M. İlhan Atılgan, "Sanatkâr eleştiri olur mu?", Kitap Zamanı, 3 Mart 2008
Tam da Kitap Zamanı'nın kapak dosyasında eleştirmen-yazar hiyerarşisini tartışmaya hazırlandığımız günlerde, eleştiri uğraşına ilişkin köklü soruları ortaya atan bir kitap yayımlandı: Edebiyat eleştirisinde geçen yüzyılın en önemli adlarından Paul de Man'ın Körlük ve İçgörü'sü (Metis Yayınları, çevirenler: Ferit Burak Aydar - Cem Soydemir). Paul de Man, edebiyat eleştirisi alanında "en çok fotokopisi çekilen" makaleler toplamı kitabında, eleştiri ediminin gerekli olup olmadığı gibi, bu disipline ilişkin en temel soruları okura hınzırca hatırlatıyor. Blanchot'dan Derrida'ya, Heidegger'den Bloom'a birbirinden farklı eleştiri ve yorum biçimlerinin ayrı ayrı irdelendiği yapıt, bana kalırsa, tek bir sorunun farklı görünümlerine de indirgenebilir. Soru şu: Birincil metin (ele alınan metin) ile ikincil metin (eleştiri metni) arasındaki ilişki nasıl olmalı, ayrım nerde başlar?
Yazının başlığındaki sorunun, doğrudan doğruya de Man'ın yapıtının –hiç değilse bir bölümünün– temel sorusuyla ilişkili olduğunu düşünüyorum. "Sanatkar eleştiri" ifadesini (ki, bazılarını işkillendirecektir) çok değerli bir romancımızdan duymuştum. Körlük ve İçgörü'ye sunuş yazan Wlod Godzich'in Paul de Man'ın yapıtı için kullandığı "icra eleştirisi" tanımlaması aynı kavramı başka sözcüklerle dile getiriyor.
Dil zevki ve edebiyat memurları
Aslında "sanatkâr eleştiri"nin mümkün olduğunu görmek için de Man'ın kitabına bakmaya gerek yok. Örneğin, Füsun Akatlı'nın, Fethi Naci'nin eleştiri yazılarından alınan edebiyat tadının, bu eleştirmenlerin inceledikleri yapıtlardan alınan hazdan daha az olmadığını pek çok sıkı okurdan duymuşumdur. Öte tarafta, deyiş yerindeyse bir metodoloji takıntısıyla, eleştiri disiplinine bilimsel bir temel arayan anlayış var. Buna göre hatasız bir akıl yürütme, eleştirinin başarısı için yeterli olabiliyor. (Paul de Man, kitabında bu tehlikeli yaklaşma karşı şunu söylüyor: Sorun metodolojinin başarısı değil, neden zorunlu olduğu.) Ne var ki, bu tür eleştiri metinlerinde görülen dil zevksizliği hemen herkesin yakındığı bir sorun. Geniş zaman kipiyle, "-mektedir", "-maktadır" kalıbıyla yazılmış, okunması işkenceye dönüşen akademik tezlerin, yayımlandığında sadece üniversite çevresince ilgi görmesi, bununla da ilgili bir durum sanırım.
Her şey, birincil ve ikincil metinler arasındaki ayrımla başlamıştı. Hakikati ifade ehliyetini kaybeden eleştirmen, zamanla şerh düşme pozisyonuna girdi. Körlük ve İçgörü, eleştirmenin bu değişimini basamak basamak anlatırken, tam da bu sayıda kapak dosyamızda tartışılan sorulara yanıt veriyor; bir icra eleştirisine dönüşerek, bu iki eleştiri yaklaşımı konusunda dar bir ayrımcılığa düşmeden, konuya bambaşka yönlerden bakmayı sağlıyor.
Ataç'ı en büyük eleştirmen zannedenlerle eleştirmen bile saymayanlar arasındaki tuhaf karşıtlığın yaşandığı edebiyat çevrelerimizde Paul de Man'ın "eleştiride keyfilik" üzerinde de duran kitabının yeterince görülmesini dilerim. Kitaptaki özellikle üniversite modeline yönelik eleştiriler, bizim üniversitelerimizde neden sadece edebiyat memurları yetiştirebildiğimizin yanıtını da içinde saklıyor.
Bu kitabı özellikle edebiyat memurlarının okumasında yarar var.