Gülen Ağız, s. 144-147.
1. Müstehcenlik
Histoire de Paul'ün en çarpıcı yanı müstehcenliği. Yansıttığı tımarhane, hapishane dünyasının derin, temel, yaşasaydı André Bazin'in (filmi severdi) diyeceği gibi ontolojik müstehcenliği. Yoksulluktan daha müstehcen ne var? Kapatılmışların dünyası da yoksul bir dünyadır: Maddi bakımdan yoksuldur, olup bitenler açısından yoksuldur, özünde yoksuldur. René Féret bunu iyi gösterir, o kadar iyi gösterir ki sonuç dayanılmazdır: yeni gelenin zorunlu soyunmasının isyan ettirici müstehcenliği (işlevsel soyunmanın müstehcenliği), ardından tek tip elbisenin, pijamaya benzeyen biçimsiz, renksiz şeyin giyilmesi; diğer kapatılmışların çizgili pijaması, puanlı pijaması, pamuklu gömleği, soğuk bir mezbahayı andıran çıplak salon, yapılan yataklar, değiştirilen çarşaflar, sarmalanan vücutlar, radyonun kesilmeyen, boğuk, cıvık sesi, insan seslerinin, müziğin ve gürültülerin acısız, hıçkırıksız, kasınmasız uzun öğürtüsü, bütün bunlar, gizli bir gülünçlükle yüklü, soğuk bir kesinlik içinde, pek göze çarpmadan, hepimizin geçtiği, geçmekte olduğu ya da geçeceği bütün kapatılma mekânlarını çağrıştırırlar: okul, ordu, hapishane, hastane... Kapatılmışların dünyasının pornografisi: Orada beden en temel çıplaklığına indirgenmiştir çünkü kullanımı yoktur: Bir çökeltiden, bir atıktan, durdurulmuş bir hareketin aşağılık tanıklığından ibarettir; kurumun sadizmi (sadizm, bilindiği gibi, hem kurumsaldır –institutionnel–, hem de öğretmendir – instituteur)(1) düzenli hayatın bir taklit görüntüsünü zorla elde etmek için onu kullanır. Histoire de Paul'de birine banyo yaptırmakla banyo işkencesi uygulamak arasında fark yoktur.
2. Okul
Okul, ordu, hapishane, hastane... Hastane şüphesiz öznenin hasta kimliği altında çocuklaştırıldığı bir modeldir; akıl hastanesi de bir hastanedir ve kelimenin yoksullukla, cıvık dinsellikle (la Pitié – Merhamet; l'Hôtel-Dieu – Tanrının Evi), kısaca, daha önce söylediğim gibi, müstehcenlikle –şu özel müstehcenlikle– ilgili bütün yananlamlarını taşır.
Ama okul, ordu, hapishane: Histoire de Paul'ün kişilerine iyi bakın. Hepsi orada: Gözlüklü şişman çocuk (pijaması ipek: hali vakti yerinde aile) uslu öğrencidir. Biraz faşist, biraz lejyoner, biraz kahraman paraşütçü asker (Olivier Perrier), "Askere yazılın, tezkere bırakın", on beş yıldır oradadır. Bir de kaçan var, biraz melankolik, biraz serseri. René Féret'nin tımarhanesi çok şey çağrıştırır, çünkü bütün bu mekânları kendinde toplar, tasvir ettiği ilişkiler sadece, dar anlamında, gerçekçi biçimde tımarhane ilişkileri değil, tımarhanenin çiğ ışığında (onun bir karikatürü olarak), çocuklaştırıcı, annelik taslayan pedagojinin bize yaşattığı, yaşatmakta olduğu ve yaşatacağı ilişkilerin bütünüdür.
