Önsöz, sayfa 10-11.
İnsanlar başkalarının acı ve ıstırapları karşısında anlayış ve merhamet duyarlar; ne yazık ki aynı zamanda birbirimize mutsuzluk ve ıstırap da veririz, ya da insan elinden çıkma felaketlerin etkilerini görmezden geliriz. İşte insanların birbirlerine yaptıklarını, Mayak (Rusya), Semipalatinsk (Kazakistan), Çernobil (Ukrayna) ve Tomsk'taki (Rusya) nükleer felaketler nedeniyle kuşaklar boyu çekilen ve daha da çekilecek acıları konu alan bir kitap bu elinizdeki.
Greenpeace, bu kitabı nükleer çağın insanlık trajedilerini göstermek için hazırladı. Bu kitap, nükleer felaketlerin etkisine maruz kalmış, hâlâ da kalmakta olan binlerce insanın yürekliliklerine adanmıştır. Hem hayatın sert gerçekleriyle baş etmekte her gün gösterdikleri yüreklilik ve azim için hayatta kalanlara, hem de hayatlarını kaybedenlere bir saygı duruşu olarak...
Beyaz Rusya'da, minik Annya Pesenko, "Sertifika No: 000358" diye tanınıyor.
Çok sayıda mağdurla "başa çıkmak" için Annya'ya bir kimlik numarası verildi çünkü bu onun adıyla uğraşmaktan daha kolay. Sertifika No: 000358, çalınmış bir hayatın simgesi haline geldi. Peki ama bu simge bizlere bir sorumluluk yüklemiyor mu?
Hem ürkütücü hem de kabul edilemez olan şey şu ki, bugün hâlâ Batı Avrupalı bazı şirketler radyoaktif atıkların bir kısmını geçmişte nükleer felaketlerden etkilenmiş bölgelere ihraç etmeyi sürdürüyorlar.
Şimdilerde Mayak, Semipalatinsk ve hatta Çernobil'e büyük miktarlarda, yüksek seviyede radyoaktif atık ihraç etme planları yapılıyor. Bu planlar Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEA) tarafından da destekleniyor. Nükleer endüstrisi bu insanların ıstıraplarını işte böyle cevaplıyor: onların evlerini ve yurtlarını "kurban alanı" ilan ederek. Batılı şirketler bu halklara, maruz kaldıkları ciddi tıbbi, ekonomik, ekolojik ve sosyal sorunları çözmeleri için destek vermek yerine, buralara atılıp unutulacak daha da fazla zehirli atık ihraç etmek üzere ticaret anlaşmaları müzakere ediyor.
Beyaz Rusya'daki Buda Kaşelevo'da Çernobil kazası kurbanlarından biri olan dokuz yaşındaki Nastya Eremenko, üç yaşından beri rahim ve akciğer kanseriyle yaşıyor. Size "neden ben?" diye sorsaydı ona dönüp de "çünkü Beyaz Rusya'da yaşıyorsun," diye cevap verebilir miydiniz? Kuşkusuz hayır. Öyleyse neden enerji üreticilerimizin böyle cevap vermesine müsaade ediyoruz?
Bu insanların maruz kaldıkları çevresel ayrımcılığın ve ırkçılığın açık kanıtıdır. Batı Avrupa'nın kamu hizmeti şirketleri ve endüstrisi, Paris civarına ya da Helsinki varoşlarına radyoaktif atık dökmeyi düşünmeye bile cesaret edemezdi.
21. yüzyılda bu tür uygulamaların hoş görülebilmesi dehşet vericidir; uluslararası toplum bu masum insanları korumakta düpedüz başarısız olmuştur.
Nükleer santrallerde üretilecek elektriğin dünyanın enerji sorunlarına cevap olarak selamlandığı 1950'lerdeki idealizm dolu pembe günlerden bu yana, nükleer enerji küresel temel enerji talebinin %2'sini karşılayan son derece marjinal bir enerji kaynağı olarak kaldı. Kamu sektörü büyük sübvansiyonlar yapmasaydı, bu cılız oran bile mümkün olmayacaktı.
Santrallerin inşaat, işletme ve faaliyetine son verme maliyetleri de hesaba katılınca, nükleer enerji elde edilebilecek en pahalı elektrik kaynağıdır. Ancak, canlıların gen havuzuna verilen zarar nedeniyle tek başına ekonomik bir analiz, maliyeti hesaplamaya yetmeyecektir; radyasyon bizzat yaşam ağının kendisini etkilemektedir. Sigorta ve muhtemel kazaların maliyeti, atıkların uzun vadede ortadan kaldırılması gibi göz önünde bulundurulması gereken, ama henüz güvenilir bir çözüm bulunmadığı için hesaplanması imkânsız olan pek çok başka maliyet vardır. İklim değişiminin çözümü nükleer enerji değildir. Nükleer endüstrisini ayakta tutmak için gereken devasa sübvansiyonlar iklim değişiminin asıl çözümü olan yenilenebilir enerji devrimini yavaşlatıyor ve önünü tıkıyor.
Nükleer enerji endüstrisinin doğumundan beri geçen elli yıl boyunca, nükleerin asıl bedeli, en az kimin parası varsa onlar tarafından ödeniyor, radyasyonun elden ayaktan düşürücü etkileriyle yaşayan yoksullar ve hastalar tarafından.
Bu kitaptaki fotoğraflara bir göz atın, bu ölümcül mirası hemen kavrayacaksınız. Resmedilen bu dört bölge, dünyanın herhangi bir yerinde herhangi bir zamanda olabileceklerin sadece bir örneği. Nükleerin yıkıcı ve kirletici gücü küresel bir risk; nükleer atık ulusal sınır tanımıyor. Çernobil'de olanların sinsi izlerine bugün Kuzey İrlanda, İsveç ve hatta Suudi Arabistan'da hâlâ rastlanabilir ve bu izler daha binlerce yıl boyunca oralarda kalacak.
Bu kitap, kendi hikâyelerini dünyayla paylaşmak isteyen ve nükleer endüstriye "yeter" diyen mağdurlar hakkında. Bu yoksul bölgeler ve devraldıkları hastalık, yerinden yurdundan olma ve toptan bozulma şeklindeki miras, nükleer enerjinin herhangi bir yerde yaratabileceği gerçek tehlikelerin dokunaklı ve yürek burkucu bir ifadesidir.
Acı gerçek şu ki nükleer reaktörler, uranyumu, para yaktıkları kadar etkili yakamıyor. Öte yandan bu kitaptaki dört bölgenin mağdurları için yanan, paradan çok daha fazlasıydı.