Ali Galip Yener, “Paul de Man'ın edebiyat eleştirisine katkısı üzerine, Virgül Dergisi, Kasım-Aralık 2009
Edebiyat eleştirisi alanına geçtiğimiz yüzyılda yapılmış en önemli katkılardan biri Paul de Man’a aittir. Okuduğunuz yazıda de Man’ın (1919-1983) Türkçeye çevrilen iki önemli yapıtından birinin ayrıntılı sunumu, diğerinin ise kısa tanıtımı amaçlanmıştır.
Ayrıntılı bir biçimde değinmek istediğim ilk kitap, Körlük ve İçgörü, (Çev. F. B. Aydar – C. Soydemir, Metis Yay. 2008) “Çağdaş Eleştirinin Retoriği Üzerine Denemeler” alt başlığıyla yayımlanan ve iki ek yazı ile birlikte toplam 14 denemeyi içeren, yazarın bütün birikimine okurun sağlıklı bir biçimde yaklaşması imkânını sunan bir derlemedir. Önsöz’de yazar, edebiyat eleştirisi alanında durduğu yerin ne olduğunu net bir biçimde tanımlar. Eleştiri tarihine katkı yapmayı hedeflemediğini ya da Avrupa edebiyat eleştirisi alanındaki eğilimlere ilişkin bir panorama sunma iddiasında olmadığını özellikle vurgular. Kitaptaki denemeler sistematik bir bütünlük oluşturmazlar. De Man için edebi metin eleştiriden önce gelir. Özerk bir disiplin anlamındaki eleştiri biliminden de kendini uzakta hisseden bir yazardır. Deneysel çabasının esasen bir eleştiri teorisi geliştirmeye değil de, genel anlamda bir edebiyat dili geliştirmeye yönelik olduğunu belirtir. İşte Körlük ve İçgörü yazarın nasıl yetkin bir edebiyat dili geliştirdiğinin esaslı bir dökümünü içerir.
Kitap, “Eleştiri ve Kriz” adlı denemeyle açılır. Amerikan Yeni Eleştirisi’nde biçim ve amacın konumu, edebiyat tarihi ve edebiyatta modernlik meselesi, lirik ve modernlik arasındaki ilişki, zamansallık retoriği, biçimci eleştirinin çıkmazı kimi denemelerin başlıklarını oluşturur. Binswanger, Lukacs, Blanchot, Poulet, Derrida ve Heidegger gibi büyük düşünür ve eleştirmenlerin edebi metinleri okuma pratiklerini “körlük ve içgörü” bağlamında ayrı denemelerde irdeleyen yazar, Önsöz’de çağdaş eleştirmenlerin incelenmesi sonucunda okuma ile ilgili ortaya çıkan tablonun hiç basit olmadığını belirtir. Ele aldığı bütün eleştirmenlerin edebiyatın doğası hakkındaki genel önermeleriyle –ki eleştirel yöntemlerini dayandırdıkları önermelerdir bunlar– yaptıkları yorumların fiili sonuçları arasında paradoksal bir uyuşmazlık bulunduğunu ileri sürer.
Amerikan Yeni Eleştiri akımı içinde değerlendirilen ve dekonstrüksiyonist bir eleştirmen olarak tanımlanan de Man’ın kitaplarında öne sürdüğü temel sav, edebiyat eleştirmenlerinin inceledikleri metinlerin yapısı hakkındaki bulgularının model olarak kullandıkları genel anlayışla çeliştiği yönündedir. Buna göre yazarlar, farkında olmadıkları bu uyuşmazlıktan beslenirler ve en iyi içgörülerini bu içgörülerin çürüttüğü varsayımlara borçludurlar. Denemeci, tanımladığı ve çeşitli örnekler üzerinden açıkladığı bu uyuşmazlık örüntüsünün, bireysel ya da kolektif sapkınlıkların bir sonucu olmadığını, tam tersine genel olarak edebi dilin kurucu nitelikte bir karakteristik özelliği olduğunu iddia eder. (s. 8-9)
De Man’ın edebiyat eleştirisi disiplinine katkısı hakkında temel birkaç söz, Wlad Godzich’in derleme için kaleme aldığı ve “Dikkat! Okur İş Başında!” başlıklı yazıda bulunabilir. Godzich’e göre, de Man edebi eleştirel pratikleri incelerken verili bir yöntembilimin başarı ya da başarısızlığını araştırmanın ötesine geçer ve kullanılan yöntembilimin neden zorunlu olduğunu açıklığa kavuşturmayı amaçlar. Yazarın asıl amacı, yöntembilimin zorunluluğu sorunu bağlamında okumanın ne olduğu sorununu çözümlemeye çalışmaktır. (s. 19)
Yazarın retorik problemine nasıl eğildiği de açıklanmaya muhtaçtır. Godzich’ten aktaralım: “Bir dil tarzı olarak retorik, kendisini insanın faniliğine uydurur, zira diğer tarzların aksine kendi sınırlarının ötesine bir şey yerleştirmek zorunda değildir: metnin maddiliği üzerine işlemde bulunur ve etkiler yaratır. İçsel olarak bir mecazlar topluluğu ile bir ikna tekniği arasında bölünmüş olduğundan, konumsal ideolojiye kaymayacak kadar hareketlidir. Okumanın ‘ne’si ve ‘nasıl’ı birbirine bu şekilde yakınlaşır.” (s. 30) İşte de Man’ın retorik soruşturması, metnin sınırlılığını tanımaktan ve bunun retorik aygıtını bulmaktan oluşur ve bence bu yüzden sorunludur. Çünkü hakikat ve yalan, benlik ve deneyim ve anlam ve önem gibi bir edebi metne tarihsel-sınıfsal veriler çerçevesinde bakmamızın somut koşullarının üstünden atlamaktadır. Bu problemli alana ileride yeniden değineceğim. Yine Godzich’e dönersek, de Man, bir metni, metnin şu ya da bu şekilde ötesine geçmek için okumayan bir eleştirmendir. O, metinde bulunan görüş uzamının ve bununla ilintili körlüğün düzenleyicisi olarak metnin kör noktasını saptamaya çalışan yetkin bir okurdur.
