ISBN13 978-975-342-541-4
13x19,5 cm, 224 s.
Yazar Hakkında
İçindekiler
Okuma Parçası
Eleştiriler Görüşler
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et
 

Hüseyin Bayçöl, “Sanat nerede başlar, ne zaman biter?”, Zaman Kitap Eki, 3 Nisan 2006

Sanatın tanımı, düşünce tarihinin en önemli tartışma alanlarından biri. Bu alanda en uç tanımlamayla bir yanda sanatı aşkın bir lütfu olarak değerlendiren algılar, beri yanda da onu insanla nesnel gerçeklik arasındaki estetik ilişki şeklinde tanımlamayan algılar var.

Ortalama bir sanatçı için bu algılar etrafında zihin egzersizleri yapmaksa sanat bağlamında ciddi bir tetiklenme vesilesi. Bu yolun yolcuları okuduklarıyla, yazdıklarıyla, çizdikleriyle sanatı tartışır, ondan beslenir ve sanat adına insanın varoluşundan beri süregelen o macerayı devam ettirir. Tüm bunlarla belki her şey yolunda gitmektedir ama gün gelir de biri çok iddialı bir çıkışla her şeyin sona erdiğini/ereceğini yahut şimdiye kadar gelenin, uğradığı büyük bir kırılmadan sonra, ancak kendisine yeni bir mecra bularak yola devam edebileceğini iddia ederse herhalde tüm birikimleri yeni baştan düşünmek gerekebilir. İşte Donald Kuspit ve onun Metis Yayınları’ndan çıkan Sanatın Sonu adlı eseri bunu yapıyor.

Kendisi bir sanat eleştirmeni olan Donald Kuspit, New York Devlet Üniversitesi’nde sanat tarihi ve felsefe alanında profesörlük unvanına sahip. Art Criticism, New Art Examiner gibi birçok sanat dergisine editöryal katkılarda bulunan Kuspit özellikle gittikçe metalaşan günümüz sanat üretimine ve günümüz sanatçı kültüne dair yaptığı keskin sorgulamalarla tanınmaktadır. Türkçe’ye Yasemin Tezgiden çevirisiyle kazandırılan eserinde Kuspit aynı eleştirel sorgulamalarını yaparken bize de ciddi zihin egzersizi alanları açmakta. Zira gerçek odur ki okuruyla, yazarıyla biz sanata dair onca kuramsal okumalar yapaduralım, postmodern zamanlardaki sanat anlayışı, neyin sanat olup neyin olmadığı konusunda ciddi bir tartışmaya girmiş durumda ve açıkçası kimimizdeki estetik kaynamalarla çok da bir yakınlığı görünmeyen bu tartışmalar ciddi anlamda kafa karışıklıklarına yol açmakta. Donald Kuspit de tam bu noktada bizim adımıza, takip edilmesi gereken sorunun izini sürmekte ve postmodern zamanlarda sanatın puslu havasını fotoğraflamaya çalışmakta.

Kuspit’i takip edince gördüğümüz o ki sanat algısı postmodern zamanlara gelene dek ciddi savrulmalar yaşarken ilkin nöbet değişimine uğramakta. Bu nöbet değişimi sırasında şekillenen estetik deneyimler, toplumsal kimliklerin aslında birer yerleşik unsur olamayacağını ve varoluş adına toplumsal kimliklerin yeterli sayılamayacağını öğretmeye kalkışmakta. Bu süreçte estetik deneyimin salık verdiği şey, toplumsal kimliğin bireyselliği engellediğidir. Bireyi bağlamından koparan bu bakış, Duchamp ve Newman gibilerinin elinden sanatın devam edeceği ama insani bir kullanıma asla sahip olamayacağı şeklindeki yorumu da yedeğine alarak yoluna devam edecektir. Bu post-estetik algı sürecinde, en bayağı ifadeyle, estetiğin kötülenişiyle karşı karşıyayız. Hegel’in öngördüğü sanatın duygu ve düşüncelerimizi de içine katarak her konuyu güzelleştirmeye dair içinde taşıdığı o biçimsel potansiyel, post-estetikle birlikte saygın yerini kaybetmiştir.

