Türkçe Basıma Önsöz, s. 15-
İmgeler Nasıl Düşünür'ün 2004'teki ilk basımından bu yana dünya, dijital kültür alanında çok sayıda yeni gelişmeye sahne oldu. İşin aslı, İmgeler Nasıl Düşünür'de eşlerarası ağların gelişimi ve yaygınlaşmasıyla, avatarların artan önemiyle ve kültürel bir fenomen olarak animasyonun rolüyle ilgili olarak öngörülenlerin çoğu gerçekleşti. Örneğin, bugün itibariyle iki milyonun üzerinde kullanıcısı olan üç boyutlu sanal dünya "Second Life", katılımcılarını yeni bir ilişkilenme, tüketim ve yaratıcılık dünyasına taşıyabilmek için animasyondan ve avatarlardan faydalanıyor. Web 2.0'ın pek çok öğesi de, eşlerarası iletişim sistemlerinden hareketle geliştirilmiştir. Aslında şu an en büyüleyici olan, bir sistem olarak internetin bu denli güçlenmiş ve derinleşmiş olması ve bu kadar çok sayıdaki farklı kullanıcının dertlerini ve özlemlerini sayısız farklı şekilde yansıtabilmesidir.
Gerçek olayları imgelere ve başka medya biçimlerine bağlayan süreklilik çok az noktada kesintiye uğruyor. Bu durum büyük ölçüde, dijital medyanın ve dijital dolayımın gücüne dayanmaktadır. Teröristlerin, hükümetlerin ve şirketlerin aynı dolayımlanmış mekânı kullanıyor olmaları rastlantı olmasa gerek. Bu mekâna internet diyoruz ama bu bile artık, bireylerle toplumları çoğu zaman öngörülemeyen sonuçlar doğuracak şekilde bağlayan çok katmanlı ağları tanımlamanın hayli antika bir yolu gibi duruyor. Ağlar, değişen ölçülerde, neredeyse bütün toplumsal bağlamların bir özelliği olagelmişlerdir. Ama gündelik bir deneyim ve uğraş olarak ağ kurma etkinliği hiç şimdiki kadar yoğun olmadığı gibi, dolayımlanmış deneyimlerin sayısı da hiç bu kadar fazla olmamıştı. Yeni medya manzarasının köşetaşlarından biri pekâlâ bu olabilir. Gelgelelim bir terim, isim ya da metafor olarak "yeni medya" kullanışlı olmak için çok muğlak. Yaratıcı süreci nitelendirmenin çok sayıda farklı yolu, ağlarla teknolojilerin evriminden, yaratıcı işin dağıtılma biçimlerinden ve cemaatlerle bireylerin birbirleriyle kurdukları olağandışı yoğunluktaki bağlantılardan söz etmek için elimizin altında çok sayıda farklı yöntem var. Medya terimiyle özetlenen etkinlikler o kadar geniş ve o kadar farklı alanlara yayılmış durumda ki hiçbir sınıflandırma işleminin işe yaramaması tehlikesiyle karşı karşıyayız. Tipolojiler ansiklopedikleştikçe evrim geçirmekte olan bir alanı betimleyen listeler geçiyor elimize, oysa yönteme dair yapılan seçimleri sorgulayabileceğimiz bir seyir noktasına sahip değiliz. Bu durumda bir listeyi diğerinden ne ayırabilir?
Dijital kültür labirentinde, sistemin tam kalbinde görünmez bir tasarım vardır. İmge-dünyalar, o kadar çok farklı düzeyde, aynı anda ve o kadar çok farklı şekilde inşa edilip kendilerini yeniden üretirler ki, zayıf ya da güçlü taraflarının hepsinin beraberce izlerini bıraktıkları, bir tür evrimsel patlamayı andıran sonuçlar ortaya çıkar. Bu mekânın mimarisi daha öncekilerin hiçbirine benzemez ve biz de bu yeni mekânın içinde olmayı deneyimlemek ve bu deneyimleri betimlemek için söylemsel stratejilerle boğuşup duruyoruz. Bu da gezgin, dolaşıcı, hatta katılımcı olarak dahi kendi aldığınız yolu ya da başkalarının aldığı yolu seyretmenize olanak tanıyan bir seyir noktasının olmadığı anlamına geliyor. Üzerinde durup kendi deneyiminize ya da komşularınızın deneyimlerine göz atabileceğiniz bir platform yok. Başka bir deyişle, sistemin tamamı görüş alanına girmiyor hiçbir zaman — bu uçsuz bucaksız yeni coğrafyanın resmini nasıl çıkartabilirsiniz?
