Mahmut Temizyürek, "Eleştirmenlerin eleştirmeni", Radikal Kitap Eki, 29 Şubat 2008
Belki de biraz geç rastladım sana/ Ama her şey geç gelmiyor mu yurdumuza/ 1929 buhranı bile geç gelmemiş miydi/ Eksikliğe mi alışmışız mutsuzluğa mı yoksa. Cemal Süreya'nın bu dizeleri önemli bir kitap Türkçeye geç çevrildiğinde geliyor aklıma daha çok. Bu kez Paul de Man'ın Körlük ve İçgörü'sü vesilesiyle anımsadım Süreya'yı ve dizelerini. 1971'te yazılmış, edebiyat eleştirisinin vazgeçilmezlerinden biri niteliğindeki bu kitap, bütün halinde 37 yıl sonra nihayet Türkçede.
De Man'ın Türkçeye çevrilen ilk bütün yapıtı bu kitap. Daha önce bazı parçaları Türkçeye ulaşan De Man'ı çevirenlerin öncüsü Bilge Karasu'dur. Karasu, Batı'yla yaklaşık aynı zamanlarda görmüştü De Man'ı. Bildiğim kadarıyla, Türk Dili dergisine 70'li yılların başında çevirdiği, yaratıcılık ve benlik üzerine yazı da bunun kanıtı. Bunun dışında, Enis Batur'un hazırladığı Modernliğin Serüveni'nde 'Lirik ve Modernlik' ve Hüseyin Su'nun hazırladığı Teori ve Eleştiri adlı kitapta Mustafa Özsarı'nın çevirdiği 'Teorinin Direnci' yazısı dışında başka bir çeviri olmadı, sanırım. Oysa De Man, Batıda gelişen edebiyat eleştirisine sıkı bir yapısöküm uygulamış yazarlardan biri olarak 70'lerden bu yana gündemdeydi. De Man'ın temel yaklaşımı, 'okuma biçimleri' üzerine yoğunlaştı. Bu kitapta 'Amerikan yeni eleştirisi' temsilcilerinin ve Maurice Blanchot, Georg Lukacs, Georges Poulet, Jacques Derrida, Martin Heidegger, Harold Bloom vb. gibi eleştirmenlerin okuma tarzlarını irdelemekte. Eleştirmen okumasının da bir tür körlük taşıdığı, bu okumanın da bir 'yanlış okuma' olduğunu gösteren bir çalışma Körlük ve İçgörü.
Wlad Godzich, kitaba yazdığı Giriş'te, "Bir varmış bir yokmuş, hepimiz okumayı bildiğimizi zannediyormuşuz, sonra bir gün Paul de Man çıkagelmiş" diye başlayarak açıyor konuyu. De Man ise, sözüne hiç de masal yumuşaklığında değil, sert bir kriz uyarısıyla başlıyor: "Eleştiri disiplinini yöneten ve onu entelektüel düzenin temel taşlarından biri haline getiren yerleşik kurallar ve uzlaşımlarla öylesine kötü oynanmakta ki tüm o görkemli yapı yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya." De Man'ın çalışması, edebi metnin kendisi tarafından alımlanması değil, belli başlı eleştirmenlerin edebiyatı nasıl alılmadığı üzerine. O yüzden. De Man'a edebiyat eleştirmeni değil, eleştirmen eleştirmeni demek daha doğru olsa gerek. De Man'in işi yorumlayanı yorumlamak.
Yeni eleştirmen diyor, De Man, hangi disiplini izleyeceğini bilemez durumda. Önceleri felsefeyle, özellikle de Bergson ve Husserl ile yetinen eleştirmenin yerini sosyal bilimlerden yararlanan eleştirmenin almasını tartışıyor. Örnekleriyse, Lucien Goldman'ın sosyoloji düşkünlüğü, Lukacs'ın Marksist eleştirisi ve psikanalizin, dilbilimin ve antropolojinin eleştirideki temsilcileri. De Man'a göre, belli disiplinlerdeki parlamalar, eleştiride hemen bir karşılık buluyor. Levi-Straus'un Hüzünlü Dönenceler'i yayımlandıktan sonra, sosyolojinin ayağını antroplojinin nasıl kaydırdığını, Lacan'ın psikalalizi dilbilimle ilişkilendirerek eleştiriyi nasıl etkilediğini, bunların zamanla nasıl modaya dönüştüğünü uzun uzun tartışıyor. De Man'ın eleştirisi, bir dönem moda olan Yapısalcılık'ı da kapsıyor: "Bugünlerde Fransa'da 'yapısalcılık' diye adlandırılan şey, yüzeysel bir düzlemde, insan bilimlerinin genel bir metodolojisini formülleştirme girişiminden başka bir şey değil." Bütün bunlar yeni olmasa da bunca yoğunlaşmasının ardında disiplinlerarası 'tezcanlı rekabet' var De Man'a göre. Körlük ve İçgörü yazarının çağdaş eleştirmene yönelttiği soru şu: "Eleştiri kendisini gerçekten de kendi kökeni üzerine düşünme noktasına dek didiklemeye girişmiş midir? Eleştiri ediminin gerçekleşmesinin gerekli olup olmadığını sormakta mıdır?" Bunlar, De Man'ın izini ısrarla izlediği sorular. Dahası, bu soruların hangi eleştirmende nasıl yanıtlar bulduğu, bu yanıtlara ne denli güvenebileceğimiz üzerine yazıyor De Man. Yazarın öne çıkardığı iki kavram var: 'körlük' ve 'içgörü'.
