ISBN13 978-975-342-694-7
13X19,5 cm, 216 s.
Yazar Hakkında
İçindekiler
Okuma Parçası
Eleştiriler Görüşler
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et
 

Ayşe Çavdar, “Mahallenin muhafazakârlığı”, Aktüel, Nisan 2009

Georg Simmel, ünlü “Metropolis and Mental Life” (Metropol ve Zihinsel Hayat) başlıklı makalesinde büyükşehirde yaşamanın bireyselleşmekle bağımlılaşmak arasında sürekli bir zihinsel gerilim yarattığına işaret eder. Birey tekilliğini korumak ister, ama metropolün vaad ettiği özgürlüklerden yararlanabilmek için görünmezleşmek ve normalleşmek zorundadır. Dahası herkesin birbirini yakından tanıdığı, dolayısıyla duygusal uyarıcıların daha doğrudan olduğu kırsal yaşamı, toplumsal baskının daha da ağır ve derin formlarına rağmen özler. Bununla birlikte kırsal yaşama uzun süre dayanamaz. Çünkü metropolde kendisini “öteki”nin hikâyesinden tevarüs edebilecek duygusal uyarıcılara karşı kapatmayı, en azından seçici olmayı öğrenmiştir. Fakat metropol yaşamı da yalnızlığın ve görünmezleşmenin getirdiği zihinsel handikaplarla doludur.

Simmel bütün bunları özellikle ABD’li sosyologlardan ve Avrupa ve ABD’deki metropollerden edindiği izlenimlerle yazmıştı. Bizimki gibi acilen ve sonradan, önüne çeşitli modeller koymak suretiyle büyüyen şehirlerde durum biraz daha farklı gelişti. Kendimizi bir anda metropollerde bulmak yerine önce gecekondularda, daracık sokaklı eski mahallelerde şehrin yalnızlaştırıcı, aşırı rasyonelize edici, empati yoksulu atmosferinden koruduk. Geleneksel yaşam formlarını evrimleştirerek taşıdığımız şehirli mahalle yaşamı bir tür geçiş ve sığınma alanıydı. Bizi bir müddet muhafaza etti, kolladı.

Şerif Mardin, “mahalle baskısı” kavramını ortaya attığında bizi en çok da muhafazakâr, “eski İslamcı” bir hükümet tarafından idare edilir ve onun temsilcisi olduğu çoğunluğu aslında kıra değil, o geçiş aşamasında sığındığımız mahallelere dair temsillerle belki de son kez yüzleşirken yakaladığı için sarsıldık. Mardin, yeni bir şey söylemiyordu aslında. Dünyanın her yerinde ve tarihin başlangıcından bu yana insanlar bir araya geldiklerinde birbirlerine benzemek ya da “öteki”ni kendine benzetmek için çeşitli mekanizmalar üretirler. Toplum doğası gereği muhafazakâr ve baskıcı bir şeydir.

İlginç olan “mahalle baskısı”nın muhafazakâr çevrelerden aldığı tepkiydi. Özellikle Binnaz Toprak’ın, İrfan Bozan, Tan Morgül ve Nedim Şener’le birlikte yaptığı ve Türkiye'de Farklı Olmak başlığı altında raporladığı araştırmanın ardından kopan kıyamet muhteşemdi. Binnaz Toprak, mevcut iktidarla hemfikir olmadığı için kendini dışlanmış ya da baskı altında hissediyor olabilecek kesimlerle konuşmuştu. Aleviler, kendilerini her anlamda laik olarak tanımlayanlar, alkol kullananlar, Kemalisler vs. Onlar da iş çevrelerinde, kamu kurumlarında, muhafazakâr akıntıya kapılan kendi mahallelerinde karşılaştıkları durumları anlatmışlardı. Muhafazakâr akıntının debisi artıyor, etrafındakileri de kendi menziline doğru sürüklüyordu. Bu menzilin niteliği bir yana, sürüklenme hali ve akıntının hızı söz konusu kesimlerde endişe uyandırıyordu. Muhafazakâr aydınların ve siyasetçilerin bu tespitlere verdikleri tepki “Türkiye’de asıl Müslümanlar baskı altında”dan başlayan ve işi “Konuşun bakalım kim daha çok zulüm görmüş” iddialaşmasına vardıran bir rota izledi.

