| ISBN13 978-975-342-671-8 | 13x19,5 cm, 304 s. |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et | | Erhan Daloğlu, “Dünyevi ve Kutsal: Modernlerin Maneviyat Arayışları”, Cumhuriyet Kitap Eki, 4 Aralık 2008 Özgür Taburoğlu'nun, Dünyevi ve Kutsal: Modernlerin Maneviyat Arayışları adlı yapıtında, derinlikli bir analizini yaptığı 'dünyevilik' kavramı, sekülerlikle ilişkili olsa da, daha geniş, daha genelleşmiş bir tanımı içerir. Dünyevilik, modernliğin en önemli yüzlerinden birisidir ona göre. Sosyal bilimler literatüründe, sekülerlik, sıkça tartışılan, tarihsel ya da kültürel olarak yerine yerleştirilmiş bir kavram olsa da, dünyevilik, yazarın da dile getirdiği gibi, fazla üzerinde durulmayan, daha çok 'dindışı etkinlikler'in bir diğer adı olur. Dünyevilik ve kutsallık, özellikle antropoloji çalışmalarında birbirine karşıt sayılan yaşam alanları olarak tartışılır. Oysa Özgür Taburoğlu, bu özgün çalışmasında dünyeviliği, en gündelik olandan, kutsallığın türlü deneyimlerine kadar geniş bir aralıkta yerine yerleştirmeye çalışır. Kutsallık, dünyeviliğin neredeyse bir başka yüzü olur. Kutsal ve dünyevi etkinlikler arasında bir geçişim aralığı açılır. Bu aralık birçok kültürel ve sosyal yapının inşa edildiği alandır. Dünyevilik, kişilerin ya da toplulukların bu dünyada bulunuyor olmalarının, bu dünyada bulunuşlarının bir tür onayı, maddi varoluşa tinsel şekiller verilmesidir. Ancak modernlik için ayırt edici olan, bu tinsellik ya da maneviyat arayışının maddi dünyada, yeryüzünde gerçekleşmesidir. Kutsallığın kaynağı çok uzaklarda, başka dünyalarda aranmadan, daha çok yaşanan dünya üzerinden, neredeyse yeryüzünden doğrularak yapılır. Böyle bir kozmoloji, aynı zamanda bilimsel devrimler ve endüstriyel gelişme için de zorunlu bir arkaplan yaratır. Bu sayede, maddeyi inceleyen, tetkik eden bilimsel bakış neredeyse mistik bir araştırma yolu olur. Kutsallığın gizemlerini araştıran ve aralayan mistikler gibi, bilim adamı da bu tinsellikten pay almaya başlar. Doğa ve madde üzerinde düşünmek kuru bir bilimsel işlev olmaktan çıkar. Weber'in kapitalizmin ruhu saydığı protestan etik üzerinden yerleşen ve 'dünyevi çileciliği' zorunlu kılan bir düşüncede, bu dünyada bulunuyor, çalışıyor ve para kazanıyor olmak, kutsallıkla ilişkili bir deneyim halini alır. Çilesi bu dünyada çekilen bir tinsellik içerisinde, sermayeyi artırmak, doğru ve etik bir yaşamanın da ifadesi olur.Özgür Taburoğlu, kitabını, dünyevilik gibi geniş bir çalışma alanının haritasını çıkarabileceğimiz, yer yer içerik olarak uzaklaşan ve sonra birleşen başlıklar şeklinde kurar. Tüm bu başlıkların ortaya çıkardığı temel bir deneyim vardır. O da en soyut görünen, uzak kavrayışların dahi bir şekilde mevcudiyet kazanmaları, ele gelir olmalarıdır. Soyutlama saydığımız varlıklar, bir an maddiyat kazanır, beden bulurlar. Bedenleşmek ve maddileşmek dünyevileşmek için de zorunludur. Taburoğlu bu deneyimi olumlar. Özellikle 'Feminist Teoloji'yi tanımladığı ve bu tartışmayı hazırlayan başka bölümlerde, belli bir konum sahibi olarak var olmanın, maddiyat kazanmanın, bir şekilde tezahür etmiş olmanın, etik anlamda savunulması gereken bir durum olduğunu dile getirir. Bedensiz ve konumsuz, dolayısıyla dünyevileşmemiş olan varlıkların gizli de olsa bir despotluk kaynağı olduğunu varsayar. Feminist kuramda da sıkça savunulduğu gibi, konumunu ve cinsiyetini belli etmeyen bir duruş etik olamaz. Bu yüzden dünyeviliği bir tinsel deneyim saymak, feminist kuramlar ve teoloji için de zorunludur.Özgür Taburoğlu, dünyeviliği tartıştığı ve bu konuda ilginç bir seçki yarattığı, bir sözlük çalışması yaptığı bu yapıtında, kendisinin de metnin girişinde dile getirdiği gibi, genel olarak Avrupa-merkezli bir bakış izler. Ne kadar farklı bir varsayım taşısa da, kitap Avrupalı bir tarihçeye yaslanır. Ancak kavramsal çerçevenin dışında, genel olarak Doğu ve Batı denilen varsayımsal ayrımı birleştiren, Hıristiyanlık ve İslamı buluşturan bir dünyevilik kavrayışını ortaya koyar. Örneğin Rönesans Avrupa resmi ve klasik minyatür geleneği, ne kadar karşıt resimleme alışkanlıkları gibi görünseler de, Taburoğlu 'Resim, Söz ve Yazı' altbaşlığı altında bu iki resimleme tavrını neredeyse birbirinin türleri gibi anlatır. Özellikle minyatür, nakış geleneğinde, bir dünyevileşme güdüsünün sonucu olarak geleneksel çizimlerin zamanla derinlik kazanması, figüratif yönelimler edinmesi ve hattatlık geleneği içerisinden resme doğru yapılan açılımlar, dünyevileşme sürecinin çarpıcı eğretilemeleri gibi okunabilir. Kitabın her bölümünün ayrı ayrı ortaya koyduğu gibi, her kültürün taşıdığı dünyevileşme motifi, en farklı görünen coğrafyaları ve kavrayışları bile benzer kılar.Taburoğlu, kitabının son bölümünde, 'Modernlerin Maneviyat Arayışları' adlı altbaşlığı içerisinde çok önemli düşünürleri okumaya çalışır. Heidegger, Bataille, Levinas, Merleau-Ponty, Irigaray ve başkaca düşünürler üzerinden modernliğe ait temel bir kutsallık kavrayışının çerçevesini kurmaya çalışır. Bu kavrayışın dünyevi deneyimden neden uzak olamayacağını, okuduğu metinleri zorlama pahasına ortaya çıkarır. Bu çabası sırasında en zor metinlerin içerisinden kavramsal bir berraklıkla sıyrılmasını bilir ve kitabı boyunca sürdürdüğü tartışmalara sadık kalmayı becerir. Bu okuması sırasında, kendi meramını pekiştirmenin yanında, tüm bu düşünürlerin kuramlarının ana hatlarına da sadık kalmayı başarmış gibi görünür. |