Derlemenin ilk denemesi olan “Eleştiri ve Kriz”, yazarın çağdaş edebiyat eleştirisinde nerede durduğunu açıkça tanımlayan bir yazı olduğu için çok değerlidir. Denemeciye göre edebiyat yapıtının özü: “Bir kurmaca yapıtının tam da varoluşu gereği ampirik gerçeklikten ayrıldığını ileri sürmesini mümkün kılan veya bir gösterge olarak, varoluşu gereği bu göstergenin kurucu etkinliğine dayanan bir anlamdan kopmuş olduğunu ileri sürmesini sağlayan yansıtıcı ayna etkisi[dir].” (s. 46) Edebiyatı hiçliğin mevcudiyetine dayalı bir arzu ya da bir özlem olarak gören ve tanım itibariyle edebiyatı mistifiye eden denemeci, şiirsel liriğin, kurmaca duygular icat etmeye yönelmesi gibi, kurmaca yapıtın da başkalarının gerçekliği gibi bir yanılsamayı yaratmak üzere kurmaca özneler icat ettiğini ileri sürer. Kurmacanın bir mit olmadığını ve en baştan mitten arındırıldığını söyleyen de Man’a göre, modern eleştirmenler, edebiyatı gizeminden arındırdıklarını sandıklarında, aslında edebiyat, eleştirmenleri gizeminden arındırmaktadır. İşte bu durum bir kriz biçiminde gerçekleşir (eleştirinin krizi!) ve tam bu noktada eleştirmenler kendi içlerinde olana kördürler.
Yazarın “öz” tanımlaması ve kurmacaya yaklaşımı, ne yazık ki edebiyat yapıtını tarihsel-toplumsal ve sınıfsal koşulların somutlaştırdığı bir ortamdan soyutlama girişimi olarak karşı çıkılması gereken nitelikler içerir. Onun edebiyat eleştirisindeki krizi eleştirmenlerin körlüğü üzerinden tanımlaması ve her türden eleştirel yaklaşımı kriz kavramı bağlamında eşitleştirerek ele alması, bunun sonucunda eleştiride göreceliğe önem vermesi tartışma ve polemiklere neden olmuştur. De Man’ın “körlüğü” ise, onun Kantçı tutumuna ve Hegel karşıtlığı düşüncesine bağlı olarak, bütünlük kavramının ve bu kavrama dayanan bir genel kavram anlayışının toptan yadsınması ile görelilik düşüncesinin öne çıkarılmasına dayanır. Böyle bir tutumla sistematik bir eleştiri geliştirmek mümkün değildir. De Man’ın eleştirmenlerin körlüğünü tanıladığı yerde kendi körlüğü de tanımlanmaktadır. Sistemle ve toplumsal yaşamla ilişki kuramayan bir eleştirmenin körlüğüdür bu. (Bkz. Peter V. Zima, “Paul de Man: Alegori ve Aporia”, Modern Edebiyat Teorilerinin Felsefesi içinde, Çev. M. Özsarı, Hece Yay. 2004, s. 228-235)
Jacques Derrida’nın Rousseau okumasını yeniden okuyan yazar, bu denemede körlük retoriği üzerine söyleyebileceklerinin sınırına ulaşır. Gerçekte yazarın amacı, –metinleri yorumun müdahalesi olmadan okuma düşü– bir ütopyadır. De Man, Nietzsche’nin “Bir metni, bir yorumun müdahalesi olmadan metin olarak okumak ‘iç deneyim’in en son geliştirilmiş –belki de pek mümkün olmayan– bir biçimidir” sözünü alıntılar. Böylece eleştirmenlerin dilinin belli bir oranda bir içgörüye ulaşabilmesinin tek nedenini, eleştirmenlerin izledikleri yöntemlerle bu içgörüyü algılayamamış olmalarında bulur. İçgörüye sadece okurun, körlüğü başlı başına ayrı bir fenomen olarak gözlemleyebilecek durumdaki okurun sahip olduğunu ileri sürer ve eleştirmenleri eleştiri işinden bir bakıma soyutlar. Bu türden bir soyutlama zaten denemecinin eleştiri uğraşına sistem çözümlemesi bağlamında yaklaşamamasının dolaysız bir sonucudur.