Öyle bir gürültü hasıl oldu ki, “mahalle baskısı” kavramının mahalle üzerinde zaten mevcut olan baskıyı artırabileceği meselesi kimsenin aklına gelmedi. Kendisi de Şerif Mardin’in öğrencisi olan sosyolog Nazife Şişman, Sabah gazetesine verdiği bir röportajda kavramın olmakta olanı anlamak için elverişsiz olduğunu söylüyordu, çünkü “Varoşlardan, yörekentlerden, hijyenik sitelerden bahsedilen bir ortamda mahalle metaforu çok yersiz ve isabetsiz”di. Benim bu cümleden anladığım bir baskı varsa bile bunun varoşlardan, yörekentlerden ve hijyenik sitelerden kaynaklandığı yolunda. Yanlış da sayılmaz. Geçtiğimiz yaz İstanbul’un çeşitli semtlerinde yaptığım bir araştırma özellikle hijyenik sitelerin ya da “nizamiyeli cemaatlerin” MOBESE kameraları, görünmez site yönetimleri ve özel güvenlik birimleriyle baskıyı nasıl teknik ve kurumsal bir niteliğe dönüştürdüğünü görmemi sağladı. Sitenin dışı ve içi öylesine kalın çizgilerle belirlenmişti ki ne içerde ne de dışarda toplumsal çevreyle gerçek bir uyum sağlamanın imkânı yoktu. Ama varoşlar konusunda emin değilim. AKP iktidarının yoksul görüntüleri nedeniyle şehirlere yakıştıramadığı varoşlar o sığınak mahalle niteliklerini korumaya devam ediyorlardı. Metropolün sınıfsal ayrımların altını çizen onca mekanizmasına rağmen birbirine hemşehrilik, tarikat, meslek, artık her ne ise o bağla tutunan insanlar yarattıkları gündelik dayanışma ağlarıyla var kalmaya çalışıyorlardı. Açıkçası, hijyenik sitelerden çok daha açık ve geçişken bir iç-dış tanımları vardı. Sınırlarını MOBESE’ler ya da özel güvenlik güçleriyle korumaya çalışmıyorlardı.

Binnaz Toprak’ın derdi “din ve muhafazakârlık ekseninde ötekileştirilenler”i anlamaktı. Ona göre muhafazakârlığı derinleştiren şey siyasi iktidardan çok, ona dayanarak ya da onun “karizması”ndan yararlanarak tüylerini kabartmaya başlayan yerel cemaatlerdi. Öte yandan Toprak’ın kaleme aldığı raporun ve Metis Yayınları’ndan çıkan aynı isimli kitabın öneriler kısmında bunlara karşı nasıl bir önlem alınacağı noktası çok açık değil. İnsanlar sürekli krizlerle başlarına devrilip duran bir düzenek karşısında birbirlerine ya da kendilerinden daha güçlü ve işbilir gördükleri birilerine tutunmak durumundalar. Kendisine tutunulanlardan şeffaflaşmalarını ve güçlerini kullanmamalarını beklemek biraz fazla iyi niyet içeriyor. Yine de özellikle muhafazakâr aydınların bu ve benzeri araştırmalardan edinilen izlenimlere karşı daha az tepkisel olmaları, üzerlerindeki tarihsel şüpheye doğru düzgün cevap vermeleri gerekiyor. Çünkü gizli ya da açık gündemleri ne olursa olsun, iktidarda olan onlar...

Öte yandan beni muhafazakâr baskıdan çok, muhafazakâr bir partinin nasıl olup da kendi çıktığı mahalleleri ortadan kaldırmak için bu kadar azimli ve istekli olduğu sorusunun cevabı daha çok ilgilendiriyor. AKP’nin içinden çıktığı o yoksul mahalleleri, gecekonduları ortadan kaldırarak üzerindeki şüpheyi değil ama “köylü bunlar”, “kasabalı” şeklindeki yaftayı temizlemek, kendi geçmişiyle mesafelenmek derdinde olduğu kanaatindeyim. O da her civciv gibi içinden çıktığı yumurtayı terk etmeye çalışıyor... Bu terk edişin ilk sonuçlarını son yerel seçimlerde aldı, sonraki sonuçlara ne tür bir hazırlık yapmayı planladıkları ise cevabını bilmeyi arzu ettiğim bir diğer soru.

 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2024. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X