Edebiyatın gizemini çözebilmek
De Man'ın 'körlük' diye adlandırdığı ne? Ona göre, modern eleştirmenler edebiyatı gizeminden arındırdıklarını zannettiklerinde, aslında edebiyat onları kendi gizemlerinden arındırıyor. Ama bu, zorunlu olarak kriz biçiminde gerçekleştiğinden, kendi içinde olanlara kör kalıyor eleştirmen. Tam da edebiyatın gizemini çözdükleri anda edebiyat yazılarındaki her noktaya nüfuz ediyor. Antropoloji, dilbilim, psikanaliz olarak adlandırdıkları şey, aynen Hydra'nın başı gibi, (dokuz başlı ejderha. mt) her kesildiğinde yeniden zuhur eden edebiyattan başka bir şey değil. İnsan zihni, 'insani meselelerin hiçliği' ile yüzleşmekten kaçmak için şaşırtıcı manevralar yapıyor. "Kişi hatanın eşyanın tabiatından geldiğini görmemek için bireysel 'romantik' özneye yerleştirmeyi seçer ve böylece, bir kıyamet tablosu gibi görünse de, temelde teskin edici ve ılımlı olan bir tarihsel şemanın arkasına saklanır" diyor. Paul de Man'ın 'körlük' dediği eleştirmenin işte bu hali.
Peki ya 'içgörü'? Öncelikli soru şu: Bir metni bir yorumun müdahalesi olmadan okumak mümkün mü? Mümkünse eğer, nadir de olsa, bu iç deneyimin gelişmiş bir doruğu olacaktır Nietzsche'ye göre. Nasıl ki, gölge güneşin içinde, doğru da yanlışın içindeyse, içgörü de eleştirmenin körlük anlarındaki edimidir. "... İçgörü, eleştirmenin düşüncesini canlandıran olumsuz bir hareketten, dilini iddia ettiği duruştan uzaklaştıran ifade edilmemiş bir ilkeden elde edilmiştir" diyor de Man. "Öyle ki eleştirmenin ifade ettiği bağlılığı bir özden yoksun bırakılacağı noktaya kadar, sanki bu iddian olanaklı olup olmadığı sorun edilmiş gibi, çarpıtmış ve dağıtmıştır. Ne ki meşru bir şekilde içgörü adı verilebilecek olan bu şeyin müsebbibi de bu olumsuz ve görünüşte yıkıcı emektir." Eleştirmeni bu paradoksal durumunda bazen ciddi, bazen ironik, bazen de alaycı bir üslupla betimliyor de Man. Yazarın karşıtların birliğine getirdiği yaklaşım, onun eleştirel özgünlüğünün temel motifini oluşturuyor.
De Man'ın 1971'de yayımladığı Körlük ve İçgörü, yazarın başyapıtı. Üstte andığım yazarlardaki eleştiri yöntemindeki epistemoloji sorunlarını ironik bir üslupla çözümleyen de Man, yazarların retorik karşısında düştükleri durumun paradoksunu "retorik'i başka bir retorikle çözümleme" olarak yorumluyor. De Man'ın temel felsefi referansı Kant ve Nietzsche; yukarıdaki alıntıda geçen "eşyanın tabiatı" ve "hiçlik" gibi kavramlara yüklediği anlamlardan da anlaşılıyor olmalı.
Bir Kantçı ve Nietzscheci olarak eleştirmenlere yönelik yazıları, Batıda uzun süredir egemen olan Hegelci ve Heideggerci eleştirmenlerle yeni tartışmalara, hatta polemiklere yol açtı. Tartışma bir ara o denli sertleşti ve kişiselleşti ki, de Man'ın Heidegger gibi Nazi işbirlikçisi olduğu bile öne sürüldü. Ama bu sav kanıtsız, nesnesiz biçimde havada kaldı ve savlayan havlayan konumuna düşürmekten başka sonuç vermedi.