Yine de bu uçsuz bucaksız yapıları hayal edebilirsiniz; yani, milyonlarca insanın düşünceleriyle çok yüksek hızlarda çalışan bir mikroelektronik anahtarlar dünyasını, istediğiniz sayıda farklı imge üzerinden, hayal edebilirsiniz.
Buradaki daha önemli soru ise bu hayal etmenin bedenlerimize ne yaptığıdır, ne de olsa sibermekân, bir noktaya kadar, bizlerin aynı anda hem anlatıcı hem de karakter olduğumuz bir kurmaca değil mi? Hem kullanıp hem de bel bağladığınız bu teknolojik mekânın şeklini ve mimarisini hiçbir zaman bilmeyecek olmanın içerimleri nelerdir? Elektronik hayatlar sürmek nasıl bir histir?
Second Life'ın kalbinde yatan paradokslar bu sorulardan başka bir şey değilse de, tüm deneyime itici gücünü yine bu aynı sorular vermektedir. Başka bir deyişle, Second Life'ı bir deneyim olarak işler kılan, aynı anda hem sanal hem de gerçek olmanın temelinde yatan bu muğlaklıktır. Sibermekânda olmanın temel halidir de.
Şu sayacaklarımı bir arada düşünün: dijital dünyalarla insan bedeni arasındaki mesafeyi kapatan ve bütünüyle yapay bir dünyayı insansılaştırmaya çalışan Robert Zemeckis'in Kutup Ekspresi filmi; hem bilgilendirme hem de yanlış bilgilendirme açısından internete epey bağımlı olan 2004'teki Amerikan seçimleri, MySpace ve Facebook gibi, insanların etkileşime, iletişime girip karşılıklı ilişkiler kurma biçimlerini genişleten web sitelerinde görülen muazzam artış; yayımcılığı şirket dünyasından bireysel düzeye çeken web günlüklerinin yaygınlaşması; arama motorlarının artan önemi ve bir enformasyon deryası içinde nasıl yolumuzu bulacağımıza dair yaygın tartışmalar; ve son olarak oyunlardaki, oyun konsollarındaki ve çevrim-için oyunlardaki muazzam artış.
Bu saydıklarım ve bunlarla birlik pek çok başka unsur, Hindistan'daki işçilerin Batı'daki büyük şirketlerin ofislerinde iş bulmalarına ve Çinli işçilerin hayal bile edilemeyecek bir çapta üretim yapmalarına olanak tanıyacak ve teşvik edecek şekilde gezegenin üzerini kaplayan imge-dünyaları oluşturmaktadır. Bu imge-dünyalar mikro ve makro düzeylerde faaliyet gösterirler. Ses ve görüntü sağanağına tuttukları kullanıcıları sarıp sarmalayıp hem mübadele amacıyla hem iktidar aracı olarak bilginin manipülasyonuna gömerler.
Bu imge-dünyaları, piramit tarzında inşa edilmiş ve metali mesajlara, makineleri nano-düzeyde faaliyet gösteren aygıtlara dönüştüren biçimlerde şekillenmiş, birbiriyle kesişen milyonlarca eş merkezli çember şeklinde gözünüzün önüne getirin. Sonra da Louisiana' daki kriz esnasında yapıldığı gibi insanların nerede olduklarının bilgisini veren bir cep telefonu kullandığınızı hayal edin. Karşı karşıya olduğunuz, net ve belirli bir seyir noktası seçmeden, görmeyi bırakın, anlaması bile son derece güç olan süreçlerdir.
Bu arbedenin dışında durmak mümkün mü? Önüme ve arkama bakabilmeme yetecek kadar uzun süre bu süreçten kendimi nasıl çekip çıkarabilirim? Elimizdeki en iyi seyir noktası Google mıdır?
Bütün bu unsurlar, İmgeler Nasıl Düşünür ilk çıktığından bu yana ivmesi artan şekilde hızlanan bir dizi imge-alanı oluşturuyor. Kimi yorumcular bunun enformasyonun aşırı yüklenmesine neden olduğunu ortaya attı. Bense beklentilerimizi aşacak olan devasa bir altyapı inşa etmekte olduğumuzu düşünüyorum. İmgedünyalar adlı yeni kitabım işte bu olguları inceleyecek.