Denemeci, Derrida’nın eleştirel Rousseau okumasını eleştirel olarak okuduğunda, körlüğün edebi dilin retoriksel doğasının zorunlu sonucu olduğu hükmüne vardığını belirtir ve ekler: “Edebiyat metinleri bizatihi eleştireldir, ama körleştirilmiştir ve eleştirmenlerin eleştirel okuması bu körlüğü yapıbozuma uğratmaya çalışır. … Ayrıca yorum, hata olasılığından başka bir şey olmadığına göre –zira belirli bir oranda bir körlüğün tüm edebiyatın özgüllüğünün bir parçası olduğunu iddia eder– yorumun metne metnin yoruma mutlak bağımlılığını da tekrardan teyit etmiş oluruz.” (s. 170)
De Man çapında bir teorisyenin edebiyat eleştirisine katkısının genel çerçevesini çizmek bile kısa bir tanıtım yazısında hiç kolay değildir. Şimdi ana hatlarıyla değinmeye çalışacağım ikinci yapıta geçelim. “Rousseau, Nietzsche, Rilke ve Proust’ta Figürel Dil” alt başlığını içeren ve Okuma Alegorileri adını taşıyan kapsamlı yapıt (Çev. M. Z. Çıraklı, Paradigma Yay. 2008) Türkçeye çevirenin metafor, retorik, aporia ve okunamazlık alegorilerini irdeleyen sunuş yazısı ile desteklenmiştir. Kitapta birinci bölüm retorik konusuna, ikinci ve son bölüm ise Rousseau okumasına ayrılmıştır. Çevirmenin de vurguladığı gibi, de Man’ın, edebi bir metinde otorite sahibi bir merkez ve buna bağlı olarak belirli bir anlamı mümkün kılan bir temelin varlığı fikrini reddetmesi, onun anlamın temelini yadsıdığı biçimindeki eleştirilere maruz kalmasına yol açmıştır. Bence yazarın metinlere yaklaşımında, anlam kavramı bağlamında bir referans kaybı söz konusudur. Çünkü de Man, doğru okumanın salt bir kurgu, bir retorik ve bir alegori olduğunu savlar. Edebi dil, siyasi dil ve gündelik dil gibi ayrımları kabul etmeyen, dilin tamamen retorikten ibaret olduğunu söyleyen de Man’a göre –çevirmenin sunuş yazısından aktaralım–: “[A]poria, dekonstrüktif okumalarda en az retorik kadar farkına varılması gereken bir kavramdır ve aslında söz sanatları birer aporia olarak düşünülmelidir. De Man’a göre bütün titiz ve ciddi edebiyat çalışmaları sonunda ‘aporia’ya çıkar, yani bir türlü basit ve sarih izahlara erişilemez.” (s. XVI-XVII)
Bir metinde anlamın merkezi konumunu reddeden ve Okuma Alegorileri ile bir okuma teorisi geliştiren yazar, edebi tarihin halen yürürlükteki kanon niteliğindeki kurallarının ötesinde, onları yerlerinden edecek başlangıç noktası işlevinde bir okuma retoriği oluşturmayı amaçlar. Rousseau’nun tematik çeşitliliği, Rilke ve Nietzsche kronolojisi ile Proust retoriğinin altında yatan ilkeler adı geçen okuma retoriği çerçevesinde ele alınır.
De Man, Yeni Eleştiri’yi överek yola koyulur ve Fredric Jameson’ın biçimci eleştiri eleştirisini, “dil hapishanesi” deyişinde dile gelen eleştirel yaklaşımını kıyasıya eleştirir. Ona göre eleştiri, edebiyatın dekonstrüksiyona uğratılması ve retorik mistifikasyonların gramatik mantık düzeyine indirgenmesidir. Yaptığı okumalarda yazar ile okur arasındaki yanlış ayrımın ortaya çıktığını, dekonstrüksiyonun metne eklenen değil, metni ilk elden kuran bir öğe olduğunu belirtir. Edebi bir metnin eşzamanlı olarak kendi retorik iktidarına hem harç taşıdığını, hem de onu sarstığını söyler. Edebiyatın en az eleştiri kadar zorlu, başa çıkılmaz ve dolayısıyla insanın kendini adlandırıp dönüştürdüğü en güvenilmez dil olmasının edebiyatın hem ayrıcalığını, hem de mahkumiyetini oluşturduğunu yazar.(s. 20-22)
İyi çevrilmiş ve ana metni destekleyen sunuş yazılarını içeren, ancak yoğun içerikleriyle güç okunan ve sadece alanın meraklısı “uzman” okurlara hitap eden iki kitap, de Man’ın edebiyat eleştirisindeki yerini kavramamızı sağlayacak niteliktedir. Özellikle Körlük ve İçgörü, de Man’ın bütün verimine yaklaşmayı yeterince sağlamaktadır, diyebiliriz. İyi okumalar!