Estetiği Platon’dan bu yana biriken tarihsel bağlamından koparan söz konusu sürecin onu getirdiği nokta entropidir. Artık estetik, gündelik düşüncenin bir uzantısı olmaktadır; sanatçıda gündelik unsurlara doğru talana varan bir merak vardır, gündelik hayata karşı eleştirellik kılıfıyla yoğun bir bağımlılık söz konusudur. Bir zamanlar dine, mistisizme, inançlara kendisini borçlu hisseden sanat bundan böyle bilime ve yöntemlere şükranlar sunmaktadır. Ama acıdır ki sanatın gölgesinde olmayı mihnet kabul ettiği gündelikçi bilim ve yöntem de her tür buluştan bıkıp usanmıştır ve bu ruh hali sanata yansımıştır. Özellikle toplumsal benlik kurdurma (amacında) olan savaşların ya da kalabalıkların modern insanda oluşturduğu sarsıntılar, gelip modern sanatçıyı da bulmuştur ki bunun da sonucu varoluşsal gerçekliğini ancak varoluşları anlamsızlaştırarak inşa eden bir sanatçı tiplemesi olmuştur. Bir sonraki aşama da sanatsal bir simyaya inanmayan, bir takım mucizeler peşinde olmayı boş sayan ve varoluşunu izleyici sayısında ya da ününde gören sanatçı tipinin dönemidir. Beslendikleri kitleyi rahatsız etmekten hep kaçınan ve yaptığıyla ona ayna tutmaya çalışan bu sanatçı karikatürlerinin icra ettiği sanat, kendisini canlandırmak için günlük yaşama odaklandıkça potansiyelini de kaybetmeye başlamıştır. Meseleyi daha ileri götürürsek sanatın varoluş kaygıları da yersizleşmiştir artık. Sanatsal varoluş kaygısının damarı olan insani anlayışın yerine entropi hakimdir. İnsanı tanımlayan, piyasanın kişilik tanımıdır. Bundan böyle var olmak için kaygılı olmaya ya da erdemli olmaya gerek yoktur; bilmek ve tüketmek yeterlidir. Sanatın insani değerinin yerini piyasadaki değeri kuşatmıştır.

Sorun gittikçe çetrefilleşmektedir: Meselenin fotoğrafı buysa bundan sonra sanatı besleyen memba sahiden neresi olacaktır? Dış gerçekliğe boyun eğen sanat kendisine olan saygısını da her geçen gün yitirmektedir. Kişinin otantik varlığını inşa etmede önemli bir vesile olan sanatsal üretim süreci ve yine bu süreçle gün yüzüne çıkan otantik bir orijinallik de değer yitirmektedir. Orijinalliğe inanmayan, yaratıcılığın kutsallığına da inanmamaktadır; ve bu inançsızlık buhranında kıvranan bilinç, sanat adına çer çöple sanat kavramını yan yana getirebilmektedir. Daha da ötesi, bu bilinç sanata ait kutsal mekânlarla da sorun yaşamaktadır. Sanat eseri kendi mistik mekânında sergilenme yerine ya müzeleştirilmiş sokakta sergilenmekte ya da bulvarlaştırılmış müzelerde. Çünkü postmodernlik en nihayetinde dünyevi olanla kutsal olanı iradi bir şekilde karıştırma derdindedir. Postmodernlik bunu yapadursun Van Gogh’un sanatı dinsel bir inanç, her tabloyu dinsel bir vaaz, İsa’yı bir sanatçı, her sanatçıya da bir İsa; sanatçı olmayı acıya soyunma ve bir çeşit yoksulluk yemini olarak görmesi ta 1880’lerde kalmıştır. Kim bilir belki de Van Gogh sanata karşı idealist duruşun son şarkısı olmuştur. Nitekim Van Gogh’dan sonra başlayan çözülmelerle gelinen noktada, sanatsal bir ideal kavramını hiç hissetmeyen ve parayı her şey gören sanatçılar kuşatmıştır her yanı. Tematik anlamda gündelik hayattan beslenen sanat şimdi de onun içinde tamamen metalaşmıştır. Materyalizme dek hep sonsuzun peşinde olan sanat artık dünyevi bir sonsuzluk kaygısına düşmüş, ve para üzerinden bir çeşit “sonsuz şimdi” arayışına girmiştir. Kandinsky’nin materyalizme kadar maneviyatın son kalesi olarak okuduğu sanatı idealizmden uzaklaşmakla kalmamış empatiyi de yitirmiştir. Bir zamanlar kutsal olan sanat, üzerine bir fiyat ve etiket alarak dünyevileşmiştir. Her yanı sanatsal arayışlar yerine, mevsimden mevsime değişen sanatsal modalar almıştır ki böylesi bir sanat da varoluşsal hiçbir yankısı olmayan bir çeşit toplumsal semptomun ifadesi olacaktır.

Kuspit, bu çözümlemelerle bir ontolojik açılım getirmiyor, müşterilerin, milyon dolarların, pazarlamacıların, üreticilerin, modacıların, markacıların her yana dayattığı dayattığı hiçbir manevi değer taşımayan bu postmodern şey’leri tartışırken nihayetinde talancı bir yaşam algısında sorunsallaşmış sanat algısını konuşuyor. Açıkçası meselenin düğümlendiği bu noktada sanatı bir varoluş mekanizması, varlığın üzerindeki esrar perdesini kaldırma vesilesi olarak okuyanlar için sanata dair feyiz kaynakları bitmemiştir/bitmeyecektir. Zira Kuspit’in sonunu getirdiği ya da bitmesini istediği sanat, en nihayetinde tinsel anlamda hiçbir iddiası olmayan kapitalist yaşamların sanatı.

 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2024. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X