3. Ağız
Evet diyen, annesine evet der. İsyan eden, annesine isyan eder. Biraz salak psikanalistler Mayıs 68'in babaya isyan olduğunu keşfettiklerini sandılar. Ya anneyeyse, annelik taslayan kurumun doymuş hazım sistemineyse? Babaya isyan dünyanın en paylaşılan fikri. Yasayı bile böyle içselleştirirler. Ama anneye isyan başka şeydir: Memeye hayır demek, ağza hayır demek, ağzı kapamak, anüsü kapamak, yemeyi reddetmek, sıçmayı reddetmek, başka türlü zordur.
Filmde Paul'ün intihar girişiminin nedeni söylenmez. Bir bahane, film kişisini (seyirciyle birlikte) deneyini yaşayacağı, sınavından geçeceği uzaya sokmak için bir öyküleme yöntemi söz konusu olduğu düşünülebilir. Ama yavaş yavaş, film ilerledikçe, bir kuşku oluşur: Ya bu intiharın nedeni bizzat tımarhane gerçekliğiyse?
Paul'ün öyküsü, der Foucault, Yunus Peygamber'in öyküsüdür. Yutulan yutucu. Her şey, gerçekten, filmin sonunda kreplerin yutulmasına dayanır ve orada doruğa ulaşır; Paul, bu azgın, bitmek tükenmek bilmeyen, mekanik gövdeye indirme eylemi sayesinde, filmin bütününe sinmiş bir paradoksa uyarak ve herkesi memnun ederek, çifte bir statüye, şaşılacak biçimde çelişik olmayan deli ve normal statüsüne erişir. Deli çünkü normal, normal çünkü deli. Uygun.
4. Tekrarlama
Tımarhane, demiştim, kurumun karikatürüdür. Karikatürün abartma, biçimi bozma olmadığını, basitleştirme ya da büyütme yoluyla hakikati öne çıkaran bir ifşaat olduğunu hatırlatmak gerek. Bu anlamda, kapatılmışlar, hapsedilmişler ifşaatçidir, normalliği ifşa ederler: "Jacques uslu durdu mu? Jacques uslu durmadı. Jacques uslu durdu." Deli olmak normalliği tekrarlamaktır. Bir aktör gibi, bir dublör gibi, bir taklit kukla gibi, bozuk plak gibi tekrarlamak. Parodi budur, René Féret'nin filminin acımasız parodisi de sahneye koyuşunun bu tekrarı, bütün bu tekrarları kaydetmesindeki ve aktarmasındaki güçte yatar (kelimelerin, cümle parçacıklarının tekrarı –jestlerin, davranışların, durumların tekrarı– kekeleme, yerinde sayma, hiçbir şey olmasın diye pedagojiye tâbi kılınmış bedenlerin kasvet dolu cehennemi: Cehennemin biçimi dairedir): "Her zamanki gibi... her zamanki gibi." Bu kelimelerin söylendiği örtük, çılgın neşede, delilerin ciddiyetinde ve memnuniyetsizliğinde bile varolan sessiz neşede, mahkûm olduğumuz "evden işe, işten eve" düzenin, soğuk tımarhane ışığında asılı duran, baş döndürücü imgesini fark etmemek mümkün mü? Bu "her zamanki gibi... her zamanki gibi" öyle güçlü bir etkiye sahiptir ki, tekrarı tekrar eder, hem içerde olup biteni hem de dışarıda olup biteni söyler: Gerçekten de film kişisi bir gider bir gelir, ailesi onu düzenli aralarla alır, nereye? – "yeniden et kesmeye başlayabileceği" kesimhaneye. Böylece eksiltili olduğu ölçüde artan bir komiklikle, bu "her zamanki gibi... her zamanki gibi"nin nedeni ve yananlamı ortaya çıkar: Düzenli müşterilere söylenen ticari cümledir bu. Gözlüklü oğlan da tımarhane kasabının düzenli müşterisidir. İçerisi dışarısını tekrarlar, dışarısı içerisini tekrarlar – daha doğrusu dışarısı yoktur.
Notlar:
(1). Bkz. Gilles Deleuze, Présentation de Sacher-Masoch, 10/18.Yukarı