacağını henüz kestiremesem de bir ipucu yakaladığımın farkındaydım. Gelgelelim meta biçimi ile düşüncenin biçimi arasında yakaladığım gizli özdeşlik burjuva dünyası içinde öylesine gizlenmişti ki, bunu başkalarına da gösterme yönündeki safdil gayretim sonucunda beni umutsuz bir vaka olarak kendi halime terk etmekle yetindiler. Bana onca değer veren hocam Alfred Weber (Max'ın kardeşi) bile esefle "Sohn-Rethel çıldırmış!" hükmüne varmıştı.

Bu koşullar altında haliyle akademik bir kariyer umudu da kaybolup gitti ve böylece bir akademi kovgunu olarak yaşam boyu fikri sabitimle baş başa kaldım. Yalnızca benim gibi dışlanan birkaç kişi benzer fikirlere sahipti; içlerinde bana en yakın olanı Adorno' ydu, kendi üslubunca o da aynı iz üzerindeydi. 1936 yılında buluşup fikir alışverişinde bulunduk. O tüm zihinsel altyapısını meta analizi ve ekonomiden bambaşka meselelere hasretmişti. Dolayısıyla onunla bile ancak kısmi bir temasım oldu, sonrasında kendi hakikatimin izini kendi kaynaklarımla sürmek zorunda kaldım.

Bu sürecin, gerek para kazanma zorunluluğu gerekse başka güçlüklerden kaynaklanan çıkmazlarla ve uzun süreli kesintilerle dolu olduğunu söylemeye gerek yok. Kesintiler, büsbütün gerileme dönemleri teorik çalışmanın kendisinden daha uzun bir süreyi kapsıyor.

1924 ile 1927 arasındaki dönemi İtalya'da, esasen Benjamin ve Bloch'un kalmakta oldukları Capri'de geçirdim. Ardından uluslararası bir seminer için Davos'a gittim –orada Heidegger, Ernst Cassirer, Alexander Koyré gibi kişilerle tanıştım– ancak tüberküloz tedavisi nedeniyle iki buçuk yıl kalmam gerekti. Her tür parasal kaynaktan yoksun halde Almanya'ya geri dönüp ekonomik durgunlukla karşılaştığımda ise şansım yaver gidecek ve Berlin'deki büyük bir firmada iş bulacaktım.(2)

Berlin'deyken Nazi-karşıtı yasadışı faaliyetlere de katıldım, Gestapo'dan kaçarak 1937'de İngiltere'ye ulaştım. Birmingham'da Profesör George Thomson ile tanıştım. Kendisi tamamen farklı bir alanda, antik Yunan üzerine çalışıyor olsa da, felsefe ile para arasındaki bağlantıyı fark eden tanıdığım tek kişiydi. Uzunca bir el yazması olan "Zihin Emeği, Kol Emeği"ni 1951'de nihayet tamamladım. Thomson ve Bernal'ın yoğun çabalarına rağmen Lawrence & Wishart yayınevi metni ortodoksiden fazla uzak bularak reddetti, burjuva yayıncılarsa fazlaca militan bir Marksist metin olduğu gerekçesiyle geri çevirdi.

1970'e kadar yalnızca üç makalem yayımlandı.(3) 1970'ten bu yana ise Almanya'da birkaç kitabım yayımlandı, bu sayede de 1972-76 arasında Bremen Üniversitesi'ne misafir öğretim görevlisi olarak atandım.

Çalışmama sarsılmaz bir sadakatle, bıkıp usanmadan destek olan eşim Joan'a ne kadar teşekkür etsem az. Bu yapıt ikimizin ortak ürünü.

Notlar


(1) Alfred Seidel, Bewußtsein als Verhängnis, aus dem Nachlaß herausgegeben von Hans Prinzhorn, Bonn: Verlag Friedrich Cohen, 1927. Yukarı
(2) Alfred Sohn-Rethel, Ökonomie und Klassenstruktur des deutschen Faschismus, Frankfurt/Main: Suhrkamp, 1974. Yukarı
(3)Bir makalem Modern Quarterly'de (3. cilt, no. 1, Kış 1947/8); Humbolt University, Berlin'de verdiğim iki seminer Academy Journal'da (Wiss. Zeitschr. Humb. Univ., Ged.-Sprachwiss. R. X., 1961); başka bir makalem Marxism Today'de (Nisan 1965) yayımlandı; ayrıca George Thomson o muazzam eserinde bunlardan bahsetti (İlk Filozoflar, çev. Mehmet H. Doğan, İstanbul: Payel, 1997). Yukarı

 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2024. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X